1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Bir Şairin Aldatma Hikâyesi
Bir Şairin Aldatma Hikâyesi

Bir Şairin Aldatma Hikâyesi

Bu iki kişinin kim olduğunu merak ediyorsunuz, öyle değil mi? Kimi kimle aldattığımı, neden aldatılana yalanlar söylediğimi bilmek istiyorsunuz, değil mi?

A+A-

 

Halil Karapaşaoğlu
halilkarapasaoglu@gmail.com

Onunla ilk kez bir kitabevinde tanışmıştık. Ara ara üniversitenin kütüphanesinde karşılaşıyorduk. Sohbet ediyor, dertleşiyorduk. Uzun yürüyüşlerim vardı benim. Onun benden daha uzun yürüyüşleri olduğunu bu yıla kadar bilmiyordum. Tanımak istememiştim, bilmek istememiştim belki de. Hayatımın değişmesinden korkuyordum. Sezgilerim, düşüncelerim, heyecanlarım, alışkanlıklarım değişirse, kime tutunacaktım. Yalnızlığımızda, bizi ayakta tutan, sıradanlaşan şeyler değil mi? Her gün yaptığımız şeylere daha çok sarılmaz mıyız? Oysa geçmişe dönüp baktığımızda, hayatın sıradanlığından şikâyet etmişizdir. O sıradanlıklar bizim köklerimiz olur gün gelince. Zayıflığımızı kapatacak yapraklar bir kış mevsiminde.    

17 yıllık bir ilişkim vardı. İlk aşkımdı. Korkuyu, nefreti, aşkı, sevgiyi onunla öğrenmiştim. Onunla ifade ediyordum kendimi. Arkadaşlarım onu çok sevmişti. İkimizi yakıştırıyor, bu ilişkinin resmileşmesi gerektiğini söylüyorlardı. 2013 yılında onların istediği gibi oldu. Bütün her şey resmileşmişti. Bizi tanımayan insanlar dahi artık birlikte olduğumuzu biliyorlardı. Onunla anılıyordum.

Bu iki kişinin kim olduğunu merak ediyorsunuz, öyle değil mi? Kimi kimle aldattığımı, neden aldatılana yalanlar söylediğimi bilmek istiyorsunuz, değil mi? Bu benim özel hayatım. Sizi ne kadar ilgilendirir, bilmiyorum. Ama bilmek istediğiniz her şeyi anlatacağım. 17 yıllık ilişkimde nasıl seviştiğimi, hayatıma yeni giren kişiyle kavgalarımı, yaşadığım kıskançlık krizlerini… Her iki farklı kişinin bütün özelliklerini ifade etmeye çalışacağım. Sevgili Emel bana söz verdi. “Bu yazıyı sadece belirli kişiler okuyacak” dedi. Bu yazıyı okuyacak kişiler de, dedikodumu yapmayacaklarmış. O dostlarına güveniyor. Bense hepsinden nefret ediyorum. Bir araya geldiklerinde benim yüzüme baka baka arkamdan konuşacaklar. Biliyorum.

“Halil çok eşlidir” diyemem. Ben bugüne dek bir kişiyi sevdim. Şimdi ise iki kişiyi seviyorum. İnsan iki kişiyi sevemez mi? İki kişiyle aynı yatağı paylaşamaz mı? Neden yataklar iki kişilik? Üç kişilik şilteler yapsalar olmaz mı? Şilteler bile ahlaklı bu dünyada. Hani bu evde diyorum üç kişi birlikte oturup kahvaltı yapamaz mıyız? Benim için her ne kadar ikisi de birbirinden farklı olsalar da, onlara baktığımda tek bir kişiyi görüyorum. Her ikisi de birbirini tamamlıyorlar. Aldatma da bir yerde noktalanıyor. Ömür boyu bu şekilde yaşanmaz. Yaşım kaldırmıyor. “Ş” ile “R”yi tanıştırmaya karar verdim. Bir araya geldik. Bir şişe şarap bitirdik bir akşam. Yağmur yağıyordu. Yağmurlu gecelerde insanların zihni ve sezgileri açık oluyor. Sınırlarını ortadan kaldırmaya müsaitler. Yağmur üzerimize sinen bütün kuralları alıp toprağa doğru süzüyor. Hafifliyoruz. Sonrası, sonrası malumunuz.

“Ş” yi 15 yaşımda tanımıştım. İçimde büyük fırtınalar kopuyordu o yıllar. Nasıl tanıştığımızı hatırlamıyorum. Gizli gizli odamda buluşur, anlamasak da, anlaşamasak da konuşurduk. Mumlar yakardım. “Captain Black” puroları alır gizli gizli içerdik. Köyümün hemen çıkışındaki toprak yolda yürüyüşlere çıkardık. Boş bir tarlanın içinde terkedilmişçesine duran ağacı anlatırdı bana. Dinlerdim sıkılmadan. “Ş” çok sade biriydi. Tasarrufluydu. Her şeyin özüne ulaşmaya çalışır, kendini anlatırken az sözcük kullanırdı. Derindi. İçinde bir musiki vardı. Şarkı söyler gibi konuşurdu. Karakterleri sevmiyordu. Genelde sevmiyordu desem daha doğru olur. Zaman ve mekân kavramına mesafeliydi. Anlattıkları bir kafede geçsin mesela. Bir kenti anlatsın, hüzünlerin tarihinden bahsetsin. Hindistan’da başlayan bir yolculuk, Mars’ta bitemez miydi? Beni alıp 1650 yılına götürsün oradan 2400’e gidelim. Zamanlar ve mekânlar arasında gidip gelmeleri sevmiyordu. “Ş” bilim kurguyu çok sever, tarihten nefret eder, diyemiyordum. Hepsinden bir parça bir şeyler olabiliyordu ama uzun uzun betimlemeler yapmak ona göre değildi. Hani diyaloglar olsa, içinde monologlar belki de, daha heyecanlı olmaz mıydı? Noktalama işaretleriyle oyunlar oynasa bana, konuşurken bir atmosfer yaratsa, bir manzara çizse sözcükleriyle, alsa beni o dünyanın içine kötü mü olurdu? Kaç kez konuştum. Kendimi ifade etmeye çalıştım. İnatçıydı. Antik Yunan hayranıydı. Antik Yunan’da bu şekilde tanımlamışlar, bu şekilde sınırlarını çizmişler. Biraz sınırlarını esnetse, kişiler yaratsa mesela içinde, ‘olay’lara şöyle ucundan bir göz kırpsa… Olmaz mıydı? Hayatın fazlalıkları sıkıcı gelirdi ona. “Ne gerek var bütün bu anlattıklarına?” diye sitemde bulunurdu bana. Tiyatroyu sinemaya, sinemayı müziğe, mühendisliğe karıştırsak, aşkımızı farklı anlatım teknikleri kullanarak ifade etsek, ilişkimiz farklı bir boyut kazanacaktı. Olmadı. Ben de onu olduğu gibi kabul etmiştim. Onu, onun içinde çözmeye çalışıyordum. Onu, onun içinde yaratmak için mücadele veriyordum.         

2017 yılının ilk aylarında “R” ilk kez evimize geldi. Çalışma odasına geçtik. “Ş” evimizin hemen yanındaki kumsal parkında yürüyüşe çıkmıştı. Yıllar önce konuşmaya bile tahammül edemezken şimdi her şey değişmişti. O hep aynıydı. Ben değişmeye başlamış, hayattan farklı beklentiler içine girmiştim. Bir şeyi bir şey içinde aramaktan sıkılmıştım. Zamanlar ve mekânlar arasında bağlantılar kurma peşindeydim. Şehirde yaşamaya başladığımdan, gördüğüm tek şey ucuz ve sefil apartman daireleriydi. Manzaralar farklı atmosferler yaratmaya ihtiyacım vardı. “R”, “Ş” gibi değildi, bütün bunların hepsine açıktı. Bana birlikte olduğu kadınları, erkekleri anlatıyordu. Antik çağlardan başlayıp, günümüze, bazen geleceğe dair konuşmalarımız olurdu. İçinde adlarını daha önce hiç duymadığım insanlar vardı. Yaptıkları işlerden, yaşadıkları şehirlere hatta ekonomik sınıfları benzeşmeyen insanlar… “Ş” bir düşünceye göre yaşarken, “R” yaşıyor ve bizler “R”nin yaşadıklarına düşünceler uydurma telaşına giriyorduk. Ona karşı arzumu tetikleyen, onun özgürlüğü ve özellikle son zamanlardaki aidiyetsizliğiydi. Postmodern dönemlerden geçiyorduk biz de nasıl olsa…

“Ş”yi hiç düşünmeden terk edebilir “R”ye gidebilirdim. “Ş”nin sadeliği, derinliği, içindeki musiki beni rahatsız etmiyor, tam tersine “Ş”nin bu özelliklerini de arzuluyordum.  Hayatımda hep bir şeyi sevmem gerektiği söylendi. Okula giderken ya sayısalı seçecektim ya da sosyal bölümleri. İş hayatımda sadece bir iş yapmam telkin edilirdi. Bir alan seçip, o alanda yoğunlaşacaktım. Ya Allah’a inanacaktım ya da onu reddedecektim. Hiç iki kişiyle evlenen birini gördünüz mü? İki kişiye aşık olan dostlarınız oldu mu? Olmaz. Olsa bile kabul görmez buralarda. 30’lu yaşlarımın başında bulmuştum ne istediğimi. “Ş” ve “R” sizin için ayrı iki kişi olabilir. Ben onlara baktığımda tek bir kişi görüyorum. Her ikisinin varlığından mutlu oluyorum. İkisi karışınca tutkularımın daha ateşli olduğunu hissediyorum. 16 yaşındaki bir ergen gibi enerji doluyorum, içim içime sığmıyor. Kim ne derse desin. Benim umurumda değil açıkçası. “Ş” bu durumu kabullenmekte zorlansa da, onunla konuşunca, derdimi anlatınca, ona olan aşkımın bitmediğine ikna olunca bu durumu kabul etti. Ben çok eşli değilim. Tek eşliyim. “Ş”yi ve “R”yi birlikte seviyorum. Ondan dolayı “Ş”iirle, “R”omanın iç içe geçtiği yeni metinler yazmaya hazırlanıyorum.

      

 

 

 

 

Bu haber toplam 3807 defa okunmuştur
Gaile 447. Sayısı

Gaile 447. Sayısı