1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Aşk= Cinsellik-Şefkat-Bağlılık
Aşk= Cinsellik-Şefkat-Bağlılık

Aşk= Cinsellik-Şefkat-Bağlılık

Aşk kıskanç olmaz, aşk sahiplenmek değildir. Sen nesne değilsin. Gerçek aşkta bölünme olmaz. Sevenler birbirinin içinde erir.

A+A-

Filiz Uzun
filizuzun@yahoo.com


Son zamanlarda konuştuğum, görüştüğüm,sosyal medyadan takip ettiğim birçok insanda aşka inancın giderek azaldığını, hatta kaybolduğunu gözlemlemekteyim. Ne yazık ki sadece yaşça büyük olanlarda değil,gençlerde de aynı hissiyat mevcut. Aşkın fuzuli, insanı yoran, üzen, yıpratan bir duygu olduğunu düşünenler hayli fazla. Bana kalırsa insanların çoğunda aşka inançtan çok, kendilerine olan inançları tükenmekte. Sadece aşka da değil,birçok şeyekarşı inanç kayıpları var. Başarabileceğine, mutlu olabileceğine, yapabileceğine de inancı yok çoğunluğun. Bu inanç kaybının çok tehlikeli olduğunu ve genel bir tükenmişlik sendromu yaşandığını düşünüyorum. Sosyolojik olarak ülkemizde böyle bir çalışma yapılsa sonuç hiç de şaşırtıcı olmayacak sanırım. Etrafımızda enerjisiz, hiçbir şey için emek harcamak istemeyen, kolaya alışmış, günü birlik yaşayan, üretmeyen, sorgulamayan, sessiz kalan, sevmeyen, hatta hiç bir şey için kılını kıpırdatmak istemeyen bir dolu insan var. Fakat en kötüsü derin bir kabulleniş var ve bu durumdan rahatsızlık duyulmuyor. “Mış” gibi hayatlar da bu yüzden belki de. Yaşar-mış gibi yapıyoruz, Sever-miş gibi, ilgilenir-miş gibi, mutluy-muş gibi, dinler-miş gibi. Bir kandırmacanın içinde yaşıyor gibiyiz. Kime sorsanız “Yaşayıp gidiyoruz işte”. Derinlik yok, kabulleniş var. Değiştirme çabası da yok. “Nasılsınız?”, “Yaşıyoruz işte”. Bu iki kelimelik cümle her şeyi anlatıyor aslında.

Aşka inançsızlık hali hayatımızın birçok alanında karşımıza çıkıyor ister istemez. Aşksız birliktelikler, evlilikler, aşkla yapılmayan işler,yalnız hayatlar. Mutsuz, sevgisiz, eleştiren ve yargılayan insanlar topluluğu olduk.

Aşkın Tanımı Var Mı?

Aşk, tanımlanması güç bir kavramdır, bu zorluk aşkın öznelliğinden kaynaklanmaktadır. Yine de genel anlamda aşk, belli bir kişiye yönelik hissedilen kuvvetli tutku ve sevgi duygusudur diyebiliriz. Aşk, sevginin tutkulu ve derin biçimidir. Âşık olan kişide önceliği duygular almış ve muhakeme ikinci plana düşmüştür. İhtirasla seven kişilere “delicesine âşık” denilmesinin sebebi budur. Âşık, sevdiği için kendi çıkarlarını terk eden kişidir.

Aşk, bireylerin cinsel etkinlikleri ile de ilişkili bir kavramdır, çünkü kişinin arzuladığı birine duyduğu emosyonel bir bağlanma söz konusudur. Bu durum akıllara başka bir sorunsalı getirmektedir. Arzuladığımız için mi emosyonel bir bağlanma gelişiyor, yoksa emosyonel bağlanma sonrasında mı o kişiye cinsel arzu artıyor? 

May, aşk kavramınının libido (cinsellik/şehvet), eros (üretme/yaratma dürtüsü), filia (dostluk/kardeş sevgisi) ve agape/caritas (ötekinin refahı için adanmış sevgi) olarak dört türde olabileceğini ve gerçek bir aşk deneyimi için bu dördünün karışımından oluşabileceğini vurgulamıştır. (May R. Aşk ve İrade. İstanbul.2008). Psikanalitik kuramın kurucusu Sigmund Freud ise “aşk yoktur, libido vardır” der. Freud’a göre aşk, cinsel içgüdünün bir türevi, dönüşmüş bir biçimidir.Aşkta saf cinsellikte olmayan bir sevgi ve şefkat boyutu vardır. Bu da bebeklik ve çocukluk yaşantılarına dayanmaktadır. Freud’a göre bu iki duygusal akımdan (cinsellik ve şefkat) daha temelli olan cinsel istektir. Cinsel istek biyolojik bir dürtüdür ve doğumdan başlayarak çok ileri yaşlara kadar devam eden, irade dışı bir enerjidir. Sevgi ya da şefkat bağları ise biyolojik bir dürtü değil toplumsal bir gereksinimdir. Bir başka deyişle, cinsellik her zaman kendiliğinden vardır fakat sevgi insanlararası ilişkilerden doğar.

Birçok düşünür kendi yaşadıkları dönemde, kendi inanışlarına göre tanımlamışlar aşkı;

Arthur Schopenhauer’e göre “Aşk, insan türünü sürdürmek için bireye kurulmuş tuzaktan başka bir şey değildir” der. Duclos, “Bıkılmayandır. Her şeyden bıkılabilir ama aşktan ... hayır”. Platonaşkı “ciddi bir akıl hastalığı” olarak tanımlar.Aristoteles "Sevmek acı çekmektir, sevmemek ölmek. Sevmek zevktir ama yalnız sevilmenin hiçbir zevki yoktur" demiş aşk için.  Francis Bacon "Büyük insanlarda, liyakat sahibi olanların kendilerini budalaca aşka kaptırdıkları görülmez. Büyük ruhlar ve büyük işler aşkla uzlaşmaz" diyerek aşkı küçümsemiş, Bailey, "Aşk dünyanın en tatlı mutluluğu ile en derin acısından yaratılmıştır" demiştir.

 

Yapılan tüm tariflere ve tanımlamalara karşın unutulmamalıdır ki aşk durağan değil, kişiden kişiye ve içinde bulunulan sürece göre değişkenlik gösterebilen bir duygudur. Dahası her aşk ilişkisinin kendine has bir dinamiği vardır ve bu dinamikler, bilinç sınırları içerisinde faktörler kadar, bilinç dışı faktörlerden de etkilenebilmektedir. Kişilerin geçmiş ilişkileri, çevresinde gözlemledikleri ilişkiler ve hatta okuduğu-izlediği aşk ilişkilerine dair örnekler de yıllar içinde belli bir algı oluşturur (buna sosyal öğrenme diyebiliriz), yaşanan diğer ilişkiler bu algıların da etkisiyle şekillenir. Bahsettiğimiz tüm bu faktörler, aşk duygusunun öznelliğinin altında yatan sebeplerindendir.

Olgun, gelişmiş ve doyurucu bir aşkta şefkat ve cinselliğin iç içe olduğu söylenir ki, bu bana göre doğrudur. İnsan kendini cinsel hazza bütünüyle bıraktığı anda partneriyle ruhsal olarak da bütünleşir; eşiyle ruhsal yakınlık kurduğu oranda da cinsel hazzı sınırlayan yalnızlık ve gerginlikten kurtulur. Yine de bu iki duygu her zaman tam bir uyum içerisinde birleşmez. Hatta aşksız seks daha fazla görülen durumdur. Cinsellik ve aşkı bütünleştirememekten dolayı birçok birliktelik sonlanmaktadır.

Aşksız seks olduğu gibi sekssiz aşklar da oldukça sık rastlanan bir durumdur. Çok sayıda çift evliliklerinin ilk birkaç yılından sonra cinselliği kesmekte ama yine de ilişkilerinde kendileri için doyurucu, hatta vazgeçilmez bir yan bulabilmektedirler. Bu tür insanlar için aşk;  daha ziyade dostluk, karşılıklı saygı ve ortak çıkarlara sahip olmak demektir. Kimi zaman bu çiftler cinsel doyumu evlilik ilişkilerinin dışında aramaktadırlar.

 

Aşkı Başlatan Şey Nedir?

Aşk yüzyıllardan beridir duygularla yaşandığı farz edilerek, filozoflar ve şairler tarafından tarif edilmiş, bilim adamları aşkın tarifiyle uğraşmamıştır. Çünkü bilim denilince insanların aklına analitik, soğuk, ciddi, sebep-sonuç ilişkisine dayanan bir şey gelir. Fakat aşkın anlaşılmasında son 30-40 yılın bilimsel analizleri ciddi şekilde yardımcı olmuştur.

Hakikaten aşkı başlatan şey nedir? Sadece karşıdaki kişinin çekiciliği midir? Yani âşık olmak için kadının güzel, erkeğin yakışıklı, bunun yanında da çekici olması gerekli mi? Son zamanlarda yapılan bilimsel araştırmalar tüm bunlardan çok çiftlerin ilk karşılaşmalarında elde ettikleri ilk izlenimin ve duyguların çok önemli olduğunu gösteriyor. İlk karşılaşmada her iki taraf da birbirini çocukluk çağında elde ettikleri ve artık bilinçaltında depolanmış bulunan kusursuz arkadaş/eş özellikleri ile karşılaştırır. Bu kusursuz arkadaş/eş kriterlerine uyum sağlanmışsa da aşkın ilk kıvılcımları oluşur.

 

Aşkın Kimyası

Bilinçaltında depolanan kusursuz arkadaş/eş özelliklerine uygun biriyle karşılaştığımızda aşkın ilk kıvılcımıyla birlikte kimyası da işin içine girer. Uyarılan beyin ile aşkın ilk fazı olan büyüleyici fazda FENİLETİLAMİN-DOPAMİN ve NOREPİNEFRİN salgılıyor.

Feniletilamin, aşkın molekülü olarak tanımlanıyor. İlk görüşte aşktan sorumlu kimyasaldır. Görsel uyarılar, ilk salınımını artırıyor. Aşkta ortaya çıkan bazı belirtilerin sebebidir. Gözbebeklerin büyümesi, karında kramplar, dudaklarda ve cinsel organlarda kanlanmanın artması gibi. Sürekli gülümseyerek gezme hali ve bulutların üzerinde uçuyor hissinin sebebi de bu hormondur.

Dopamin, beynin “ödül kimyasalı” olarak da bilinir. Âşık olunan kişiye ilginin artmasına neden olur. Dünyamız o kişi etrafında odaklanır. Aşkın ilk başladığı dönemde hiperaktivite, kısa süreli hafıza, uykusuzluk, konuşkan, coşkulu, öforik ve seksi olma, gıda alımının azalması dopaminin etkilerine bağlanıyor. Âşık olunan kişi düşünüldüğünde de salınımı artar.

Norepinefrin, dopamin artışı ile tetiklenen, tıpkı dopamin gibi tüm sistemlerimizin hızlanmasına sebep olan ve kalp atış hızında da sorumlu olan hormondur. Norepinefrin testesteron düzeyinde artışa neden olduğu için ayrıca cinsel arzunun artmasına da sebep olur.

Bu üç kimyasalın karışımı ile aşkın ilk fazı oluşuyor. Bu kimyasalların salınımı 6 ay ile 3 yıl arasında azalıyor. Gerçek bir aşk ise, ikinci faza geçilir. İkinci fazda devreye giren kimyasallar endorfinlerdir. Endorfinler; ilişkide sükûnet, içtenlik, sıcaklık, güven ve bağlığa sebep olur. Ne kadar çok sever ve sevilirsek o kadar salınımı artar. İkinci faz birinci faz kadar heyecan verici değildir ancak ilişkideki bağlılığın temellerinin atıldığı dönemdir.

İlişkide bağlılığa sebep olan ve ilişkinin üçüncü fazında etkili olan hormonlarsa OKSİTOSİN ve VAZOPRESİN’dir. Oksitosin kadınların hamile ve emzirme dönemlerinde oldukça yoğun bir şekilde salgılanan bir hormondur. Ve aşkın devamlılığını sağlayan, âşık olunanla ilişkiyi sürdürme yolunda en önemli hormondur. Orgazm sırasında kadınlarda bolca salgılan Oksitosine karşın, erkeklerde Vazopresin artışı olur. Bu hormonlar sevecen bir davranış, dokunuş, kucaklayış ile bile ortaya çıkabilir. Oksitosin salgılandıkça aşk duyguları da güçleniyor. Oksitosin ve Vazopresin ile testesteron arasında ters orantı vardır. Oksitosin ve Vazopresin arttıkça testesteron azalıyor. Testesteron arttıkça da Oksitosin ve Vazopresin azalıyor. Bağlandıkça cinsel dürtülerde azalma görülmesinin sebebi de budur. Testesteron seviyeleri yüksek olan erkeklerin daha az evlendiği, daha sık aldattığı, daha sık boşandığı kanıtlanmıştır. Yapılan araştırmalarda erkeklerde ailesine bağlılığın arttığı dönemlerde hatta ilk bebeğini kucağına aldığı zaman testesteron seviyesinin en düşük düzeyde olduğu belirlenmiştir. Oksitosinin baş düşmanı ise stres hormonudur (kortizon). (Bu sebepledir ki lohusalık dönemde stres yaşayan annelerin süt salınımı duruyor).

 

Aşkın Dili-Dini-Yaşı Var Mıdır?

Elbette yoktur, kalbin attığı, vücudumuzda kan dolaşımının sürdüğü sürece âşık olunabilmektedir. Yeter ki aşka olan inancınızı yitirmemiş olalım. Brenda Shoshanna’ya göre âşık olmak dünyanın en gerçekçi, dürüst ve olgun eylemidir. Bana göre de öyledir çünkü aşk planlanamaz, kendiliğinden gelir. İnsana yaşam enerjisi verir, aşkın kanunu, kuralı yoktur. Ancak aşkın kendine ait bir disiplini vardır. İnsanın aşk hakkında bilgilenmesi “aşk nedir, nasıl âşık olunur?” gibi soruları bulması gerekir. Evet, aşk öğrenilen bir duygudur ve öğrenme ailede başlar. Kesinlikle öğrenilmelidir, aksi takdirde vahşi bir ormanda gezmeye benzer aşk. Kaliteli bir yolculuk için bilgi ve donanım şarttır. İnsan ormanda hazırlıklı olduğu takdirde zevk alıp iyi vakit geçirebilir. “Ormanı seviyorum, bir süre ormanda yaşayacağım” deyip tedbirsiz yola çıkamazsın. Aşk için hazırlık gereklidir. İnsan kendini aşk yaşamadan önce geliştirmelidir. Hem kendini, hem de karşı cinsi anlamalı, tanımalıdır. Güzel sevmenin, özen göstermenin ve emek harcanmanın aşkiçin gerekli olduğunu bilmelidir.

 

Aşkın Kültürel Midir?

Aşk batıda farklı doğuda farklıdır. Aşk, her kültür, her millet, her coğrafyada farklı bir sıralamada yer almaktadır. Yapılan bir araştırmada aşkın insan hayatındaki yerine bakılmış; Amerika’da aşk 1. sırada iken Çin’de 6. Sırada yer almaktadır. Aşk bizim ülkemizde hayatımızın kaçıncı sırasındadır kim bilir?

Aşkın tanımı da, önemi de kültürden kültüre farklılık göstermektedir. Batılılar âşık olduğu/sevdiği insanla evlenirken, doğulular evlendiği insanı seviyor. Bazen sevemiyor ve ölene kadar da sevmediği insanla yaşayabiliyor (özellikle kadınlar). Batılılar aşk bitince boşanıyor ve âşık olduğu başka biriyle hayatlarını devam ettiriyorlar.Oysa doğuda evlenmek kader gibi görülüyor. Hatta boşanmak isteyen kadın erkek tarafından “ya benimsin ya toprağın”denilerek öldürülebiliyor.

Boşanmaların günden güne arttığı ülkemizde, boşanma nedenlerine baktığımız zaman şiddetli geçimsizliğin ilk sırada yer aldığını görmekteyiz. Bizdeki sorun, aşkın bitmesinden çok, aşkın hiç olmaması durumudur ne yazık ki. Aşk sandıkları şey aşk değildir aslında. Aşkı bilmiyoruz çünkü aşkın sadece heyecan, cinsel arzuveya birlikte eğlenmek olduğunu düşünenler çoğunlukta. Maalesef aşkı çok yanlış anlayan bir toplumuz. Bu yüzden aşk öğretilmelidir çocuklara önce ailede, sonra okullarda. Aşkın sadece cinsellik ya da sadece iyi anlaşma olmadığını bilmeli çocuklar. Aşk,yani sadakat, şefkat ve cinsellik üçlüsü için de,emek harcanması gerektiği söylenmelidir onlara. Aksi takdirde birinden ayrılıp diğerinde de benzer şeyleri yaşamaya devam edeceklerdir. Aşktaki o heyecan halinin çok uzun sürmediğini, diğer safhalara geçebilmesi için özen gerektiği anlatılmalıdır.

Aşk bağlılığa dönüştüğü anda ilişki halini alır. Ancak aşk birine ait olma değildir. Aşk, taleplerde bulunulduğu anda hapishaneye benzer. Özgürlüğünü elinden alır; göklerde uçamazsın, kafeslenmiş duygusu ağır basar ve kaçıp kurtulmak ihtiyacı doğar. Aşkın özgürlük verici kalitede olması gerekir. Sana kanatlar takıp uçmanı sağlaması. Unutulmamalıdır ki aşk sınır tanımaz. Aşk kıskanç olmaz, aşk sahiplenmek değildir. Sen nesne değilsin. Gerçek aşkta bölünme olmaz. Sevenler birbirinin içinde erir.

 

Nitelikli Aşk

Nitelikli bir aşk yaşamanın kuralı duyguları ürkütmemek ve acıtmamaktır. İnsanın içinden geldiği gibi davranması güzel şeydir ama nazik olmak daha da güzeldir. Bu, kişilerin gelişmiş bir ruha sahip olduğunu gösterir. Sevdiğinin hislerini incitmemek kaygısıyla hareket eden, onun ruh halini anlamaya çalışan insan iyi bir âşıktır. Aşktaki başarı kişilikle bağlantılıdır. İyi bir aşk için sadece sevmek yeterli değildir. Aşkın kurallarını bilmek ve aşkı iyi yönetmek gerekir. Günümüzde insanların aşkla ilgili karşılaştığı en önemli sorun aşka başlamaktan çok, devam ettirememesidir. Aşk her zaman güllük gülistanlık değildir. Aşkta çıkan sorun ve engelleri başarıyla çözmek ve tamir etmek için çaba gereklidir. Aşkta karşılaşılabilecek diğer önemli bir engel ise, karşıdaki insanın kabiliyetinin üstünde fedakârlık beklemektir. Taleplerin sınırlı ve mantıklı olması gereklidir.

 

 

Aşksız Yaşamak

Duygularını bastıran, aşka inanmayan insanlar, hayatın en güzel anlarını kaçırırlar. Ve sonunda duyguları hasar görür. Dopamin hormonunun salgılanmadığı vücutlarda stres hormonu aktive olur. Enerjisizlik ve mutsuzluk tüm yaşamlarını etkiler. Stres hormonunun uzun süre vücutta salgılanması birçok hastalığın da nedenleri arasındadır ki, kalp hastalıkları ve kanseri ilk sıralarda görmekteyiz.

Aşk korkulacak bir şey değildir. Kendinizi aşka açın. Aşka hazırlanın. Hem ruhunuzun hem de bedeninizin buna ihtiyacı olduğunu unutmayınız. Birine seni seviyorum demenin sihirli bir gücü vardır. Hem karşınızdakini hem de sizi mutlu eder ve bulaşıcıdır. Yüzünüzde bir gülümsemeyle gezerken bu mutluluğu etrafınızdaki birçok kişiye de bulaştırırsınız.

Nazım’dan güzel bir aşk şiiriyle bitirmek istiyorum yazımı. Aşkla Kalın!

“Seviyorum seni ekmeği tuza banıp yer gibi
geceleyin ateşler içinde uyanarak
ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi,
ağır posta paketini, neyin nesi belirsiz,
telaşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi,
seviyorum seni denizi uçakla ilk defa geçer gibi.
İstanbul’da yumuşacık kararırken ortalık
içimde kımıldanan bir şeyler gibi,
seviyorum seni “Yaşıyoruz çok şükür!” der gibi.”

Nazım Hikmet Ran

 

 

Bu haber toplam 64154 defa okunmuştur
Gaile 438. Sayısı

Gaile 438. Sayısı