1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Anlamanın Politik ve Erotik Potansiyeli
Anlamanın Politik ve Erotik Potansiyeli

Anlamanın Politik ve Erotik Potansiyeli

Anlamanın Politik ve Erotik Potansiyeli

A+A-

 


Bulut Ünvan
bulut.unvan@gmail.com

 

 

“Uzun bir güz gecesi
Benim düşündüğümü
Söyler su sesi ”

Gochiku  (16. yy)
 

    İnsanın kendini bir çerçeveye yerleştirme ya da içinde olduğu çerçevenin sınırlarını belirleme ya da bir çerçevenin var olup olmadığı üzerine kafa yorarken kavramsallaştırmakta en çok güçlük çektiği “şeylerden” biri düşünüş tarihi boyunca “Anlam” olageldi. Varlığı insanın ihtiyacına dayanmayan dolayısıyla da insanın edimleriyle şekillenmeyen bir “Anlam’ın” olup olmadığı, birbiriyle ilişkisiz ve dönemsel koşullara göre şekillenen anlamlar arası ilişki ya da Anlam’ın bir öze (varsa) ve ögelere denkliği, Anlam’ın sınırlarının muğlaklığı kadar Anlam’ın kendi anlamının belirsizliği nedeniyle de üzerinde geniş bir konsensus bulunmayan ve çeşitli tartışmaları besleyen konular. Buna rağmen her ne kadar cevaplamakta güçlük çeksek de, “Bilgi” ve “Kavram” ile olan ilişkisinin bu kadar net bir şekilde sorgulayabiliyor olmamız Anlam’ın tek başına tüm bu kavramların kapsayıcısı olamayacağının altını güçlü bir biçimde çiziyor. Zaman’ın kendi içinde bir hiç olacak kadar bitimsiz fakat, tek tek her birimizin sahip olduğu ve “yaşam” diye adlandırdığımız kadar küçük bir diliminde, pek azımız anlamlar ve kavramların birbirine birebir denk düştüğü, karanlığı yıldızlı bir gecenin karanlığı kadar belirgin ve aydınlığı lekesiz bir ayna kadar açık ömürlere sahip olabiliyoruz. Ve eğer olursak, birbiriyle eşleşen bu olguların birbirini beslediği bir kesişim noktası, aklımızdan ve gerisinden gelen soruların, yaşamdan ve ötesinden gelen cevaplarla doğrulandığı bireyler olarak tarihin içindeki bir akışa dahil olma şansına sahip oluyoruz. Açıktır ki, Tarih kendi devinimi süresince kendi anlamını barındırdığı tüm ögelerin etkileşimiyle yine kendisi yaratır, bizler (İnsanlık) ise tarihin ögelerinden sadece birisi olarak bu anlamı deşifre etmeye ve tarih içerisindeki etkinliğimizi artırmaya çabalayarak deviniriz.  Ve yine açıktır ki bu devinim içerisinde Tarih’in kapsadığı diğer ögelere kör kalan, kendini ve kendi ihtiyaçlarını merkeze alarak “mutlak” sanan insan toplulukları, Tarih’in insan yaşamına kıyasla uzun fakat Tarih içerisinde ufak kalmaya mahkûm bir diliminde etkinliğini artırsa bile, yine Tarih’in kendisi tarafından muhakkak ki öğütülür ve geride bırakılır.  Tıpkı iki bedenin birbirinde buluşup kendi sınırlarından taşması, yeni bir yaşamı üretmesi gibi, insanın kendi sınırlarından taşarak Tarih’in akışı içerisindeki diğer ögelere kendini açması bu nedenle üretken bir eylemdir; karanlık noktalarını, tüm taşıdıkları ile birlikte Tarih’in dokunuşuna açan, haz, korku ve tutkuyla silinen medeniyetlerden, sınıflar arası ilişkilerden, delirerek ölen bir filozofun görmeye yaklaştıklarından ya da sadece kısa bir Blues şarkısından beslenen ve kendisi de tüm bunlara dokunmak isteyen birey ya da topluluklar, Anlam’ı anlamaya ancak onlar yaklaşabilir.
 

    Ne var ki,  Anlam’a yaklaşmanın getirdiği bu genişlemeye duyulan açlığı dindirmenin tek yolunun anlamaktan geçtiğini iddia etmek mümkün değil.  Yaşam’ın içinde karşılaştığımız olguların, örneğin ölümlülüğümüzün, iktidar istencimizin ve onaylanma arzumuzun belirlediği sınırlar içinde, hayatın yanlış ilerleyen ve tükenen bir şey olabildiği gerçeği ile karşılaşmanın yarattığı sancıyı hasıraltı etmenin, onu görmezden gelerek yok sanmanın, yine Anlam’dan beslenen fakat anlamakla yakından uzaktan ilişkisi olmayan ve dolayısıyla da anlamın içerdiği üretim potansiyeline sahip olmayan başka ve kısır yöntemleri de var. Tarih’in içinde etken olmak, yanlış gelişen bir süreci onarmak ya da yaşama alanını genişletmek isteyen fakat yanlış gelişen o süreci şekillendiren olguların, kendisini de şekillendirmiş olabileceği gerçeği ile yüzleşmek istemeyen, olgulara kendini merkeze alarak bakan ve onların, onun olduğu yerden göründüğü gibi, onun ihtiyaç duyduğu gibi olduğu konusunda ısrarcı olan bireylerin gerçekleştirdiği bu eyleme ise “anlamsızlaştırmak” denebilir. Edilgen olduğunu sezgisiyle bilen, ama aklı ile kabul etmekten uzaklaşan birey kendini bulduğu alanda (ki, kendini merkeze aldıkça Tarih’in büyük akışından ayrıştığı için, bu alan genellikle ancak ona sunulan toplumsal ve siyasal alan kadardır) olguları eşleştikleri anlamlardan koparıp, kavramları kendi ihtiyacına göre devşirmeye başlar. Demokrasi, bir “bir arada yaşama konsensusu” değil, bir arada yaşamak isteyenlerin geri kalanları susturma hakkına dönüşür. Rasyonalite aklın yaşama müdahalesi anlamından koparılır, insanın iktidar karşısındaki çaresizliğini aklayan bir terime dönüşür. Hak, yaşamdan ve yaşıyor olmaktan gelmez, yasal bir takım düzenlemelerle verilen bir lütufa indirgenir.  Orada,  ihtiyaca göre devşirilen kısır kavramın etkisinde şekillenen siyasette ve toplumsal hayatta artık, üretenlerin, tükenenlerin, Tarih ile uzlaşıp aynı yöne, geleceğe doğru uzamak için kendi sınırlarını aşındıranların, çivi yazısını ve kemanı icat edenlerin, hükümdarlıklara, diktatörlüklere, paranın iktidarına isyan edenlerin, kısacası İnsanlığın hikâyesi yoktur. Anlamsızlaşan birey ya da topluluk, kendini Tarih’ten ayrıştırdıkça “günün iktidarının” karşısındaki hiçliğini benimser, ve uzak bir gelecekte gerçekleşecek kurtuluş bu anlamsızlaşma faaliyetini “mazur kılan” etkili bir bahane olarak öne sürülür. İlk bakışta tıpkı anlam üretmek gibi, bunun da bir üretim olduğu ileri sürülebilir; gerekçelerin üretimi, koşulların üretimi. Hâlbuki burada kendi anlamsızlığı ve onu anlamsız kılan iktidarla baş başa, yalnız kalan bireyin anlamsız varlığını bir süre sonra bu iktidarın varlığına birebir uyumlu hale gelecek, hatta bu anlamsızlığa bağımlı olacaktır. Anlamsız birey bu aşamada, uzak bir geleceğe ertelenen etkinleşme çabasından sonra ikinci bir hamle yapar, ve kendi hapsolduğu siyasal/ toplumsal alan dışında kalan tüm olguların anlamsız hatta faydasız olduğunu iddia eder. Köksüzleşme, hiçleşme tamamlanmıştır. Üretken olduğunu sanırken, kendi kendini öğüten bir değirmen gibi, sadece kendi anlamsız varlığını merkeze alarak siyaset ve yaşam ürettiğini sanan bireyin eylemi kendi içinde şiddetlenir, özde kalan “olguyla eşleşme” arzusundan beslense de, arzu kendi eylemine yönelir, kendi hareketlerini fetişleştirir ve dışa en çok kapandığı anda da anlamsızlığı tavan yaparak kendini bile devam ettiremez hale gelir. Yaşamın yaşamdan taşmadığı, birbirini bulup ulanmadığı, birbirinin içinde ilerlemediği, düşe değil yalana benzeyen bir yanılgıdır bu. Bu nedenle sadece anlamsız değil, faydasızdır da. Dokunacak hiç bir şeyi olmayan bir bedenin elleri kadar anlamsız ve faydasız.

       İşte bu nedenle, şehirlerin caddeler içermediği, şairlerin şiir içermediği bir ülkede, “rasyoneellll” siyasetçiler akılla ilişkilerini terk etmişken, Barış’ın harekâtı sanki olabilirmiş gibi kutlanıyorken, dağlar dağa, mevsimler mevsimlere benzemezken, yapılabilecek en anlamlı siyasal faaliyet, her şeyin tek tek anlamından koptuğu yeri deşifre etmek, gerekirse onların dışına çıkıp bir zamanlar anlama dokundukları yere doğru yürümek ve derin bir suskunlukla geçip giderken bütün bu olguların, anlamların, kavramların arasından, Tarih’i baştan sonra tavaf ederken, ellerimizi çıkarıp o derin çok derin ceplerimizden, dokunmak teker teker o Tarih’i var eden ve ettiği ne varsa, bize dokunmasına izin vererek dokunmak ve dokunuşlarımızın birbirini tamamladığı yerde parmaklarımızı başka parmaklarla iç içe, olması gereken yerde bulmak; insanda.

Not: Choir of Young Believers - Sedated

Bu haber toplam 1624 defa okunmuştur
Gaile 284. Sayısı

Gaile 284. Sayısı