1. YAZARLAR

  2. Eralp Adanır

  3. Ahmet Sanver "Yaşanmış Öyküler-9"
Eralp Adanır

Eralp Adanır

Ahmet Sanver "Yaşanmış Öyküler-9"

A+A-

Aslında bir iş insanıdır Ahmet Sanver bey. Önemli ticari başarılarıyla ticari mekânlarıyla bir aile işletmesi olarak özellikle Lefkoşa'da bilinen tanınan şahsiyetlerden. Ama ticaretteki yoğun çalışma ortamını artık çocuklarına bırakmış, kendisini, anılarından oluşan kitaplar yazmaya vermiş. Bugüne kadar 12 kitaba imza attı. İlk üç kitabının ardından serinin 9. kitabıyla da okurun karşısına geçmiş. Kendisini BRT-TV'de yer alan "Söz ve Yazı" programımıza geçtiğimiz Nisan ayında konuk etmiş, "Yaşanmış Öyküler-Kıbrıs'ın Eski Ticaret Hayatı ve İlginç Ticari Anılarım-9" isimli kitabı üzerine söyleşmiştik. Yeni yayını hakkında sohbete girmeden önce yazmaya nasıl karar verdiğini bu ilk denemelerinde neler yaşadığını öğrenmek istedim...

Ben malûm yazar değildim, ama yazmaya başladığımda edebiyat açısından zorlandığımı belirtmek isterim. Okulda da çok fazla edebiyat meraklısı değildim. Bunda da hata yaptığıma inanıyorum bugün değerlendirdiğimde. Arkadaşlarım Ahmet Tolgay  ve Osman Güvenir'den bu konuda çok yardım ve öneri aldım yazmayı öğrenmek için. Okul yıllarımızda onlar daha çok şiirler yazarlardı ben de spor yapmaya çalışırdım, cimnastik, voleybol gibi.  Sonra bu savaşlar oldu ve altmış yaşıma geldiğimde ki şu anda 76 yaşındayım, birçok savaşa katılılıp birçok şeyler gören, TMT dönemim, Türkiye'de gizli eğitimler konularını bu toplumun hafızası için yazmam gerektiğine inandım. Bir de tabii bir ara TMT'yi suçlama durumları da çıkmıştı, TMT'yle EOKA bir oldu da bu memleketi kana buladı gibi bir hava estirildi. Halbuki TMT tamamen savunmaya yönelikti. Eğitimlerimizi de öyle yaptık. Onu da belirtmek için yazayım dedim ama ne kadar denesem de iyi bir şekilde yazamıyor, yazdıklarımı da beğenmiyordum. Bir sayfada bir kitaplık laflar biterdi. Bu konuda özellikle Ahmet Tolgay yardımcı oldu bana. Tabii başkasının  da benim anılarımı yazmasını istemiyordum. Biraz bol kitap oku dedi Ahmet Tolgay böylece üç-beş sene kitap okumaya verdim kendimi. Belki de beşyüze yakın kitap okudum. Bunlar içerisinde hızlı kitap okuma metotlarını öğreten kitaplar da vardı. Çünkü çabuk çabuk okuyup bilgilenip bir an önce yazmaya başlamak istiyordum. Yine olmadı biliyor musunuz? Sadece okumayla da olmuyor bu işler demek ki. Evet genel bilgiler aldım, benim yazacağım tipte kitaplar okudum ve ben de yazsam nasıl yazabilirim diye kitaplar okudum ama gene olmuyordu. Kitap okumanın genel kültür olarak büyük yararı oldu benim için. Bu defa Ertan Birinci'ye dedim ki ticaret adamıyım ya, haftada bir ekonomi yazısı yazayım gazetede. Başladım ve ikinci beşinci yazıdan sonra güven duymaya başladım kendime bu konuda. Bu bende bir alt yapı oluşturdu.

