Apolitik

Apolitik

Apolitik

A+A-

 

Fatih Bayraktar
psyfatih@gmail.com

Artık gün gibi ortada ki Kıbrıs’ın kuzeyinde siyaset denilen kuruma ve onun içinde yer alan kişilere duyulan güvensizlik tepe noktalara çıkmış durumda. Hele hele son on yıla yedi hükümet sığdırmış bir siyasetin söz konusu olduğu düşünüldüğünde güvensizliğin çok hafif bir tepki olduğu bile söylenebilir. Bu yazının amacı söz konusu hükümetlerin ne yaptığı, ne yapmadığı değil. Burada üzerinde durmak istediğim esas mesele kirlenmiş/kirli olarak algılanan bir yapının toplumu oluşturan insanlar üzerinde ama özellikle gençler üzerindeki etkisini ele almak. Ama ada yarımıza gelmeden önce dünyadaki durumdan başlayalım...

Gençlerin politikleşme süreçlerinin özellikle 1968’den sonra tüm dünyada hız kazanması bilinen bir durum. Anti-militarist, anti-emperyalist söylemlerin ön plana çıktığı bu dönem boyunca politik olmanın bir moda akımına dönüşmüş olduğunu söylemek bile mümkün. Öyle ki politik gruplardan birine girmeyen, bu yönde kitaplar okumayan ve tartışmalara katılmayan bireylerin dışlandığı bir süreçten bahseder o dönemleri yaşayanlar. Ve bu durum yalnızca sola özgü değildir. Sağ da kendi söylemlerini, kendi entelektüellerini yaratır bu dönemde. Ama ilerici unsurlar doğaları gereği fikirsel tartışmalarda sınırları zorlarken hatta aşarken, muhafazakâr unsurlar geçmişi ve var olanı yeniden üretmenin peşine düşerler. Tıpkı bugünkü gibi. Ancak bugünün dünden farkı politikleşmiş yetişkinlerin ve gençlerin sayısının genele oranla oldukça düşük olması. Peki, bu nasıl oldu?

1800’lü yıllar boyunca gittikçe artan kapitalistleşme süreci beraberinde benmerkezci düşünme biçimlerini, rekabetçiliği ve Sosyal Darwinizmi ortaya çıkarır. Ama bunlar olurken, tepkisel bir biçimde Sosyalizm/Komünizm/Anarşizm gibi kavramlar daha sık tartışılmaya ve yer yer hayat bulmaya başlar. Kapitalist yarışın sonucunda patlak veren ve o tarihe kadarki en yaygın toplu ölümlere sahne olan Birinci Paylaşım Savaşı sonucunda yükselen anti-emperyalist proleter dalga (çünkü ölenlerin çok büyük bir kısmı proleterdi) Rusya’da Bolşevikleri ve onlara bağlı sovyetleri iktidara taşır. Ne yazık ki bugün adına “Reel Sosyalizm” denen pratikler devrimin lideri Lenin daha ölmeden hayata geçirilir. Hayaller bürokrasiye, devrimi yayma ve yaşatma adına oluşturulan emperyal ve diktatöryal bir rejime kurban edilir. Bu hayal kırıklığı ve kapitalizmin tek seçenek olarak dayatılması sonucunda dünya globalleşmeye, insanlar ise tek kişilik dünyalara dönüşmeye başlarlar. Değerler üzerine yapılan araştırmalar bu değişimi açıkça gösterir:  1970’li yılların ortalarından itibaren dramatik bir biçimde kolektif düşünüş ve davranışlardan, bireyciliğe doğru bir değişim gözlemlenir. Dünya’nın ve toplumun iyiliği için uğraşılar, bireyin çıkar ve menfaati için olanlara evrilir.

Bu sürede Kıbrıs’ta SSCB Komünist Partisi’nin merkez polit bürosuna bağlı bir uydu parti olan AKEL ve toplumsal bölünmeden sonra onun kuzeydeki uzantısı CTP ortaya çıkar. Açıkçası 1950’li, 60’lı ve 70’li yıllar neredeyse tüm popülasyonda politikleşmenin yoğun olarak yaşandığı zaman dilimleri olarak bilinir. Henüz ortada partileşme süreçleri olmadan bile bireyler günlük yaşamlarını siyasi idealler üzerinden gerçekleştirmeye çalışırlar.  Partileşme süreçleri ise bu idealleri toplumsal yaşama kanalize edecek yeni katalizörler olacak yerde, sıklıkla ketleyici biçimde deneyimlenirler. Bu partiler sağda ve solda belirli zümreler tarafından ele geçirilir, hiyerarşik örgütlenmeler ortaya çıkar, başlar yaşça büyük erkeklerden oluşurken, kollar (ki bugün hâlâ bazı partilerde bulunmaktadır) kadınlardan ve gençlerden oluşur. Kollara biçilen görev ise başların yardımcıları ve kolaylaştırıcıları olmaktır. Kadınlar, erkekler seçim kazansın diye çay ve kahve partileri organize ederler, gençlerse parti toplantılarından sonra ortalığı temizlerler. 

Hâl böyleyken ne kadınlar için ne de gençler için sağlıklı bir siyasal sosyalleşme sürecinden bahsedilemez. İzleyici konumdaki diğer kadın ve gençler içinse yaşananlar büyük ihtimalle oldukça iticidir. Bu duruma tuz biber ekense 1980’li yıllar boyunca ABD’de Reagan, İngilitere’de Thatcher, Türkiye’de Özal eliyle yürütülen neo-liberal politikalar olur. Özal’ın 1986’da Kıbrıs’ın kuzeyini ziyareti ve hemen ertesinde Sanayi Holding’in kapatılması, Kıbrıslı Türkleri üreten ve özerkleşme sürecindeki bir toplumdan ters bir evrimleşmeyle tüketen ve bağımlı bir topluluk hâline dönüştürür. Bugün tartıştığımız ekonomik paketlerin ilki ta o zaman halka dayatılır, kurucu parti UBP tam bir boyun eyişle Türkiye’den gelen her paketi şükranla kabul eder. Partinin kadın ve gençleri ne mi yapar? Erkek yöneticiler iktidarda kalsın diye çay-kahve partileri düzenlemeye ve ortalığı temizlemeye devam ederler.

Bu dönemde solun gençlere biçtiği rol de pek farklı değildir. Büyük ve bilge ağabeylerin yönetimindeki sol parti ve oluşumlar çoğunlukla hiyerarşik örgütlenme biçimlerini benimseyen, kadın- gençlik sorunlarının devrimden sonra hâlini düşünen Ortodoks yapılar olarak ortaya çıkar. Gençlerin özerk örgütlenme denemeleri sıklıkla yetişkin müdahaleleriyle ve üstten bakan ders vermelerle sonlanır. Gençlik kolları, gençlik örgütlerine dönüşür ancak kavramdaki değişim roldeki ve konumdaki değişimi beraberinde getirmez. Bu nedenledir ki bugün halen Kıbrıs’ın kuzeyindeki siyasi yelpazede bir gerontokrasi hüküm sürmektedir.  Evet, hem mecliste hem de belediyelerde bir gençleşme süreci başlamıştır. Ancak özellikle meclisteki gençlerin ne kadar genç düşünebildikleri, ne kadar genç görünümlü gerontokratlara büründükleri tartışılmaktadır.

Bu yazılanların tümünden dolayıdır ki bugün özellikle gençler, süreç içinde kendilerine biçilen rollerden, genç olarak kendilerini varedebilmenin yollarının tıkanmasından ve önlerinde çok az izlenebilecek rol model olmasından dolayı siyasetten gittikçe uzaklaşmaktadır. Bu apolitikleşme süreci beraberinde birçok riski de getirmektedir. Bugün madde kullanımının ulaştığı boyutlar, bet ofislerin ve mafyatik ilişkilerin yaygınlaşması gençler için söylenebilecek tehlike unsurlarından yalnızca bazılarıdır.

Ancak hiçbir yazı ümitsizliğe boğarak bitmemelidir. Bu nedenledir ki ötekileri göstermek de bu yazının sorumluluk alanına girmektedir. İster sevin ister sevmeyin, tümü 40 yaşın altındaki aktivistlerden oluşan Baraka,  onbeş yıla yaklaşan bir zaman diliminde özerk karar vermeyi, şeffaflığı, doğrudan demokrasiyi, kolektif bir yaşam biçiminin varolabileceğini topluma gösteren bir örnek olarak halen varlığını sürdürmektedir.   İster sevin ister sevmeyin Mehmet Harmancı genç bir belediye başkanı olarak insan onurunu gözeten, hayvanlara, engelli bireylere, kadınlara dost bir kent kültürünün tohumlarını ekmeyi başarabilmiştir. Bu iyi örnekleri çoğaltmak ve gençlerin topluma duyarlılık potansiyellerini ortaya çıkarmak tek tek her birimizin sorumluluğu olmalıdır. Var olabilmek ve geleceğe güvenle bakabilmek için...

 

Bu haber toplam 2221 defa okunmuştur
Gaile 364. Sayısı

Gaile 364. Sayısı