1. YAZARLAR

  2. Neşe Yaşın

  3. BARIŞ ALARMI
Neşe Yaşın

Neşe Yaşın

BARIŞ ALARMI

A+A-

Bu dünyada olabilecek en kötü şey, bir durumu olumluya doğru değiştirme şansımızın olmadığına inanmaktır. Sokaklara dökülsek, bağırsak çağırsak, türlü türlü kampanyalar yapsak, sosyal medyayı sallasak da bir değişim yaratamayacağız duygusu herhalde karanlığın dibi gibi bir şey. Toplumsal olduğu gibi kişisel hayatlarında da kendini karanlığa gömen insanlar vardır. Artık özlenen başarı ve aşk gelmeyecektir bir daha, zaman geçmiş, her şey için geç kalınmıştır; hayat böyle gölgelerde sürüp geçiverecektir işte… Buna inanan insanlar kendi ışıklarını kendileri söndürüp derin bir uykuya dalarlar, içlerindeki çiçekleri susuz bırakıp soldururlar. Yenik düştüklerini kabul etmenin kederlerini yatıştıracağını en azından yorgunluklarını azaltacağını sanırlar. Bunun nedeni sayısız düş kırıklıkları, hikâyenin sonunu başlangıcından tahmin etmektir kuşkusuz ki… İnsan bir noktada pes eder ve hayata küser. Kalbin kırıkları onarılamayacak kadar çoğalır.
Böyle davrananlar yaşama şansı olan hayalleri yok edip hayatın fişini çekerler. Oysa hayattaki sayısız hikâyeye bakarsak her an her şeyin mümkün olduğunu görebiliriz. Bir yere varanlar mücadeleyi elden bırakmayanlardır.

Hafta içinde TÜYAP kitap fuarı için İstanbul’daydım ve orada gözlemlediğimi bir kolektif depresyon hali olarak tanımlamam mümkün. Ülkede yaşanan felaketin büyüklüğü bunu anlaşılır kılıyor tabii ki. Özellikle Türkiye’deki kadın arkadaşlarımın dehşetli bir korku içinde olduklarını görmek içimi burktu. Kadınların her türlü kazanımlarının yok edileceği bir düzene doğru gidildiğinin korkusu içindeler. Her türlü demokratik hakkın yok edildiği, seçilmiş siyasilerin, aydınların yazarların hapse atıldığı, adım adım karanlık bir geleceği doğru yol alınan bu ortamda eli kolu bağlanmış halde kalmanın kederini yaşıyorlar.

Dünyanın hali de hiç iç açıcı değil. Neo-liberalizmin bizi getirdiği bu noktada popülizm ile zehirlenmiş, algı yönetimi ile avlanmış yığınların tepkilerini gösterdikleri sandıklar moralimizi bozmaya devam edecek gibi görünüyor.

Böylesi bir konjonktür içinde Kıbrıs’ta bir çözüm umudu taşımamız mümkün mü peki? Ben “Neden olmasın?” diye düşünüyorum.

Öncelikle çözümün olmaması durumundaki seçeneğin ne kadar korkunç bir sonucu olabileceğini tüm Kıbrıslı Türklerin görebilmesi gerek. Şu an barış alarmı var. Lütfen herkes dikkat kesilsin buna…
Değişim zaman alır belki ama bir noktada kaçınılmaz olur. Bir zamanlar adanın bir tarafından diğer tarafına gitmek dünyanın en imkânsız şeyi gibi görünüyordu. Şimdi mümkün. Daha önceleri hayal bile edemediğimiz pek çok şeyin mümkün olması gibi…

Onlarca yılın emeği var ortada ve hayattaki deneyimlerimize bakarsak emek verilen bir şeyin başarıya ulaşma şansının yüksek olduğunu görebiliriz. “Artık yeter!” noktasına gelinir bazen ve mümkün olanın azamisi ile yeni bir başlangıca gidilebilir. Bunun işaretleri de görülüyor bana kalırsa.

Pazartesi ara bölgede gerçekleşecek iki toplumlu etkinliğin kalabalık olmasından daha önemli bir başkaldırı yok şu anda diye düşünüyorum birkaç gündür… Keşke kalabalık olsa... Akın akın gidebilsek ve dünyaya güçlü bir mesaj verebilsek. Yarın 19.30’da Ledra Palas’ta yer alacak buluşmada bulunmak kalbimizin yönünü söylememiz için önemli bir fırsat.

Etkinliğin kalabalık olması için iyi duyurulması, iyi örgütlenmesi gerekir kuşkusuz. Bunun ne kadar başarılı olduğunu bilemiyorum.

Pazartesi Ledra Palas’ta yaşanan tarihi bir gün olabilir diye bir his var içimde yine de. Pazartesi olmazsa başka bir gün kesin olacaktır.

Kıbrıs’ın iki tarafında da çözümün gelmesini isteyen önemli bir insan potansiyeli var. İçlerine bir inanç kıvılcımı düştüğü anda harekete geçebilecek ve güçlü mesajını görüşme masasına ulaştırabilecek bir yüzde bu…

Tehlike sirenleri çalıyor ve geleceğimizin yönünü belirlemek bizim elimizde.
Yarın Ledra Palas’a, başka çare yok…

Bu yazı toplam 1953 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar