1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Avrupa, İslam ve Nihilizm…*
Avrupa, İslam ve Nihilizm…*

Avrupa, İslam ve Nihilizm…*

Avrupa, İslam ve Nihilizm…*

A+A-

 

7 Ocak 2015’te yazarın adını ilk kez duymuştum. Charlie Hebdo ofisi El-Kaide mensubu teröristler tarafından basıldığında, o gün çıkacak sayının kapağında onun karikatürü yer alacaktı. ‘Bilge Houellebecq’in Tahminleri’ başlığı altında büyücü şapkası, elinden düşürmediği sigarası ve dişleri dökülmüş şekilde karikatürize edilen yazarın iki tahmini vardı: ‘2015’te dişlerimi kaybedeceğim,’ ‘2022’de Ramazan’ı kutlayacağım’. İkinci tahmin, Houellebecq’in Ocak 2015’te yayımlanan altıncı romanına bir göndermeydi. Başı geçmişte İslam dini hakkında yaptığı tartışmalı söylemlerle Fransız yargısı ile derde giren yazar, Soumission adlı (Fransızca’da ‘boyun eğmek’ veya ‘itaat’ anlamında, İngilizce’ye Submisson olarak çevrilen) son romanında, 2022 yılında Cumhurbaşkanlığı seçimini Müslüman bir liderin kazanması ile İslami hukuğa geçiş yapan bir Fransa’dan bahseder.  

1956 doğumlu Fransız yazar, romancılığının yanı sıra, şair, film yapımcısı ve edebiyat eleştirmeni olarak da bilinmektedir. Çok yönlü becerileri ve birçok edebi ödüle layık görülmesine rağmen Michel Houellebecq hakkında görüşler keskin farklılıklar gösterebiliyor. Kimilerine göre bu çağda Fransa’dan çıkmış en önemli romancılardan sayılan Houellebecq aynı zamanda başkaları  tarafından ırkçılık, İslamofobi ve müstehcenlikle suçlanabiliyor. Romanlarında polemik yaratacak konulardan kaçınmayan yazar, yeni kitabında işlediği konu ile de bu yönünü ortaya koymaktadır. Ne var ki, yazarın keskin eleştirel zekasının odağında sadece İslam dini olmamakla birlikte, Hristiyanlık, İsa, liberalizm, ölüm, aşk, varoluşsallık kaygısı gibi birçok konu Houellebecq’in nihilizmden bolca beslenen bakış açısından nasibini alır.

Soumission’u, İngilizce çevirisi yayınlanır yayınlanmaz aldım. Fakat okuma fırsatını, 21. yüzyılın içine savrulduğu anlam bulanıklığının belki de hat safhaya ulaştığı bir dönemde bulabildim. Uzun süre kitaplıkta duran roman, üzerine giydiklerini plajlarda gezinen otomatik silahlı Fransız  polislerin mecbur bırakması sonucu çıkaran Müslüman kadın vakasını görünce aklıma geldi. ‘Özgürlük, eşitlik, kardeşlik’ gibi bir parolayı şiar edinmiş bir milletin yöresel kanunları Müslüman kadınların plajda ‘burkini’ giyerek güneşlenmesini veya denize girmesini ‘milli güvenlik’ sorunu teşkil ettiğinden ötürü yasaklamıştı. Kitabı elime alırken, bir yandan, bu anlam bulanıklığına sebep veren olgular hakkında belki bazı ipuçları bulurum diye heveslenmiştim. Diğer yandan da, Houellebecq’in İslam dini üzerine olan tartışmalı fikirleri ışığında bu hevesimin ne kadar yanlış olduğu konusunda şüphelenmiştim…

Romanın kahramanı, 2022 yılında, Paris III’te edebiyat profesörlüğü yapan ve kırklı yaşlarında olan François’dır. Houellebecq, François ile hayattan beklentisi gittikçe azalan, cinsel ve duygusal algılarının sonuna yaklaştığını hisseden, ve akademik başarılarının artık geride kaldığı kaygısı yaşayan bir adam betimler. Romanda baş kahramandan belki de daha önemli olan unsur François’nın Paris’te kendini içinde bulduğu politik ortamdır. François Hollande’ın felaket geçen ikinci cumhurbaşkanlığı döneminin ardından, Fransa, işsizliğin hat safhada olduğu, sokak çatışmalarının yaşanıp, çete cinayetlerinin işlendiği bir dönemde seçime gitmektedir ve aşırı milliyetçi Ulusal Cephe Partisi adayı Marine Le Pen seçimi kazanacak gibi gözükmektedir. Bu ihtimal karşısında, iki partili sistemin köklü partileri olan Sosyalist Parti ve Halk Hareketi Birliği, ağırlıklarını Müslüman Kardeşler Partisi adayı olan Mohammed Ben-Abbes’dan yana koyup onu cumhurbaşkanı seçtirirler. Hükümeti Müslüman Kardeşler Partisi ile kuracak olan Sosyalist Parti, eğitim ve aile politikaları ile cinsiyet eşitliği konularında İslami hukuğa göz yummak zorunda kalacaktır. 

Soumission’u oldukça ilginç bir roman kılan özellik Houellebecq’in olagelen politik yapıyı neredeyse başarılı bir doğu-batı sentezi olarak okuyucuya aktarmasıdır. Yazar bunu bir nebze, Allah’ın varlığını astronomiden, katı ataerkil düzenini de Darwin’in doğal seleksiyon tezinden esinlenerek açıklayan ve Müslümanlığa uzun bir süreden beridir geçmiş Fransız üniversite rektörü karakterinde belli eder. Bir nebze de, Ben-Abbes’ın Roma İmparatorluğu’ndan ilham alarak ortaya koyduğu Büyük Avrupa Birliği projesi ile ima eder. Bu projeye göre, Müslüman ülkeler olan Türkiye, Fas, Tunus, Libya ve Mısır hızlandırılmış şekilde Avrupa Birliğine üye olacaktır. Müslüman Cumhurbaşkanı’nın seçimi ile Suudi sermayesi kontrolüne geçen Paris III’ten kısa sürede erken emekliye ayrılmak zorunda kalan François bile, kitabın sonuna doğru içine düştüğü orta yaş krizi ve nihilist boşluktan çıkmaya başlayacaktır.

François için bu çıkışın odak noktası okuldaki görevine geri dönebilme durumudur. Bu geri dönüş ayrıca ona Suudi yatırımlarından kaynaklanan yüklü bir maaş ve çok eşlilik fırsatı sunacaktır.  Romanın sonuna doğru bu fırsatlar zincirini değerlendiren François, okuyucuda, yeni bir umutla varoluşsal kaygılarını yavaş yavaş geride bıraktığı izlenimi uyandırır. Kanımca bu Houellebecq’in konuya alaycı ve yergisel yaklaşıyor oluşunun bir neticesidir. Avrupalı muhafazakarların gündemini belki de birkaç yüzyıldır meşgul eden Müslüman istilası komplosu romanın başında distopik bir kurgu ile Müslüman liderin seçilmesinde vücud bulur. Fakat bu seçimden sonra Fransa yukarıda da bahsettiğim gibi Avrupa tarihinden öğelerle harmanlanmış fikirsel bir değişim yaşar ve bu değişim — en belirgin şekilde François için — hiç de fena sonuçlar doğurmaz. Biraz önce de belirttiğim gibi bu başarılı değişim yergiseldir çünkü François için özünde, nihilist bir boşluğu, hükmedebileceği birden faza itaatkâr kadın vaadi ile dolduracak olmanın verdiği haz yatır.

Nihilist boşluk kavramının merkezinde (ki bu konuda kitapta Nietzsche’nin düşüncesine de sürekli gönderme vardır) Katolik aile kavramından uzaklaşıp bireyin soyut özgürlüğüne dayanan liberal ideoloji; ulusal sınırları aşarak geleneksel  devlet yapısını kâr odaklı bozan kapitalizm; ve bu çağın tüm sorunlarına başarısız bir cevap bulma girişimi olarak değerlendirilen ateist hümanizm vardır. İslami yönetim bu üç ideolojik çıkmaz sokak için kabul edilebilir çözümler sunmaktadır ve bunun bedeli de İslam hakkında pek fazla bir şey bilmeyen François için detaylara aldırmadan şahadet getirmektir. İşte tam da bu aldırışsızlık durumu ciddiye alınabilecek bir gerçeklik olduğu konusunda ağır şüpheler uyandırır. 

Yazının başında bahsettiğim plajda burkini vakasına dönecek olursak; Fransız Anayasa Mahkemesi bahse konu yasağı, insan hak ve özgürlüklerine aykırı olduğu noktasında geniş kararını açıklamak üzere, askıya aldı. Buna rağmen bazı belediye başkanları bu yasağı uygulamak adına gereken ne varsa yapacakları konusunda fikir beyan etti. Anlam kargaşası ve değer bulanıklığı yaşadığımız bir çağda olma kaygısı burkini davası ile gerçekliğini ispatlar gibidir. Houellebecq’in romanı bu bulanıklıkla ilgili zihinde beliren tüm soruları yanıtlamasa da, modern anlayışı besleyen ve savunulması gerektiğini düşündüğüm ‘Avrupai’ değerlerin (özgürlük, eşitlik, kardeşlik gibi) ne denli vahim bir muameleye maruz bırakıldığının yalın bir resmini çizer — neredeyse keskin bir uyarı niteliğinde…


* Fransızca baskı: Michel Houellebecq, Soumission, (Paris: Flammarion, 2015).
İngilizce Baskı: Michel Houellebecq, Submission, (çeviren: Lorin Stein), (Londra: William Heinemann, 2015).

Bu haber toplam 2618 defa okunmuştur
Gaile 383. Sayısı

Gaile 383. Sayısı