1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Adalet ve Kalkınma Partisi: Sosyal Devletin Baskıcı ve Ruhani Devlete Dönüşümü (Sosyal Devlet mi? Baskıcı ve Ruhani Devlet mi?)
Adalet ve Kalkınma Partisi: Sosyal Devletin Baskıcı ve Ruhani Devlete Dönüşümü (Sosyal Devlet mi? Baskıcı ve Ruhani Devlet mi?)

Adalet ve Kalkınma Partisi: Sosyal Devletin Baskıcı ve Ruhani Devlete Dönüşümü (Sosyal Devlet mi? Baskıcı ve Ruhani Devlet mi?)

Adalet ve Kalkınma Partisi: Sosyal Devletin Baskıcı ve Ruhani Devlete Dönüşümü (Sosyal Devlet mi? Baskıcı ve Ruhani Devlet mi?)

A+A-


      
 İbrahim Ayberk
 ibrahimayberk11@gmail.com


Neoliberal ekonomik politikalar, uygulandığı her ülkede envai çeşit zararlı sonuçlar doğurmakta ve birçok akademisyen tarafından da belirtildiği üzere bunlar çeşitli yöntemler ve araçlar vasıtasıyla maskelenmekte ve örtbas edilmektedir. Maskeleme ve örtbas etme yöntemleri ve araçları farklılık gösterse de, neoliberal ekonomik politikaların ortaya çıkardığı zararlı sonuçlar değişmemektedir. Umut Bozkurt’un da “İnsan Yüzü ile Neoliberalizm: Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Türkiye’deki Neoliberal Popülizm’inin Anlamlandırılması” isimli makalesinde değindiği üzere (“Neoliberalism with a Human Face: Making Sense of the Justice and Development Party’s Neoliberal Populism in Turkey”, Science and Society, Vol. 77, No. 3, 372-396) bu zararlı sonuçlar arasında emek sömürüsü, yoksulluk, eşitsizlik ve artan işsizlik üst sıralarda yer almaktadır. Bunlara ek olarak denetimsizlik, güvencesiz çalışma koşulları ve taşeronlaşmadan da bahsedilebilir. Tahmin edilebileceği üzere bu durumdan en çok etkilenenler işçilerdir.      

Son dönemde Türkiye’de Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) tarafından son sürat hayata geçirilen neoliberal ekonomik politikalarla ortaya çıkan denetimsizlik, güvencesiz çalışma koşulları, rant ve taşeronlaşma çirkin yüzünü Soma ve Torun Center vakalarında göstermiş, yüzlerce işçinin katledilmesine ve yüzlerce ocağa ateş düşmesine sebep olmuştur. Sermaye ve devletin el ele işlediği bu işçi katliamları Türkiye Cumhuriyeti’nin (TC) sahip olduğu sosyal devlet kimliğini tartışmaların odak noktasına oturtmuştur.

TC Anayasası’nın 2. Maddesi devleti sosyal bir devlet olarak tanımlamakta, 5. Maddesi de sosyal devlet ilkesinin gereklerinin icra edilmesi için devlete belli yükümlülükler getirmektedir. Bu iki maddeye dayanarak, Nüvit Gerek’in de “İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği” isimli kitabında ifade ettiği üzere (Anadolu Üniversitesi, Eskişehir, 2006, 193-194), sosyal devlet kimliğine sahip olan devlet, işçilerin iş güvenliğini, beden ve ruh sağlığını koruyup sağlamak zorundadır. Fakat, bu yükümlülükleri yerine getirmek için etkili düzenlemeler yapmak ve önlemler almak bir yana, bu sosyal devlet kimliğinin AKP tarafından baskıcı ve ruhani bir devlete dönüştürüldüğünü gözlemlemekteyiz. Bu argümanın en net örneklerini ise, Soma ve Torun Center vakalarından sonra yapılan açıklamalar, uygulamalar ve yaşanan süreç oluşturmaktadır. Soma maden faciasının hemen ardından dönemin TC Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan akıllara durgunluk veren meşhur “fıtrat” açıklamasında şu sözleri sarf etmiştir: “Arkadaşlar yani biz bir defa bu tür ocaklarında, kömür ocaklarında bu olanları, lütfen buralarda bu olaylar hiç olmaz diye yorumlamayalım. Bunlar olağan şeylerdir. Literatürde iş kazası denilen bir olay vardır. Bunun yapısında fıtratında bunlar var. Hiç kaza olmayacak diye bir şey yok... Diyanet ile yaptığımız görüşme ile de selalar verildi. Cuma günü hutbeler bu kardeşlerimize yönelik olarak irad edilecek" (CnnTürk, 14 Mayıs 2014). İçerik olarak çok benzer bir açıklama ise Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından başbakan olan Ahmet Davutoğlu tarafından Torun Center faciasının akabinde yapılmıştır: “O helal rızık için 32. kata kadar çıkmış ve vefat etmiş kardeşlerimize hepimiz birer fatiha okuyalım" (Hürriyet, 8 Eylül 2014). Pek tabii ki denetimsizlik, rant ve taşeronlaşma yüzünden göz göre göre gerçekleşen işçi katliamları sonrasında bu kusurları gidermek ve işçilerin beden ve ruh sağlıklarını sağlayıp korumak yerine toplumun ruhani değerlerini sömürerek bu öğelerden medet ummak ciddi bir sorundur. Diğer bir değişle, sosyal devlet kimliğine sahip bir devletin işçiler için dua, sela, hutbe okutmaktan veya her dara düştüğünde şehit statüsü dağıtmaktan çok daha fazla yükümlülükleri vardır ve devlet bunları yerine getirmekle mükelleftir. 

AKP’nin önderliğini yaptığı bu dönüşüm denklemindeki diğer önemli faktörler ise baskıcılık ve dozu sürekli artan şiddettir. Hem Soma hem de Torun Center facialarında gördüğümüz üzere denetimsizlik, güvencesiz çalışma koşulları, rant ve taşeronlaşma sonucu katledilen işçilerin acılı yakınları bile tazyikli su, biber gazı ve jopa boğulmuştur. Daha vahim olan ise, bu şiddeti uygulayanların sadece kolluk kuvvetleri ile sınırlı kalmamasıdır. Örneğin, Başbakanlık Özel Kalem Müdür Yardımcısı Yusuf Yerkel Soma’daki eylem sırasında bir genci tekmelemekte bir beis görmemiştir. Yapılan işçi eylemlerinde ise doz olarak daha yüksek bir şiddet görmek mümkündür. En ufak çaplı işçi eylemlerine bile gösterilen bu tahammülsüzlüğü Simten Coşar bir röportajında çok güzel özetlemiştir. Coşar’a göre bu tahammülsüzlüğün altında AKP’nin “çalışanların ortak hareket edebilme imkânının yok edilmesi ve gündelik hayat kültüründen sol değerlerin silinmesi” amaclarını gütmesi vardır. Coşar’a göre, şiddet vasıtasıyla çalışanların ortak hareket ve mücadele edebilme olanaklarının yok edilmesi ve gündelik hayat kültüründen sol değerlerin silinmesi ezen ve ezilen ikiliğini beslemektedir. Daha açıklayıcı olmak gerekirse, sol değerlerin şiddetle silindiği bir ülkede sadece ezen ve ezilenin olmadığı eşit bir dünya hayal edilemez. Sadece ezen ve ezilenin olduğu ve alternatifinin bile düşünülmesine imkân tanınmayan bir düzende, her ezilen de bir gün ezen olmak için çabalayacaktır. Ezilenlerin deneyimlediği ezen iktidarlarının en harbisi ise AKP’dir (Akşam, 23 Mayıs 2012). Yani, bu süreç AKP’ye oy kazandırmaya devam edeceği için işçilerin eylemlerine taviz verilmemesi gerektiği inancı vardır ki, bu stratejinin bayağı başarılı olduğu söylenebilir. Çünkü, İlhan Uzgel, Bülent Duru ve Simten Coşar’ın da ifade ettikleri üzere AKP, bunca olumsuzluğa rağmen işçilerden hâlâ daha çok büyük destek almaktadır. Şiddet ve baskıcılıktan yazılı ve görsel medya da pek tabii nasibini almaktadır. Yazılı ve görsel basının bu tarz işçi katliamlarını enine boyuna irdeleyemiyor oluşu bunun bariz bir örneğidir.

Mevcut durum göz önüne alındığında ilerisi için işçileri ilgilendiren pozitif gelişmeler beklemek olası görünmemektedir. Yani, AKP’nin baskıcı ve ruhani devlet anlayışından vazgeçerek sosyal devlet ilkesinin gereklerini icra etmesini beklemek büyük hayalcilik olacaktır. Neoliberal ekonomik politikalara tutkuyla bağlı ve toplum üzerindeki olumsuz etkilerini toplumun dinî ve manevi değerlerini sömürerek maskeleyen ve örtbas eden AKP’nin, sermayenin ekmeğine yağ süren denetimsizliğe, güvencesiz çalışma koşullarına ve taşeronlaşmaya savaş açarak, sermayeyi karşısına alacağını düşünmek fazla iyimserlik olacaktır. En büyük fon kaynağı olan ve tabir caizse “simbiyotik ilişkiye” (birbirini tamamlayıcı) sahip bulunduğu sermayeyi rahatsız edip karşısına almaktansa, ki tahmin edilebileceği üzere gerekli önlem ve yaptırımların uygulanması dahilinde sermayenin cebine giren kâra ciddi darbe vurulacaktır, ilerleyen dönemlerde de AKP’nin şiddet, ruhani ve manevi değerleri kullanarak protestoları bastıracağını ve yeni işçi katliamlarına neden olacağını öngörebiliriz.

Bu haber toplam 1873 defa okunmuştur
Gaile 285. Sayısı

Gaile 285. Sayısı