İlk kitabı "TMT ve Özel Harp Dairesi Anılarım"ı  5 yılda yazmıştı Ahmet Sanver. Hem konu itibarıyla her zaman ilgi çeken bir nitelikte olması hem de toplumun hassasiyet gösterdiği böylesi bir konuyla ilk kitap yazımına adım atmak pek kolay değildi onun için sanırım. İlk kitabını eline aldığında kendi kendine söylediği şu cümle olmuştu sohbetimzde belirttiği: "ben de mi kitap sahibi oldum?" Böylece yazım serüveni başlıyordu Ahmet Sanver'in. İlk kitabının ardından "Akritas'a Karşı TMT", "Kıbrıs Barış Harekâtı Anılarım"'la 3 farklı kitabından sonra seri haline dönüşen kitapları hayat bulmaya başlıyordu; "Yaşanmış Kıbrıs Öyküleri-Çocukluk Anılarım",  "Eski Kıbrıs Eski Lefkoşa Anılarım", "Kıbrıs'ın Eski Ticaret Hayatı ve İlginç Ticari Anılarım-" başlıklarıyla 12. kitabına ulaşıyordu. Ve serinin yeni kitabı da bu yazımızı hazırlarken okurla buluşuyordu; "Bitmeyen Hatıralar-13" ismiyle.

"Yaşanmış Öyküler--Kıbrıs'ın Eski Ticaret Hayatı ve İlginç Ticari Anılarım-9" kitabının içeriğindeki başlıklara baktığımızda, "1963 Savaşları Öncesi Ticaret Anılarım", "1964'ten 1974'e Kadar Başımıza Neler Geldi", "Hırsızlarımız", "Kunduracı Ali Camgöz", "Arkadaşım ve Korumam Ali Şefik" ve "Gonnara" isimli bölümlerini görüyoruz. "1963 Savaşları Öncesi Ticaret Anılarım" başlığı içerisindeki anlatımıyla,  liseyi bitiren arkadaşları 30 lira karşılığında devlet memuru olurken kendisinin memurluk yerine serbest ticareti seçtiğini görüyoruz. Bu süreç içerisinde birçok kez parasızlıkla boğuşmasına rağmen...

Babam bize küçükten beri tüccar olacaksınız derdi. Babam yorgancıydı. Baf sokağında Rumlar da vardı Türkler de, karşısında bir tüccar vardı. Küçücük bir dükkândı aslında inşaat malzemeleri satardı. İşte çimento, tahta filân. "Bak ben tozun toprağın içinde işlerim ölüyorum, o benden fazla kazanır" diyordu babam bize. Kıskandığından değil, ona imreniyordu ve "siz tüccar olacaksınız, memurluk da hiç düşünmeyin" derdi. Ve kitaplarımda da bahsettiğim gibi sermayemiz de olmamasına karşın ben tüccar olacağım dedim. Memurlukta o zamanlar istediğin yere istediğin şekilde girebilirdin. Yani lise mezunu oldun mu mutlaka ya bir daireye ya da bir bankaya girebilirdin. Bugünkü gibi zor değildi.

Ve ticaretteki ilk adımını kardeşiyle birlikte 3 Ağustos 1958'de yol kenarına oturup yastık satarak atıyorlardı...  

Dediğim gibi sermaye yok. 1958'de toplumlararası çatışmalar oldu ve babam altı ay kadar dükkânını kapattı. Dükkânımız biraz sınırda olduğu için tehlikeliydi. Yapacak birşey yoktu ve hepimiz de evde oturuyorduk. Bir de biz öğrenciydik o zamanlar ama yaz tatilindeydik. Yaz tatillerinde genelde işliyordum, Bambatyan diye gazoz fabrikası vardı, orda çalışıyordum. O yaz döneminde fabrikaya gitmeye korkmuştum. O da neredeydi biliyor musunuz? Tütün fabrikasının olduğu yerdi. Rum bölgesiydi, bugün Yenişehir diye biliyoruz o bölgeyi. Korktuk çünkü insan öldürülüyordu sokaklarda. Ne yapacağız derken, Girne yolu tek bir yoldu o yıllarda. Lefkoşa'dan çıkıştaki tek bir yoldu, şimdiki gibi Dereboyu'ndan, Kaymaklı'dan çıkışlar yoktu o zamanlar. Limasol'dan gelirsiniz meselâ, Girne'ye gidecekseniz bizim önümüzden geçmeniz lâzımdı. Bizim de evimizin önü o yol üstünde. Babam dedi ki yastık yapalım da satalım bu İngilizlere. Çünkü İngilizler de önümüzden geçer Girne'ye denize giderlerdi. Ondan başladık işte, yastık satmaya.

