1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Aylaklık, Çalışmak ve Üretkenlik
Aylaklık, Çalışmak ve Üretkenlik

Aylaklık, Çalışmak ve Üretkenlik

Çalışma ve tembellik ikiliğini nasıl aşabileceğimizi bulmalıyız. Çünkü modern insan çalışmayla boş zaman arasındaki iki kutup arasına sıkışmış durumdadır.

A+A-

Yılmaz Akgünlü
yakgunlu@yahoo.com

Aylaklık bütün kötülüklerinin kaynağı. bütün erdemlerin tacıdır.... Kafka

“Hafta sonu ne de güzel geçmişti oysa, sabah belli bir saatte uyanmam gerektiği için değil uykumu alarak uyanmıştım. Uyandıktan sonra kendime gelmek için en sevdiğim koltuğuma oturdum ve etraftaki sesleri dinledim, kuşlar cıvıl cıvıl öterdi, uzaklardan arabaların sesleri gelirdi, ruhumun sabahın dinçliği ve neşesiyle dolduğunu hissettim. Sonra kahvaltı hazırlamaya koyuldum, arkaplanda Takemitsu’nun “How slow the wind / tree line” albümü çalardı. Telaş yoktu, stres yoktu, anlar yumuşak bir ırmak gibi akardı. Biraz kitap okuduktan sonra hazırlanıp arkadaşlarımla buluştum, dağlara yürüyüşe gittik, hava serin ve kapalıydı. Dünyanın acelesi yok gibiydi, biz de buna uyduk. Yürüyüş boş gevezelikler ve şakalarla şenlenmişti. Bir süre sonra sustuk biraz yalnızlığımızı hissederek yürümek istemiştik. Zihnimi çevreden gelen izlenimlere açtım. Tanımlayamadığım güzel bir açılım vardı içimde. Buna yaşadığını hissetmek, yaşamaya doyamamak hissi diyebilirim belki de. Yüksek bir yere çıktık, uzaklarda ovalar kocaman ve uçsuz bucaksızdı. Uzaklarda ovaların bittiği yerde dingin bir güçle sapasağlam duran ulu dağlar görünürdü. Bütün gün bu şekilde aktı, eve döndüğümde günün bütün güzelliği içimde birikmişti. Çok uzaklara doğru açılmıştı iç dünyam sanki, geçmiş gelecek, dünyanın sonu gelmez hazineleri önümdeymiş gibi kıvanç doluydum. Mutlulukla uyudum, sabah alarmın sesiyle uyandığımda ise pazartesiye başlamanın sıkıntısıyla içimde biriken ilhamın çoğu uçup gitmişti. Belli belirsiz bir neşe vardı hala, ama o da yerini okula yetişme telaşına bırakmıştı. Dün içimde biriken onca güzel şeyin bu koşturmacanın ağırlığı altında uçup gitmesi üzmüştü beni. İş günleri başlamıştı”

İnsanlar neden çoğunlukla sevmedikleri işleri yapmak zorundadırlar? Yapılan araştırmalar çoğu insanın işinden zevk almadığını sadece para kazanmak ya da “iyi bir yere gelebilmek” için işlerine katlandıklarını gösteriyor. İnsanların aktif yaşam saatlerini böylesine verimsiz ve mutsuz geçirmesinden daha büyük bir sorun olabilir mi? Ancak bu konu sadece devleti ya da kapitalizmi suçlayarak gerçek bir çözüm bulamayacağımız kadar büyük bir konu. Çünkü büyük olasılıkla çok iyi düzenlemeler yapsak bile bizler insanlar olarak kendi gerçek kimliğimizi bulmadıkça ve kendimizi tanımadıkça bir yerlerden gelen hazır para için gene sömürü düzenine öyle ya da böyle kapılırız.

Belki de bu yüzden çalışmanın tersi olarak görülen aylaklık ya da tembellik çağımızda en çok kötülenen erdemlerden biri olagelmiştir. Elbette bunda çağımızın çalışma saplantısının da büyük payı olsa gerek. Amerikalılar Kızılderililerle ilk karşılaştıklarında onları neredeyse bütün gün bir şey yapmadan oturan insanlar olarak tanımlamışlardır. Peki gerçekten Kızılderililer hiçbir şey yapmadan oturmakla zamanlarını öldürüyorlar mıydı? İçlerinde neler yaşadıklarını kim bilebilir? Kızılderililer gibi Avrupa dışında yaşayan birçok halk tembel oldukları gerekçesiyle küçümsenmişlerdir. Hintliler saatlerce boş boş oturup meditasyon yaptıkları için eleştirilmiş, Araplar, Türkler, Siestasıyla ünlü Meksikalılar bütün günü boş boş geçiren halklar olarak ün yapmışlardır. Kıbrıs insanının da bu yaftalamadan payını aldığını söylemek abartı olmaz sanırım.

Avrupa’da Rönesans ve Reform hareketleriyle başlayan aydınlanma çağı, bireyin çalışkanlığını, aktif olmasını ve kendini ortaya koymasını teşvik ediyordu. Kimilerince ilk modern insan olarak gösterilen Montaigne, Aylak Ruhlar adlı denemesinde “Ruhlar da böyledir; onları bir fikirle uğraştırıp dizginlerini tutmazsanız, uçsuz bucaksız bir hayal dünyasında, başıboş, öteye beriye dolaşıp dururlar. Böyle bir aylaklık içinde ruhların kurmadığı hayal, düşmediği kuruntu, yaratmadığı gariplik kalmaz” diye yazmıştı. Son birkaç yüzyılda yükselişe geçen protestan ahlakının da etkisiyle çalışmak gitgide yüceltilirken tembellik ise neredeyse bütün olumlu anlamlarını kaybederek sadece vakit öldürmeye indirgenmiştir. Max Weber, Protestan Ahlakı ve Kapitalizm Ruhu’nda çok çalışmayı, kazandıklarını harcamak yerine biriktirmeyi öğütleyen protestan değelerinin nasıl Kapitalizmin alt yapısını oluşturduğunu anlatır.

Çalışmak tembelliğin zıttı olarak algılanmıştır. Oysa Erich Fromm’a göre batılı insan çalışmak fikrine neredeyse saplanıp kalmıştır. “Zorunlu etkinlik (aşırı çalışma) tembelliğin zıttı değil tamamlayıcısıdır; her ikisinin de karşıtı, üretkenliktir... Üretken iş, sevgi ve düşünce sadece kişi gerektiğinde sessiz ve kendisiyle yalnızlık içinde kalabildiğinde mümkündür” der Fromm.

Çalışma ve tembellik ikiliğini nasıl aşabileceğimizi bulmalıyız. Çünkü modern insan çalışmayla boş zaman arasındaki iki kutup arasına sıkışmış durumdadır. Bir tarafta istemediğimiz halde gitmek zorunda olduğumuz bir işimiz ve bu işimizle kazanmaya çalıştığımız maddi menfaatler ve statü arzusu varken, diğer tarafta tembellik sanatını unuttuğumuz için zevk almak yerine boşluk kaygısı altında mutsuzlaştığımız boş zamanlarımız vardır.

İşi yaşamın bütününden ayrı ve katlanılması gereken bir cehennem gibi görmemiz yaşamın o “kalan” değerli parçasını da yaşamamızı engelliyor. Theodore Zeldin iş-hayat dengesi denen şeyin iş dışındaki aktiviteleri yücelterek daha iyi bir yaşam umudu sunduğunu ve böyle yaparak da birçok işin ayrıcalıklı bir kesim dışında hala herkese zerk ettiği bunaltıcı etkileri göz ardı ettiğinden söz eder.

Biz her şeyden önce kim olduğumuzu ve ne yapmak istediğimizi tam olarak bulmadan bir meslek seçmeye karar veriyoruz. İşimizden zevk alabileceğimizi düşünüyoruz, ancak bu zevkin yanında uğraşmak zorunda olduğumuz o kadar çok istemediğimiz şeyler var ki, işin hoşlandığımız kısmının tadına bile varamıyoruz. Bir anlamda sistemin bize sunduğunu iddia ettiği güvenli kazanç uğruna özgürlüğümüzden ve günlerimizi anlamlı geçirme duygumuzdan vazgeçiyoruz. Birçoğumuz istediğimiz gibi yaşamak için emekliliğimizin gelmesini bekliyoruz, ancak emeklilik geldiğinde yaşamımızın daha dinç ve üretken olabileceğimiz büyük bir kısmını feda etmiş oluyoruz. Üstelik o noktadan sonra yeniden sevdiğimiz uğraşlara kendimizi adamamız da çok kolay olmuyor.

Tembelliğe Övgü

Konuya tembellik ve aylaklıkla başladık. Bu acımasız sistemin sürmesi için kınanması gereken en büyük kötülük tembellik haline geldi. Ancak biz gerçekte çok çalışsak da bu gerçek bir çalışma değildir, bu defa da gerçek özgür doğamızın gerektirdiği çalışmalar konusunda son derece tembel bir hale geliyoruz. Günümüzde artık sadece para kazanmakla sonuçlanan işleri çalışmadan sayıyoruz. Oysa gerçek çalışma bir insanın öğrenmesini, yapmaktan hoşlandığı becerileri kazanmasını, kendini ve başkalarını genişletecek, daha çok insan kılacak etkinlikleri yapmasını sağlayan işlerdir. Toplumsal ahlakın acımasız bir düşmanı olan Nietzsche, İnsanca, Pek İnsanca’da “Eğer aylaklık gerçekten tüm kötülüklerin başlangıcı ise, hiç olmazsa bu yüzden tüm erdemlerin en yakınına düşer; aylak kişi her zaman aktif kişiden daha iyi biridir. - Ama boş zamandan ve aylaklıktan söz ederken sizi, siz miskinleri kastettiğimi elbette düşünmüyorsunuz değil mi?” Çünkü Nietzsche’ye göre toplumun iyi dediği şeyler büyük olasılıkla bizi “adam etmek” için tasarlanmış prangalardır. “Her zaman aktif olmak”, insanın kendisine hiç zaman ayırmadığını ve içinde bulunduğu kölelikten kurtulmak için hiçbir içgörü ve güç biriktirmeye zamanının kalmadığını gösterir. Kendini üretememek öylesine korkunç bir hastalıktır ki, insana başkalarının sunduğu yolları izlemekten başka seçenek bırakmaz. Bu yüzden de düzeni yönetenler tarafından daha da kolay yönetilir hale geliriz. İstemediğimiz bir işte çalışmak bizi varoluşun birçok uğraşmamız gereken zorlu konularından da muaf tutar. Kendimize dönüp içimizdeki zayıflıklara, bencil ve dar görüşlü zihnimize bakamayacak kadar meşgul oluruz. Var olmanın zorlu yokuşunu çıkmakla uğraşmaktansa yok olmanın aşağı doğru giden bezginliğinde gitgide daha da hissizleşerek sürükleniriz.

İşte bu nedenle aylaklık çok önemlidir. Artık aylaklığı yeniden hatırlamanın ve hatta onu daha da geliştirerek öğrenmenin zamanı geldi. Aylaklık, bir insanın hiçbir şey üretmemesi değildir, o sadece gerçekten gerekli olan şeylerin üretilmesi için boşluk yaratabilmektir.

Aylaklık doğru şeyler için sorumluluk almaktır. Örneğin yaşamdaki ana sorunumuz olan yiyecek bulma sorunumuzu düşünelim. Uygarlıkların bu kerte her şeyi yok edecek kadar büyümediği dönemlerde insan, doğanın bir parçası olarak kendisine yetecek yiyeceği yeterinden fazla bulabiliyordu. Doğal çevrenin tek yönlü olarak bozulmasıyla, insanın yiyecek bulması da sorunlu hale gelmeye başladı. Lin Yutang, The Importance of Living adlı eserinin “Çalışan Tek Hayvan Olarak İnsan” bölümünde uygarlığın temel olarak yiyecek bulmakla ilgili olduğunu söyler. Ancak sonunda yiyecek bulmak bu kadar zorlaştırılmamış olsa insanlarda bu kadar çok çalışmak zorunda olmazdı diye ekler. Öyle bir toplumsal yapı kurulmuştur ki, insanlar kendilerine yetebilecekleri küçük ve mutlu topluluk yaşamlarından uzaklaştırılmış ve şehirlerde yiyecek kaynaklarına ulaşımın tek yolunun para kazanmak olduğu bir sistemde yaşamaya mahkum olmuşlardır. Mutlu yaşamak için gerçekten kaç nesneye ihtiyacımız vardır? Yiyecek, giyecek ve barınma gibi temel ihtiyaçlarımızın çok ötesine geçmiştir bugünkü ihtiyaçlarımız.

Üretken Tembelliğin Felsefesi 

Kavramlara nasıl anlamlar vereceğimiz yaşam felsefemizle bağlantılıdır. Ne yazık ki içinde bulunduğumuz çağ bize varoluşumuzu en derin boyutlarıyla tanıyıp gerçekleştirecek yaşam felsefemizi oluşturmamızda yardımcı olamıyor. Derme çatma bilgilerle kavramlara basmakalıp anlamlar verince de felsefemiz bizi yaşam denizinin azgın dalgalarından korumaya ve ilerlememize izin vermeyecek ölçüde zayıf kalıyor. Tembellik kavramı da bu yetersiz felsefede olumsuz, basit bir anlama sahiptir. Uyuşuk bir üretkensizlik anlamında tembellik elbette istenmeyen bir şeydir. Oysa gerçek anlamda aylaklık insan olmanın en üst anlamlarına varmanın anahtarıdır. Kierkegaard’ın Kahkaha Benden Yana’da şöyle haykırdığını duyabiliyoruz: "Aylaklık bir kötülük değildir; hatta, aylaklık hissinden yoksun her insan bu özelliğiyle ancak bilincinin insanlık seviyesine henüz yükselmediğini gösterir."

Bu yazıdaki amacım zorlanımlı çalışma ve para kazanma kültürüne bir başkaldırı olarak gönüllü, bilinçli bir tembellik anlayışını öne sürmek. Tembelliğin en üst düzey aktivite ve bize hem keyif veren hem de yaratıcı yönlerimizi besleyen bir tutum olabilmesi için aşağıdaki varsayımları incelememiz gerekir.

Birincisi, en üst düzeyde aktivite bilinçdışı etkinliğimizin serbest bırakılmasıyla ilişkilidir. Bu fikrin ardında şu düşünce yatar: Zihnimde doğanın en gizil güçleri saklıdır ve bu güçlerin aktifleşebilmesi için bir anda tek bir konuya fayda yönelimli biçimde odaklanan zihnin etkinliği (yani çalışma) kısıtlanmalıdır. Yani insan bilinçli ve tek odaklı dikkatini pasifleştirebilirse özgür ve kendiliğinden akan yaratıcı zihin açığa çıkar.

İkincisi, insan kendisinin sürekli bir biçimde bilincinde olursa, davranış ve düşüncelerini devamlı izleyip yargılarsa, düşünce ve davranışları serbestçe akamaz. Bir çocuk gibi yaşamdan neşe ve heyecanla zevk alamaz. İnsanın kendini sürekli bu şekilde zorlanımlı bir biçimde izleyip kendisini kendi dışında algılaması ruh sağlığı açısından çok yıkıcıdır. Kişilikte bölünmeye neden olur. Tembellik insanın kendi zihnini tamamen serbest bırakarak ama aynı anda algısını açarak kendisiyle barışmak için kendine zaman ayırabilme sanatıdır.

Üçüncüsü, içimizdeki gerçek insanın etkinliği büyük ölçüde sessizliğin içinde ortaya çıkan, dışardan algılanamayan, doğrudan kontrol edilemeyen ve sınırları olmayan bir açılımdır. İnsan kendi gerçek benliğini yaşayan bir oluşum halindeyken sevmeyi, onaylamayı başardığında zihni ona hem sorunlarını çözecek ipuçlarını sağlar hem de kişiliğinin güçlenmesini sağlayacak bilgelik gücü açığa çıkar. Virgina Wolf’un Kendine Ait Bir Oda’da yazdığı gibi “ Yüzeyin altındaki hakikat bazen aylaklık anlarında, düşlerimizde üste çıkar.”

Toplumda umutlu, heyecanlı, kendine güvenen, yeni yaşam ve üretim biçimlerine açık insanların çoğalmasına ihtiyacımız var. Çağımızda “Severek Yapılan İş Kültürü”nü kökleştirmek ve bütün engellerine rağmen onu devasa bir Yol haline getirmek zorundayız. Çalışma konusu bir bütün olarak yaklaşmamız gereken yaşama sanatının önemli bir parçası olarak görülmelidir.

Önümüzdeki en büyük engel, doğru yaşama konusunda zihnimize yerleşmiş birçok yüzeysel ve verimsiz önyargı ve varsayımlarımızla karşılaşmak olmalıdır. Bu varsayımlarla karşılaşıp üretken yaşayan bir insanın açık bir imgesine ve pratiğine ulaşmak durumundayız. Her konuda olduğu gibi burada da daha iyi bir yaşam biçimine ve kişiliğe sahip olabileceğimiz konusunda inançlı ve umutlu olmamız gerekir. Sorunlarımızın en derin temellerine kadar inebilme cesareti gösterebilmeli ve bu yolu arayışımızı en önemli uğraşımız haline getirebilmeliyiz.

Gerçekten gücü olan bir insan, zamanına sahip olan bir insandır. Hepimiz açık bir şekilde biliyoruz ki, hiçbir şey zaman kadar geri döndürülmez değildir. Sürekli çalışıyoruz. Ama ne için? Eğer kalbimizi kanatlandırıp ruhumuzu uçuramıyorsak bütün bu koşturmacanın ne değeri var? Sevdiğimiz işleri yaparak, sevdiğimiz insanlarla birlikte onlara ve kendimize güzel şeyler katarak da tembel olabiliriz. Tembellik miskin miskin oturup zaman öldürmek değildir. O kendimize ve bütün dünyaya var olma ayrıcalığı tanımaktır. Varoluşun kendi kendisiyle buluşup kendi yüceliğini onaylaması ve kutlamasıdır. Ve bu sonsuza kadar sürecektir.

Bu haber toplam 5756 defa okunmuştur
Gaile 458. Sayısı

Gaile 458. Sayısı