1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Aliye Ummanel: Tragedya Yazamazdım Çünkü Mekân Birliğimiz Yok
Aliye Ummanel: Tragedya Yazamazdım Çünkü Mekân Birliğimiz Yok

Aliye Ummanel: Tragedya Yazamazdım Çünkü Mekân Birliğimiz Yok

Aliye Ummanel: Tragedya Yazamazdım Çünkü Mekân Birliğimiz Yok

A+A-

Simge Çerkezoğlu

Lefkoşa Belediye Tiyatrosu EV oyunu ile yeniden izleyicilerle buluştu. Yazar ve yönetmenliği Aliye Ummanel’e ait olan bu oyun özellikle gidenlere, varamayanlara, annelere ve kadınlara ithaf ediliyor. Ancak bir kadın hikâyesinden çok toplumsal bir sorunu, göç olgusunu, gün yüzüne çıkarıyor. 
İçimize attığımız, dile getirmekten çekindiğimiz ve yanıtını aradığımız soruları önümüze getiren EV oyununu Aliye Ummanel’le yeniden irdeledik. Üstelik bunu bir röportajdan öte, dost sohbeti tadında gerçekleştirdik.    

“ÖNCE VE SONRALARIMIZ ARASINDA BÜYÜK FARKLAR VAR”

Aliye Ummanel her oyununda Kıbrıs’ın toplumsal konularını kendine dert ediniyor. Geçmişi ve bugünü sorgulamamıza olanak sağlarken empati duygumuzu da geliştiriyor. 
“Sanatsal üretimlerimde bastığım toprak ve dünyayla ilgili meseleleri konu olarak seçmeyi tercih ediyorum. Bir anlamda kendi içimde çözmeye çalıştığım meseleleri yazarak düşünüyorum. Buna ek olarak bir tiyatro yazarı olarak oyun yaratmaya çalışırken, kendime insanlar neden bu oyunu izlesin diye de soruyorum. Oyundan çıktıktan sonra aynı insan olarak mı kalacaklar yoksa değişim yaşayacaklar mı diye de kafa yoruyorum. En ufak düzeyde dahi olsa yazdığım konuyla ilgili hisleri oluşacak mı, önyargıları kırılmış olacak mı gibi şeyler de düşünüyorum. Bir iyileşme ve dönüşüm sağlayacak mı diye düşünerek öncelikle kendi kişisel ya da toplumsal tarihimizle ilgili hesaplaşmadan yola çıkarak bu tip metinler yaratmaya çalışıyorum.”

Belediye Tiyatrosu’nun yeni oyunu Ev’i izlediğim zaman geçtiğimiz sezon yine Aliye Ummanel tarafından kaleme alınan ve beni çok etkileyen Kayıp oyununu hatırlıyorum. İki oyunun adeta birbirini tamamladığını hissediyorum.  
“İzlerken bu hisse kapılman normal çünkü hedefim zaten biraz da buydu. Kayıp ve Ev oyunundan bahsettik. Bir de ondan önceki Passa Tempo isimli oyunum var. Bu üç oyunu sırayla izlediğimiz takdirde belli noktalarda birbirlerine dokunduklarını görüyoruz. Hem somut hem de soyut anlamda bağlanmadan bahsediyorum. Ev oyununda en somut örnek babanın ceketinin bavuldan çıkarılmasıydı. Passa Tempo da bir ceketin bulunmasıyla başlıyordu. Kayıp oyunu doğrudan kayıp bir kişi üzerinden hayat bulurken, Ev oyununda kayıp konusu daha ilerleyen sahnelerde ortaya çıkıyor. Ancak sonuçta üç oyun da bir şekilde birbirine temas ediyor. Tam da bunu yapmaya çalışıyorum. Passa Tempo oyununda iki kuşağın çatışmasını, genç ve ileri yaş iki karakterin savaşa olan farklı bakışlarını gördük. Kayıp ve Ev oyununda da aynı şey var. Ben bir anlamda yeni kuşak ve önceki kuşak arasındaki farklı düşünceleri ortaya çıkarmaya çalışıyorum. Tüm bu oyunlarla hedefimin bu olduğunu söyleyebiliriz.”

ÜÇ BİRLİK KURALI

Kaleme aldığı oyunlarla, yazar bizi adanın geçmişi, günahlarımız ve ödediğimiz bedellerle yüzleştiriyor. Böylece her yazdığı oyun, tiyatro olmaktan çıkıp, hayatın gerçeğine dönüşüyor… 
“Antik Yunan tragedyalarında üç birlik diye bir kural var. Bu Aristo’nun bir kuramı ve tragedyanın zaman, konu ve mekân birliğini içermesi gerektiğine vurgu yapar.  Hikâyeler belli bir konu etrafında örülür. Bir gün içinde başlar, sona erer ve belli bir mekânda geçer. Eğer ben bizim topraklarımızla ilgili bir tragedya yazıyor olsaydım bizde bu üç birlik kuralı tamamen bozulmuş olacaktı. Çünkü bizde mekân birliği tamamen dağılmış durumda. Bunun en önemli nedeni de göçler. Bundan hem biz hem de savaşı yaşayan kuşaklar etkileniyor. Ortada farklı kuşakların olayları farklı algılaması ile parçalanan bir zaman var. Bölünmüş bir geçmiş var. Önce ve sonra arasında büyük farklar var. Bir olayın farklı kuşak ve kişiler üzerinde çok farklı etkileri var. Dolayısı ile olay birliğimiz de yok. Ben tüm bu düşünceler doğrultusunda Passa Tempo, Kayıp ve Ev’i bu üç birlik kuralının her bir ayağı için yazmış bulunuyorum. Bu üç meselenin aslında bu coğrafyanın yakın tarihinde ve hala etkilerini yaşamakta olduğu günümüzde önemli bir boyutu olduğunu düşünüyorum. O yüzden bu üç temayı bu oyunlarda ele almaya çalıştım.”

“KADINLAR GERÇEK VE ORTAK HİKÂYELERİ İÇLERİNDE BARINDIRIYOR”

Ev oyununun diğer oyunlardan en önemli farkı Ummanel’in bu oyun için yarattığı kadın hikâyeleri…
“Kişisel olarak beni kadınların göçe olan yaklaşımı daha çok etkiledi. Annemden ve etrafımdan böyle hikâyeler çok dinledim. Sanırım bir şekilde de benliğimde kaldı. Fakat ondan öte yaptığım işlerle bir duygudaşlık oluşturmaya çalışıyorum. İzleyenin kafasındaki belli önyargı ve kalıpları kırarak, meselelere diğer tarafın gözünden ve kalbinden bakmalarını sağlamaya çalışıyorum. Bunu sağlamak için de en insani noktaya ulaşmaya çalışıyorum. Kadınların hikâyeleri daha gerçek hikâyeler gibi geliyor bana. Onlar belli şablon ve kalıplardan daha uzak, Ev oyununda izlediğimiz gibi milliyetçilik ya da dinin koyduğu tanımlar gibi ayrıştırıcı ya da etnik yönden ayrıştırıcı unsurlardan öte çok daha gerçek ve ortak hikâyeleri içlerinde barındırıyorlar. Benim de ayrıştıranı değil ortak olanı bulmamın yolu kadın hikâyelerinden geçiyor gibi hissederek bu oyunu kadınların gözünden yazdım. Oyunda Kıbrıslı Türk ya da Kıbrıslı Rum tanımı yapılmıyor. Fakat oyun bizim coğrafyamızda izlendiği takdirde böyle algılanabiliyor. Oyundaki kadınların hikâyelerinin de belli noktalarda neredeyse aynı olduğunu hissediyoruz.”

Oyunda Kıbrıslıların yaşadığı göç olgusu yanında, satır aralarında, Türkiye’den adaya göçen bir kadının hikâyesini de buluyoruz. Elbette hikâye içindeki bu hikâye de yazar tarafından nedensiz kaleme alınmadı. 
“Göçü irdelerken, anlamaya ve anlatmaya çalışırken bu topraklarda ne kadar çok göç hikâyesi olduğunu fark ettim. Benim burada anlattıklarım bu hikâyelerin çok azı. Kuzeyden gelen, güneyden gelen ve daha kuzeyden gelen göç meselelerini bu oyunda anlatıyorum. Tüm bunlar bu topraklarda yaşanan meseleler. Bir Türkiyeli göçmenin bu hikâyenin dışında kalması hikâyeyi eksik kılacaktı.”

“BAŞKALARINA AİT BİR EVDE BÜYÜDÜM”

Bu oyunda kim bu eve ait diye önemli bir soruya cevap aranıyor. Özellikle göçmen olan ve oyunu izleyen kişiler ister istemez bu soruya cevap arıyor. Aslında Aliye de bize bunu hissettirirken, hissettiği de belli oluyor.
“Ben savaş sonrası doğan bir nesildenim. Tüm bunları doğrudan yaşamadım. Ama ailem yaşadı. Bunun yanında bu ülke sadece Türkiye’den değil başka ülkelerden de hala göç alıyor. Etrafımızda zaten süren mülteci krizi var. Biz sadece bugünü yaşıyoruz ve hikâyede bugünü görüyoruz. Oysa binlerce yıldır ne göçler yaşandı. Bunu bu topraklarda yaşayıp da hissetmemek mümkün değil. Her yerde, çevremizde, şehirlerde, mimaride, tarihte, gazetede veya televizyonlarda hep göç hikâyeleri var. Ben de pek çok insan gibi göçmen bir ailenin çocuğuyum. Başkalarına ait olan bir evde büyüdüm. Ailemin inşa ettiği bir ev değildi. Onlar kendi evlerini terk edip kuzeye gelmişlerdi ve başkalarının bıraktığı bir evde büyüdük. Elbette bunun yanında peşimizi bırakmayan bir de mülkiyet meselesi var. Bu da konunun önemli bir parçası. Tüm bu hukuki ve ekonomik meselenin içinde işin özünü, insani olan yanını ben öne çıkarmaya çalıştım. Biz kimin evinde yaşadık? Bizim evimizde kim yaşadı? Bu evlerin asıl sahipleri kim? Onu belirleyen nedir? Gerçekten hukuki, ekonomik kriterler mi yoksa o evle anısı olan, o evde yaşayan kişi ve mekân arasında oluşan hikâyeler mi? Bu her zaman benim yüreğimi meşgul eden ve yanıtını aradığım bir soru. Bu bağlamda oyunun yazım aşamasında, senin de dile getirdiğin sorunun öne çıkmasında deyim yerindeyse yarattığı eserle bana rehberlik eden bir yazara da teşekkür etmem gerek. Past in Pieces (Parçalanmış Geçmiş) kitabının yazarı Rebecca Bryant, kitabında, bu topraklarda “Bu ev kime ait?” sorusunun “Kim bu eve ait?” sorusuna nasıl evirilebileceğini sosyolojik ve aynı zamanda derin gözlemleriyle ele alıyor.” 

Ev oyunu uzun zamandır sahnede görmediğimiz adeta oyunculuğuna hasret kaldığımız Deniz Çakır’la da bizi buluşturması bağlamında ayrı bir öneme sahip…
“En başından beri Deniz ablamın bu oyunda olmasını istedim. Kendisi Passa Tempo’da da rol almıştı. Benim sanatsal gelişimimde hep yanımda duran, beni destekleyen ve bana güç veren birisidir. Arada bir “Ne yazıyorsun? Neler yapıyoruz?” diye sorar. Bu oyun aşamasında da öyle oldu zaten. Onunla çalışmayı büyük şans olarak görüyorum. Ekipteki tüm arkadaşlarımla birlikte aynı şekilde hissediyoruz. Burada yeri gelmişken bu oyunun gerçekleşmesinde emeği geçen Deniz Çakır başta olmak üzere tüm oyuncu arkadaşlarıma ve ekibime sonsuz teşekkür etmeliyim. Oyun tüm bu ekibin ürünüdür.”

Bu haber toplam 2925 defa okunmuştur
Adres Kıbrıs 259. Sayısı

Adres Kıbrıs 259. Sayısı