İlk satış ilk kazanç ve Ahmet Sanver beye hissettirdiği duygu...

İlk günden tabii birşeyler satmıştık. Çok sevinmiştik. Eski hasır sandalyelerin üzerine koymuştuk yastıkları, kaldırımda evin önünde. Baş Yastığı derdik yatakta olana,  bir de "kuşum" derdi İngilizler, kare şeklinde koltukların üzerine konulan şekilde. Babam onlardan yapmıştı ve biz de sandalyenin üzerine koyup beklemeye başladık. İlk müşterimiz karşıda hani 1958'de küçük bir bomba koymuşlardı TC'nin Basın Yayın Bürosu vardı, orda bir Dündar bey vardı. Gazeteciydi bunlar.  Bir de Yılmaz Hiçyılmaz müdür idi. Ben 15 yaşındaydım onlar 30 yaşlarında. Dündar bey çok da şakacı biriydi. Hemen geldi iki tane baş yastığı aldı. Türkiye'den gelmişlerdi ya onlara herhalde ilginç geliyordu. İlk müşterim de o olmuştu. Ondan sonra uğurlu geldi satış yapmaya başladık ve ilk günden 3-5 lira toplamıştık. Düşünün ki bir memurun maaşı 30 lira yani günde 1 liraya geliyordu, biz birgünde 3-5 liralık satış yapıyorduk.

Özellikle EOKA ve toplumlararası çatışmaların kendini yavaş yavaş göstermeye başladığı o yıllarda, yastık üretimi için gereken malzemenin tedarik edilmesi elbette zordu. Ama zaten tedarik etmelerine gerek yoktu çünkü bu mazleme evlerinin bahçesinde yer alıyordu...

Malzeme aslında bulunduğu için bu üretimi yapabildik. Babam bu olayların başlamasından üç beş ay önce (1958), İngilizler de yavaş yavaş ada'dan ayrılmaya başlamışlardı, EOKA bitiyordu 1958'de ve İngilizler kalan mallarını kamplarda böyle "Lot" yaparlardı. "Lot" derlerdi böyle yığın yapılan kullanılmış eşyalara. Bunlar arasında yastık yorgan şiltelerden oluşan yığınlar da vardı. Çok şeyler çıkarılırdı bunlar içerisinden. Dellal gelirdi, 20 lira 30 lira "alauna ala tre" derler satarlardı. Babam da gitti iki lot bu yastık yorganlardan aldı, dört kamyon, bahçeye attı. İçleri kuş tüyü derdik ama tavuk tüyüydü aslında. Çok güzel yastıklardı böyle çizgili kumaştan filan. Ama kullanılmış tabii ki. Biz çiçekli basmalar alıyorduk (kumaş) dikip onun içerisine dolduruyorduk. Babam yorgancı olduğu için bu işi biliyordu ben de ona yardım ediyordum. Annemin de dikiş makinesi vardı Singer marka siyah, ayakla çalışırdı o zamanlar. Onu da bu işte kullandık. Yani biraz da o lotlar itti bizi bu işe. Zaten Ağustos geldi, Eylül geliyor yağmur da gelecek bahçede bunlar durur, babam dedi hadeyin gelin yardım edin de bunları yastığa çevirelim satalım.

İşte o lotlardan ilk yastık üretimlerimizi yapmaya başladık ve bu da benim ilk ticari tecrübem oldu.

 

Bu yazı toplam 3042 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar