1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. Bir tarih göçtü…3
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

Bir tarih göçtü…3

A+A-

Kıbrıslı Ermeniler’den Vartan Malyan hayata veda etti…

Bu sayfalarda öyküsüne yer vermiş olduğumuz Kıbrıslı Ermeniler’in yaşayan canlı tarihlerinden biri daha, Vartan Malyan  16 Ekim 2013’te vefat ederek geçen Cumartesi Larnaka’da toprağa verildi.

Malyan’ın anısına 2004 yılında yaptığımız röportajı yeniden yayımlıyoruz.

Röportajımızın devamı şöyle:

SORU: Kaç yaşındasınız Varatan bey?
MALYAN:
Ben 1925’te doğdum... Yunanistan’da, Kokinya Muhacirler Kampı’nda bir çadır altında doğmuşum...

SORU: Türkiye’den göçmendi herhalde aileniz...
MALYAN:
Evet... Annemin adı Lucin’di, babamın adı Artin... Babam Hacınlı’ydı, annem Mersinli... Şimdi Hacın’ın ismini değiştirdiler, “Beylerbeyi” köyüdür Türkiye’de. Adana’dan biraz yukarıdır... Gitmedim ben, uymadı. Birgün gitmek isterim babamın köyünü göreyim...

SORU: Yani aslında mülteci bir çocuk olarak dünyaya gözlerinizi açtınız...
MALYAN:
Evet, biz Kıbrıs’a Ekim ayında 1931’de rastgele geldik...

SORU: Sekiz yaşındaydınız...
MALYAN:
Evet... Geldiğimizde “curfew” vardı, yani sokağa çıkma yasağı... 1931’de Rumlar Vali’nin konağını yaktılardı, o hafta ulaştık biz...

SORU: Nasıl oldu da aileniz Kıbrıs’ı seçtiydi?
MALYAN:
Babam telgraf şirketiyle işlerdi, şirketin nerede kuntreti vardı (sözleşmesi) babam da oraya giderdi. 1931’de kendinin şirketi kuntreti almış, Leymosun’la Baf arasına telefon koysunlar o vakit... Bu nedenle Kıbrıs’a gelmişler. Ben birinci evlatlarıydım, sonra iki kız daha doğdu, sonra bir oğlan daha doğdu...

SORU: Geldiğinizde tek çocuktunuz ailenizde...
MALYAN:
Evet. Aklım keserdi geldiğimde... Ve sordum babama, “curfew”nun ne olduğunu bilmezdim, akşamları neden şafkları yakmıyorlar... Babama “Bizi bu ülkeye getirdin, niçin akşamları karanlık?” dedim. Bana o yaşta nasıl söylesin? Bana “Buranın adamları biraz arsızlık yaptılar, onun için hükümet bunu yapıyor kendilerine” dedi... Ben de “Dersleri çocuklar akşam nasıl okuyor karanlıkta?” dedim... Aklım bak nasıl işlerdi, bunları hatırlarım...

SORU: Geldiğinizde nereye yerleştiydiniz?
MALYAN:
Lefkoşa’ya geldiğimizde gene Türk mahallesindeydi, Küçükkaymaklı’ya yakın, oralarda birkaç ay oturduk, sonra Arabahmet Mahallesi’ne yerleştik. Küçükkaymaklı’da tanıdık komşu yoktu, başka tanıdıkları vardı babamın annemin diye Arabahmet’e geldik, 1952’ye kadar kaldık orada. Sonra ben iş aldım, Kıbrıs’ın dışında işlerdim.

SORU: Ona gelmeden önce, evde büyürken anneniz size hangi dilde konuşurdu? Türkçe mi konuşurdu, Ermenice mi? İki dilde de mi?
MALYAN:
Bu çok ilginçtir... Halam vardı benim evde, adı Mayram yani Maria, Meryem...O  Ermenice bilmezdi, Türkçe konuşurdu, mecbur olurduk Türkçe konuşalım, alıştık evin içinde öyle. Fakat benim evlatlarım mesela yetişmedi onlara, iki oğlum var, bir de kızım, bilmezler Türkçe. Türk tarafına götürdüm kendilerini, ahbaplar var benim senelerce tanıdığım... Zorlarına gider, “Bize tarif et, ne konuşuyorsunuz? Ne oldu? Bu adamlar seni biliyorlar bu yaşta, bize söyle!” dediler. Dedim “Ne söyleyeyim? Tercümanlık mı yapacağım sana şimdi? Alışın, gidin Türkçe alışın!”
Tabii bu memlekette bir evvelinden Türkçe lüzumdur diye bilirdim ben.

SORU: Arabahmet’te siz büyürken yaşam nasıldı? İlişkiler nasıldı?  Kıbrıslıtürk aileler var mıydı orada? Kıbrıslırum aileler var mıydı? Yoksa sadece Ermeni aileler var mıydı? Nasıldı?
MALYAN:
Bizim olduğumuz mahallede Rum yoktu hiç...

SORU: Hangi mahalleydi hatırlıyor musunuz?
MALYAN:
Tabii... Eski Viktorya Caddesi... Ki şimdi Salahi Şevket Sokak oldu... Yolun sonu Arabahmet’tir, yolun sol tarafında Arabahmet Camisi var. Kendi evimiz yoktu, kirayla otururduk... Yolun her iki tarafında da yaşadık. Biz çocuklar büyüdük sonra fazla oda lüzum olurdu, bir sene iki sene sonra daha büyük bir eve taşınırdık o vakit. Çok da taşıyacak şeyler yoktu, çamaşır makinesi yoktu, buzdolapları yoktu... Her neyse... Tanzimat’ta, Viktorya Caddesi’nde kaldık... Baf Kapısı’ndan tut Çetinkaya’ya, Baf Kapısı’ndan tut Tanzimat’a ve Viktorya Caddesi’nde, bu üç yolda kaldık...

SORU: Hangi okula gittiydiniz?
MALYAN:
Tarasanta’ya... İlkokulu da vardı Tarasanta’nın, ortaokulu da...

SORU: Orada hangi dilleri öğrenirdiniz?
MALYAN:
İtalyanca, Rumca... Türkçe yoktu... Vardı Türk fakat ders yoktu... O vakitlerde o okul başka bir sistemle işlerdi. Ben 15 yaşındayken o okulda alıştığım şeyleri, şimdi 15 yaşındakilere soruyorum ve bilmiyorlar. Çünkü 12-13 yaşlarında diyor ki ben hekim olacağım, bırakıyor her tarafı, hekim olacaksa onlarla uğraşıyor. Soruyorum “Bağdat nerededir?”... Bağdat’ın Irak’ta olduğunu bilmiyor bazıları... General knowledge (genel kültür) şimdi yoktur...

SORU: Çocukluğunuz nasıl geçtiydi? Zor muydu, kolay mıydı Kıbrıs’ta yaşamak?
MALYAN:
Benim yaştakiler o vakit çok daha iyiydi, o günleri arıyorum...

SORU: Niçin?
MALYAN:
Söyleyeyim, faraza okuldan geldik, mahallenin içinde top oynardık... Saat 12 oldu... 4-5 tane çocuk var. 2-3 tanesi Ermeni, 2-3 tanesi Türk... O kapının önünde şu oynuyoruk, o kapı Zehranımın kapısıydı... Zehranım “Girin içeri” derdi, “Yemek var içeride...” Yani hem Ermeni çocuklar, hem Türk çocuklar, o mahallede girerdik orada, ne varsa onu yerdik. Ben arıyorum o günleri... Şimdi geldiler Avrupalılar da “rapproachement” (yeniden yakınlaşma) yapmak istiyorlar... İlk “rapproachement”ta işleyen bendim, 1991’de o tarafa geçtim. Denktaş beni bilir, beraber işledim kendiyle, onun için ruhsat verdiydi ve fotoğraf makinesine de ruhsat verdiydi, yıl 1991... Şimdi 2004... O vakitten arkadaşları buldum... Sonra başladılar Ledra Palace’ta toplantılar vardı. Bütün gazeteler yazıyor: “Andrea Hatice’nin yanağından öpmüş!” Nedir bu? Zannediyorlar ki o oldu diye, bu ikisi beraber gelecek... O gün Ledra Palace’ta “Hello, how are you?” Sonra herkes evine gidiyor. Gene ertesi gün iki tarafta birbirine sövüyor... Benim çok ahbaplarım var oyanda, beraber büyüdük, hükümette iş aldılar... Akıncı’yı ben çok iyi tanırım, Talat’ı tanırım, giderim görüşürüm, kahve içeriz... Rumlar istiyor Annan planını Türklerle imzalasınlar, onu istiyon, öyleyse neden “sahte parlamento” diyon? Ya konuş, ya konuşma... Bence... Ben raporlar verdim, Annan değil Waldheim’ın gününden, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’ne... Yazdım ben, hep geliyorsunuz, bize akıl vermeye... Doktora gidersin, buram ağrır dersin, doktor da hangi saatler ağrır der... Gece? Gündüz? Biri sormalı, bu işler nereden başladı? Onu soran yok... Barışacaklar... Nereden başladı? O kavganın sebepleri neydi? Niçin o kavgalar meydana geldi? Ki tekrar olmasın... Beni Belçika’ya götürdüler birkaç kere, toplantılarda konuştum... İki senedir Türk tarafında üniversiteye gidip konuşacam... Şunu diyecem: bir Ermeni çocuğu, Türk mahallesinde büyüdü... Neydi hayat o zaman? Ki yeniler duysun. Zannetmesin ki buyandakiler başka memlekettendir, buranın adamlarıdır... DAÜ’deki konuşmam habire ertelendi...

SORU: Başka neler hatırlıyorsunuz çocukluğunuzdan?
MALYAN:
Hiçbir aksilik yoktu, yani o Türk’tür, ben Ermeniyim bilmem ne... Öyle birşey yoktu, öyle kelimeler de yoktu. Farazım izcilik vardı o vakit, Ermenilerin de izci grubu vardı, kentlere giderdik, köylere giderdik, Türkler-Ermeniler beraber giderdik. Acep derim, bazı düşünürüm, lisan mıydı bizi yaklaştıran, yanyana tutan? Rumlar gelmezdi bizim gittiğimiz yerlere, Rumlar ayrı yerlere giderdi. Sebebi bu lisandır. O vakit İngilizce da yoktu, yani 12-13 yaşlarındaki çocuklar şimdiki gibi İngilizce bilmezlerdi. Şimdi Ledra Palace’a gidiyor çocuklar, “How are you darling?!” Darling, darling, neticesi yok bunun...

SORU: Tarasanta’dan sonra hangi okula gittiniz?
MALYAN:
Tarasanta’yı 1942’de bitirdim. Bir sene İngiliz Okulu’na gittim. Orada Türkçe okuma yazma ders verirlerdi, orada tanıştım Denktaş’la. O oradaydı...

SORU: Nasıl biriydi o dönem, hatırlıyor musunuz?
MALYAN:
Fanatikti... Farazım, İngiliz Okulu’nun futbol takımı vardı – iki tane de Rum okulu vardı burada, biri Samuel, biri de Jimnasiyo, bunların da birer takımı vardı. Bunlar Cumartesi birbiriyle top oynarlardı o vakit. Denktaş geldi, İngiliz müdüre dedi ki “Madem İngiliz Okulu’nda bir hayle Türk var, bir hayle Ermeni var, bir hayle de Rum var, niçin üç tane takım yapmayalım? Ayrı ayrı... Okulda bu üç takım birbiriyle oynasın, kim birinci gelirse, gitsin o Rum takımıyla oynasın!” İngiliz’in aklı: “Very good idea!” Aklı başka birşey kesmedi İngiliz’in! Olabilir sağ değildir o adam şimdi ama sağ olsa “You remember?” diyecektim kendine! Aha neticesi, nere geldik!
Fakat ben çok bir zorluklar çekmişim bu ülkede...

SORU: Ne gibi?
MALYAN:
Diskriminasyon (ayırımcılık) vardı o vakit.

SORU: Ermenilere karşı?
MALYAN
: Ermenilere karşı diyebilirim, vardı diskriminasyon...

SORU: Örnek verebilir misiniz?
MALYAN:
Evet, örnek vereyim... Hükümette iş alacan, Rumlar birbiriyle, Andrea Yorgo’ya telefon ederdi, Yorgo Marulla’ya telefon ederdi, işte bizim oğlanın işini yapın diye. O daha vardı o vakitler! Türkler de kendi aralarında yapabilirseydiler, onu yaparlardı. Fakat bazı işler vardı hükümette, üç lisan bilmeleri gerekir: Rumca, Türkçe, İngilizce. Oraya ben başvurdum. Kendime dedim ki Rumların içinde Türkçe bilen yok, Türklerin içinde Rumca bilen varsa, orada biraz zorluk olacak. Fakat imtihan geçtim Türkçe lisanını okuma yazmayla ilgili, sertifikam elimde. Gazete yazdı, mahkemelerde tercüman arıyorlardı, üç lisan bilen, Türkçe, Rumca, İngilizce... Hemen başvurdum. Falan gün interview’ya (mülakata) gideceğiz. Çıktık gittik. Ben bir saat evvelden gittim, bekle bekle, Denktaş geldi! “Sen ne aran be burda?” dedi bana. “E sen ne aran?” dedim. “Galiba aynı iş için geldik” dedi. İkimiz, başka yok! Girdik içeri mülakata, bir İngiliz, bir Rum, bir Türk oturuyorlar... Elimize bir gazete verdiler, “Oku bunu”, okuduk. “Çevir Türkçe’ye” çevirdik, “Çevir İngilizce’ye”, çevirdik. Birbirlerine “okay” dediler. Ben çıktım, Denktaş girdi... İşleri aldık, biz ikimiz, başka yok! Beni yolladılar Leymosun’a, onu Mağusa’ya.

SORU: Yani bu, Denktaş avukat olmadan önce miydi?
MALYAN:
Evet... Çokları bilmez bu şeyleri. İşe başladık, tabii o vakitler telefon yoktu, araba yoktu... Birbirini göremezdin günlerce. Ben unuttum bile ki yani Denktaş Mağusa’dadır da, ben de Leymosun’dayım... Bir gün daireden biri geldi ve dedi ki “Yarın Mağusa’ya gidecen, bir dava var”... Dedim, “Ne gideyim ben? Sizin orada tercümanınız var!” “Yok” dedi, “Haber geldi, gidecen”... 625 Ordinance Depot’ya gittim Mağusa’da, Mağusa kapısının orada, birinci çemberin orada... İngiliz askerinin kampıydı orası. Orada bir Rum işçi vardı, ona “Sizin tercümanınız vardı, beni ne getirdiniz?” dedim. Leymosun’dan Mağusa’ya gelesin askeriyeye, çaka çaka çaka! 3 saat isterdin! Dedi, “Kovdular Türk’ü” böyle... Acep ne yaptı ki dedim. Neyse, davayı gördük o gün, oldu bitti... Dedim bir sorayım, niçin bunu işten durdurmuşlar... Çünkü bana dediler ki başka tercüman almayacaklar ve Leymosun’dan Mağusa’ya gidip geleceğim! Bela çıktı bana! İstedim öğreneyim, niçin durduruldu işten çünkü bilirdim ki babası da hakimdir... Olabilir babası birine birşey derdi de çıkarmazlardı işten... Bir dava varmış, bir Rumla bir Türk kavga etmişler, asker... Birşeyler soruyor, geveleniyor... Bir yere gelmiş, Denktaş demiş ki Reis’e, “İkisi de yalan söylüyor”... Kendi işi değil o, kendi çevirmendir. “İkisi de yalan söylüyor, ben o kavgayı gördüm” demiş... Reis demiş ki “Hem şahitsin, hem çevirmen? Olamaz, çık dışarı! Yok ki mahkemenin dışına, kamptan da dışarı çık” demiş. O vakit sendikalar da yoktu ki gidesin, söyleyesin... Atıldın kamptan dışarı, oydu... Ondan çıktı gitti, Mağusa Kaza Mahkemesi’nde iş aldı, gene çevirmendi... Sonra gitti okumaya... Yani Denktaş’la ilgili hatıram böyle...
Fakat o gün, hani iş alacaktık tercüman olarak, ben İngiliz’e “Ben bir lisan daha bilirim” dedim. “Acaba geçer mi?” dedim.  “Ne bilin?” dedi. “İtalyanca bilirim” dedim. “Haa!” dedi, “İtalyan kalesinde esirler var, olabilir ihtiyacımız olur” dedi... “Yazın bunu dört lisan!” dedi.
O zaman lisan başına birbuçuk liraydı... Üç lisan, dörtbuçuk lira aylıktı. Şimdi ben dört lisan olduğu için fazla alacağım... Denktaş “İnşallah yeyemen o parayı” dedi bana! Böyle! “İnşallah yeyemen o parayı!”, “Yeycem!” dedim kendine. Kaç sene geçti, her buluştuğumuzda “Yedin mi o parayı?” der bana, unutmaz!
Bu zorlukları çektim ben bu memlekette, iş almak için... Arkan yoksaydı alamazdın bir iş... Onun için dışarı gittim işlemeye...

SORU: 1952’de...
MALYAN:
Evet, 1952’de gittim. Birinci gitmem tarihe geçti... Süveyş Kanalı’na gittim. O vakit Nasır, Faruk’u attıydı dışarı, İngilizleri de istemiyorlardı, kriz oldu Süveyş’te. Arap işçiler karşı kentlerdendi. Ortalık darmadağın olduydu. İngilizler mecbur oldular, dışarıdan ırgat götürsünler. Her taraftan götürdüler, Malta’dan, İngiltere’den, Ürdün’den götürdüler. Kıbrıs’tan da dört bin Türk-Rum işçi gitti, şöför, ırgat, terzi, katip... Ben Kıbrıs’taydım daha... Beni istediler, bana dediler ki “Bir iş var Süveyş’te, zannedersek gidersen yardımın olur...” “Nedir?” dedim, “Kampta Türklerle Rumlar gece gündüz kavga ederler” dedi. “Biz istemiyoruz kavgalar olsun, isteriz kalsınlar, işlesinler, ihtiyacımız var... Bunlara bak bakalım ne yapabilin?” dediler.
Çıktım, gittim. Kuntret (sözleşme) yaptılar bana altı ay için. Dedim gideyim... İngilizce dedim kendilerine “İşime gelmezse, geri gelirim ha! Ben iş aramıyorum!”
Gittim, birinci kampa götürdüler...

SORU: Nasıl bir yerdi Süveyş?
MALYAN: Çöl... Ortada su, iki tarafı çöl... İngilizler bir tarafındaydı, Araplar obir tarafındaydı. Birinci kampa şu gittik, en aksi kamptı bu, kavgacıların kampı... Cenefa Kampı’na... İngilizler götürdüler, kampa baktım böyle, işteydi herkes o saat... Şu tarafta, bu tarafta çadırlar! “Nedir bunlar?” dedim... “Bu yanda Türkler, bu yanda Rumlar, bu yanda Araplar” dediler. “Niçin böyle?” dedim... “Kavga etmesinler diye!” dediler. İngiliz zabit, onun sonra kim olduğunu söyleyeceğim size... İngiliz zabit dedi ki, “Biz seni buraya getirdik, belki birşeyler yapabilin diye. Biz bu tecrübeyle bunu yaptık” dedi, “Sen daha iyi birşey bilirsen, provasını yap” dedi. Dedim “İstediğimi yapabilir miyim?”... “Evet” dedi... Hep çadırları söktürdüm, bir sıraya dizdirdim. Bunlar saat 2’de işten geldi, 500-600 kişi... Katil gibi adamlar! Baktılar ben oradayım, bir kısa pantolon bende, ayağımda çarık gibi birşey çünkü sıcak hava! Çıktım bir kaşanın üstüne, dedim ki “Rumca bilirim, Türkçe bilirim... Türkler kimdir, el kaldırsın, bu yannı, Rumlar da bu yannı...” dedim. “Çadır numara 2, iki Türk, dört Rum, aynı çadıra!”
Onu dedim amma, guduru değildi... Zanaatları seçtim... İki Türk şöför, dört Rum şöför, aynı çadıra koydum. Dedim ki bunlar ne kavgası yapacak? Ya lastik için konuşacaklar, ya eksoz için konuşacaklar, ya batariya için!

SORU: Conflict resolution! Reconciliation!
MALYAN: Evet! Soktum bunları, hep bakıyorlar, bu diktatör kim, bu diktatör kim diye! Rumları da aynı yaptım, Arapları da! Biri çıktı dedi ki, “İngilizler bize ekmek vermiyor!” Bir tabak yemekle yarım ekmek istiyorlardı. İngilizler bir tabak yemeğe bir dilim ekmek veriyordu. Dedim ki oysa kavganın bir tanesi, büyük bir iş değildir bunlara yarmışar ekmek vermek. Bana dediler ki “Ne problem varsa, falan adama telefon edecen! Hemen olacak, akla yatan birşeyse!” Bir hesap ettim, dört bin kişi var bir uçtan bir uca, bunlara yarım ekmek versek adam başına, ekstradan 20 torba un lüzum eder... 20 torba un nedir İngilize? 70 bin asker vardı orada... Eğer işleri olacaksa! Öyleliğine ekmek meselesi halloldu... Türkler komite yaptılar, geldiler... “Evet, nedir?” “Bize” dedi, “Sabah sabah kahvaltıda hınzır verir” yani “bacon”, domuz eti... İngilizlerin kahvaltıları... Dedim yani hiç mi aklı işlemiyor bunların, ne biçim iş yani? Bilmiyorlar ki Türkler domuz eti yemez? Araplar da, Müslüman olanlar, onlar da yemiyor... Gittik... İngilizler “E ne verelim? Burası otel değil!” diyor. Otel değil ama bunun dini böyle, bacon yemez. “Ne verelim?” “Stok ne var? Peynir verin, iki yumurtayla peynir verin Türke ya da bolibif verin ki domuz eti değil” Onu da böyle yaptık. Hep böyle... Komite geliyor, “Bizi İngilizler sinemaya bırakmıyor” diyor. Kampların içinde sinemalar vardı, Kıbrıslılar da giderdi... Şimdi sinemada gösterilen filmde altyazı yok ne Rumca ne Türkçe – İngilizce’dir – yüksek sesle birbirlerine tercümanlık yapıyorlar...

DEVAM EDECEK

Bu yazı toplam 2455 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar