1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Birinci Mevki Göçmen…
Birinci Mevki Göçmen…

Birinci Mevki Göçmen…

Birinci Mevki Göçmen…

A+A-


Seçkin Tercan
tercans@yahoo.com


Amerika: Hayallerin, refahın, bolluğun ve özgürlüğün ülkesine göç, yüzyıllardır devam eden bir süreç. 19. yüzyılda sanayileşmeyle beraber yükselen milliyetçilik ve yaşanan savaşlar Avrupa’daki birçok azınlığın gerek ekonomik gerekse de hayatta kalabilme endişesiyle göç etmesine sebep oldu.

Keşfedildiği dönemden beri göçmenlik mefhumunun sürekli olarak devamlılık gösterdiği bir kıta ve bu göçmenlerden oluşan bir büyük ülke Amerika Birleşik Devletleri. Daha iyi bir yaşam ve daha iyi ekonomik beklentiler tüm göçmenlerin ortak hayalini oluşturuyor. Özellikle II. Dünya Savaşı sürecinde birçok sanatçının da göç ettiği bir coğrafyadan söz ediyoruz. Bu günlerde de ülkenin ana meselelerinden biri olarak sık sık tartışılan ‘göçmen sorunu’ Amerika’nın yapıtaşı gibi duruyor. Muhafazakar kesim tarafından öncelikli sorun olarak tanımlanan göçmenlik, belli bir gelir seviyesinin üzerindeki göçmenleri kapsamıyor. Öte yandan iş ve emek gücüyle sağlanan katkı ise çoğu zaman küçümseniyor. Göçmenlere öngörülen bu çifte standart sadece Amerika’ya özel bir durum değil, dünyanın tüm ülkelerinde göçmenlerin özellikle yasadışı olarak varolan göçmen bireylerin yüzyüze geldiği bir ayrımcılık.

Amerikan sanat tarihinin bilinen isimlerinden biri olan Alfred Stieglitz, Alman – Yahudi bir göçmen aileye mensup. Ailesinin terk ettiği topraklara ziyaretlerde bulunmuş hatta üniversite eğitimini Almanya’da tamamlamış bir sanatçı. Fotoğraf sanatında resimselcilik akımının da önemli temsilcilerinden biri olarak tanınan sanatçı, Avrupa seyahatlerinden birinde görsel kültür tarihinin ikon görüntülerinden birini yaratmış. Stieglitz’in ‘The Steerage’ - ikinci mevki (ya da düşük ücretli yolculuk mevki) olarak isimlendirdiği bu fotoğrafı, sosyal bağlamda 20. yüzyılın önemli görsel temsillerinden biri haline gelmiştir. 

‘The Steerage’ sadece göçmen olmak ya da başka bir ülkeye seyahati temsil etmemektedir. Çok katmanlı bir analize gidildiğinde fotoğraf birçok sosyo - ekonomik göstergeyi de barındırır. Haziran 1907 tarihli fotoğrafta izlenen önemli görsel unsur ‘tıkabasa’ bir insan yığınının olmasıdır. Bu aynı zamanda yaşam koşulları ve ekonomik duruma dair olağan bir algı yaratır. Geçmişten günümüze oluşan göçmenlik algısında düşük ekonomik koşulları ve büyük yığınlar halindeki göç durumunu temsil etmektedir. Bu noktada fotoğrafçı olarak Stieglitz’in bulunduğu konumun da önemi büyüktür.  Kendisi de bir göçmen olmasına rağmen, fotoğrafı seyahat ettiği birinci mevkiden çekmiştir. İkinci mevkide görülen kalabalık Ellis Adası’ndan geri çevrilenler ya da geçmişte terk ettikleri ülkelerini ziyarete giden göçmenlerdir. Sanatçı kendi konumundan yani ekonomik durumu iyi olan bir göçmen konumundan, yokluk içindeki göçmenlerin oluşturduğu alanı izler.

Sanatçı bu fotoğrafından bahsederken sıklıkla iki konuya vurgu yapar; birincisi tüm fotoğraflarının içinde kendisini tam anlamıyla temsil eden fotoğrafın bu fotoğraf olduğu yönündedir. İkincisi ise, eşi ve diğer yakınlarının zoruyla tercih ettiği birinci mevki yolculuğun onun için ne kadar sıkıcı ve katlanılmaz olduğuna dairdir. Fotoğrafı ilk gördüğünüzde, sanatçının seyahat ettiği konumu düşünüldüğünde fotoğrafta yer alan göçmen topluluğa tamamen yabancı ve mesafeli bir duruş sergilediği izlenimi doğsa da, bu açıklaması ile sanatçı, kendisinin de bulunduğu durumdan rahatsızlığını dile getirmektedir.

Fotoğraftaki hasır şapkalı adam sanatçının vurguladığı önemli unsurlardan birini oluşturur. Görsel olarak kontrast haldedir, aynı zamanda da alt kattaki kalabalığı izler ve bu eylemi süreklilik taşıyan bir yapıya sahiptir. Sanatçı birinci mevkideki yerini bu kontrast öge yardımıyla terk eder ve içeriden bir bakış kazanır. Hasır şapkalı adam halihazırda kendisinin de dile getirdiği birinci mevki rahatsızlığını bir nebze seyrelten bir görev üstlenir.

Görsel sanatlar bakımından estetik paydasını bir kenara bıraktığımızda sanatçı için fotoğrafın barındırdığı özel anlam kendi geçmişi ve varoluşuyla ilgilidir. Göçmen olmak ve bunun farkındalığını her sosyal düzlemde tekrar tekrar gözlemlemek bunlardan birisidir. Kendi insanlarını farklı bir statüden, aynı varoluş unsurunu yaşarak izlemesi ve fotoğraflaması sanatçı için aynı zamanda bir iç çatışmaya dönüşmüştür. Yarattığı dışarıdan bakış sanatçıyı rahatsız eder. SS Kaiser Wilhelm II gemisiyle Avrupa’ya yaptığı seyahatte çektiği fotoğraf aynı zamanda sanatçının ilk ‘modernist’ eseri olarak tanımlanır. Sınıfsal bir temsil de yaratan bu fotoğraf, Stieglizt’in kendisini de bu sınıfsal ayrımın önemli bir noktasına konumlandırmaktadır. 1907’de çektiği fotoğrafı ancak 1911’de Camera Work dergisinde yayınlar, Galeri 291’de sergilenmesi için ise birkaç yıl daha gerekecektir.  İşte bu nedenledir ki, bu fotoğraf sanatçının kendi varlığıyla çatışma sürecini de gün yüzüne çıkarması bakımından büyük önem taşımaktadır.

Amerika’nın göçmen topluluklarına dair önemli eserler vermiş birçok fotoğraf sanatçısı vardır. Bunlardan ikisi Lewis Hine ve Jacop  Riis’dir. Her iki fotoğrafçı da göçmenlerin yaşam koşulları ve sanayileşen Amerika’da sistem tarafından tüketilmelerine vurgu yapan eserler üretmişlerdir. Kendisi de göçmen olan Riis, bu sürecin içinde doğrudan bulunmuş ve yaşananların parçası olmuştur. Sanatçının sosyal haklar bağlamında başarı sağlamış olan fotoğrafları, özellikle 20. yüzyılda yaşanan göçmen işçi sorununa aktif katkı sağlamıştır.  Bu dönemde üretilen fotoğraflar, sıklıkla göçmenlerin yaşam koşulları ve sosyal haklarına yöneliktir. Bugün göçmenler üzerine yapılan fotografik çalışmalar, bulundukları toplumlarda verdikleri varolma mücadelesi ve bu varoluşlarının ne derece kabullenildiğine odaklanmaktadır. 21.yüzyılın ‘göçmen’ sorununa değinen bir diğer sanatçı Santiago Sierra ise, Stieglitz’in fotoğraflarında olduğu gibi kimliksiz hale getirilmiş ve sadece işlevleri bakımından sınıflandırılmış ‘insan yığınlarını’ eserlerinde işlemiştir. Fotoğraflarındaki ‘kimliksizlik’ hali eleştirel bir niteliğe sahiptir ve kapitalist – ırkçı yapılanmaya karşı bir duruş sergilemektedir. İşçiler, dilenciler ve sömürüye açık birçok meslek grubu, sanatçının eserlerinde bir araya gelir. (Görsel 2)

Kendisi de Lübnan iç savaşında Fransa’ya göç eden (hatta mülteci durumunda göç eden) Amin Maalouf ‘Ölümcül Kimlikler’ isimli kitabında şöyle bir tespitte bulunur; ‘İnsan sığınmacı olmadan önce göçmen olur; bir ülkeye gelmeden önce başka bir ülkeyi terk etmek zorunda kalmışsınızdır ve bir insanın terk ettiği yurduna karşı olan duyguları asla basite alınamaz. Gidilmişse, reddettiğiniz şeyler –baskı, can güvenliği yokluğu, yoksulluk, gelecek endişesi- olduğu içindir. Ama bu reddediş sıklıkla bir suçluluk duygusuyla atbaşı gider. Terk ettiğiniz için kendinizi suçladığınız yakınlarınız, içinde büyüdüğünüz bir ev, nice nice hoş anı vardır. Dil ya da din, müzik, sürgün dostları, kutlamalar, mutfak gibi hiç kopmayan bağlar da vardır.’* 

Yazarın yaptığı tespit geçmişten günümüze birçok göçmenin paylaşabileceği bir duygudur. Günlük yaşam pratikleri tüm bireyleri kökleriyle bağlantıda tutarken, suçluluk duygusu ise farklı düzlemlerde tekrar tekrar ortaya çıkabilir. Göçmenler üzerine eser üreten birçok sanatçının dışa vurduğu duygu durumunda da benzer ögelere rastlamak mümkündür.

Alfred Stieglitz’in fotoğrafında izlediğimiz yığının bugüne tezahürü göçmenleri taşıyan teknelerdir. Yine bir dış bakışı sergileyen bu fotoğraflarda izlediğimiz, oturduğumuz koltuktan (bir nevi birinci mevki konumdan) göçmenlerin tıka basa doldurulduğu teknelerdeki görüntülerdir. Medyanın bizlere servis ettiği bu görüntüler, yaşananlar ve sürecin sadece bir bölümünü yansıtır. Belki de duyarlı bireyler olarak (ya da öyle gözükerek) Stieglitz’in fotoğrafında olduğu gibi bizi meselenin içine taşıyacak unsurlar aranır. Bulabilir miyiz? 


* Amin Maalouf, Ölümcül Kimlikler, Sf.36, YKY, 2015.

Bu haber toplam 1849 defa okunmuştur
Gaile 338. Sayısı

Gaile 338. Sayısı