1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. “Kıbrıs’ta ‘biz kimiz’ meselesi allak bullak”
“Kıbrıs’ta ‘biz kimiz’ meselesi allak bullak”

“Kıbrıs’ta ‘biz kimiz’ meselesi allak bullak”

Dünyaca ünlü Kıbrıslı Türk psikiyatrist Prof. Dr. Vamık Volkan, Kuzey Kıbrıs’ta, gazetelerde ve genel olarak medyada üzerinde durulmayan, fakat halk arasında devamlı konuşulan ve “biz kimiz” konusu ile bağlı problemler olduğunu söyledi

A+A-

Ödül AŞIK ÜLKER

Dünyaca ünlü Kıbrıslı Türk psikiyatrist Prof. Dr. Vamık Volkan, Kuzey Kıbrıs’ta, gazetelerde ve genel olarak medyada üzerinde durulmayan, fakat halk arasında devamlı konuşulan ve “biz kimiz” konusu ile bağlı problemler olduğunu söyledi.

“Kıbrıs’ta ‘biz kimiz’ meselesi allak bullak olmuş bir meseledir” diyen Prof. Dr. Volkan, “Talihli ve talihsiz mahalleler var. Talihsiz olanlar bir caminin yanında.  Böyle bir talihsiz mahallede herkesin konuştuğu konu hoparlörlerden çıkan ve yandaki evlerin pencerelerini sarsacak, oradaki kişilerin telefonda konuştuklarını duymalarını engelleyecek, çocukları korkutacak makinelerle verilen ezan sesi ve dualar. Dinle alakası olmadan ezanı konuşuyorlar, ‘benim dinim böyle değil’ diye. İran’da ve Kuveyt’te bile ezan çok nazik, hiç hoparlör yoktur” diye konuştu.

American College of Psychoanalysts’in eski Başkanı, International Society of Political Psychology’nin kurucularından ve eski başkanlarından, International Dialogue Initiative’in kurucusu ve Onursal Başkanı Prof. Dr. Vamık Volkan, şunları söyledi:

“Hoparlörlerle okunan ve kulakları ağrıtan makina ezanı Türkiye’de gelişmekte olan otoriter rejimin sembolu oldu. Kıbrıslı Türkler’in Türkiye ile ilişkileri daha rahat olsaydı, Rumlarla da durum farklı olurdu. Ama Türkiye ile şimdiki tarzda ilişkiler olunca, ‘keşke Rumlarla bir araya gelsek’ düşüncesi artıyor. Ama oraya gidilince de önlerine şartlar konuyor. Bu böyle devam edecek.”

Nobel’den sonra dünyada psikanaliz dalında önemli çalışmaları ve katkıları olan kişi ve kurumlara verilen “Mary Sigourney Psikanaliz Ödülü”nün de sahibi olan Prof. Dr. Vamık Volkan, “Biz Kıbrıslı Türkler olarak paramparça olmuşuz. Daha farklı olsaydı, Rumlarla daha rahat konuşurduk. Bunları konuşmak lazım ama kiminle konuşacağız. Kıbrıs’ta sivil toplum kuruluşları harekete geçmeli” dedi.
  

Prof. Dr. Vamık Volkan, Kıbrıs sorununun dünya için problem bile olmadığını söyledi.

“Çözüm yarın değil”

Soru: Mart ayında adaya geldiğinizde konuştuğumuz zaman dünyanın ilk defa Kıbrıs müzakerelerinde iki tarafı eşit görmeye başladığını söylemiştiniz. Rum tarafının buna yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz? Cumhurbaşkanı Akıncı’nın BM Dünya İnsani Zirvesi’nin yemeğine Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın davetlisi olarak katılması bile Rum lider Anastasiades tarafından tepkiyle karşılanmıştı...

Prof. Dr. Volkan: Uluslararası toplumdan gelen, AB’den, BM’den yetkililerle Cumhurbaşkanı Akıncı’nın görüşmesi çok iyi birşey. Sadece Rum tarafına gelmiyorlar, bizimle de görüşüyorlar. Ama bu demek değildir ki iki lider oturup bu hafta sonu herşeyi kararlaştıracaklar. Bu haftasonu geçecek, gelecek haftasonu olacak yani bu süreç devam edecek.

Ben kitaplarımda yazıyorum, yeni bir medeniyet var, ben buna “biz şimdi kimiz medeniyeti” diyorum. Hızlı ticaret, hızlı ulaşım, küreselleşme, benim aklımın almayacağı kadar hızlı iletişim var. Bunların olumlu yanları var tabi. Bunun yanında, çeşitli büyük grup üyeleri olan kişiler arasında yoğun bir karşılaşma olunca, “biz kimiz” diye bir medeniyet ortaya çıktı. Başka büyük grup kimliği, kültürü, lisani, dini olan kişiler ve toplumlar arasında iletişim, tanışma ve karşılaşma büyük bir hızla artınca kişiler ve toplumlar birbirlerini tanıma ve mukayese etme mecburiyetinde kaldılar. Bunun olumlu tarafları oldu, beraber iş yapma gibi. Ama olumsuz tarafları da oldu. Kıskanma, mesela çok zenginlerin “öteki” fakir ülkelerde çocukları çok para vermeden çalıştırması sırasında ortaya çıkan hisler, kızma, eski gelenekleri koruma isteği gibi. Bu da “şimdi biz kimiz” medeniyetini ortaya çıkarttı. “Biz şimdi kimiz?” durumu eski gerçek ve fantazi gelenekleri, tarihi bulmak için sürecini ortaya çıkarttı. Türkiye’ye bakınız, sanki eski Osmanlıyı canlandırma isteği var halkın yarısında, İŞİD eski halifeliği yarattığını fantazi ediyor.

“Ben Kürtüm, benim milletim var mı”, “ben Kıbrıslı Türküm, biz kimiz,” “ben Alman’ım Almanya’ya yerleşen Türklerden farklıyım”... Rumlarda “biz kimiz” meselesi onlarca yıldır devam eden birşey. EOKA’nın başlangıcı, anglofobik yaklaşımlar... Örneğin İngiliz Okulu’na giden Rum çocuklarını “sen İngilizleri seversin” diye döverlerdi, o çocuklar dışlanırdı. Kıbrıs’ın durumu nedeniyle “Biz kimiz” diye bir ortam ortaya çıktığı zaman, Kıbrıslı Rumlar, duruşlarını bazı gerçekler nedeniyle değiştirmek durumunda kalsalar da, tamamıyla Hellenik bir düzen geliştirmek fikrine hala sahiptirler. Rumların masadan kalkması da yine “Kıbrıs Hellenik bir cumhuriyettir” düşüncesi ve başka birinin, bir Kıbrıslı Türkün lider olmasını kabul etmemelerindendir. Kıbrıs’taki çözümle ilgili görüşmeler barışçıl şekilde devam ederse çok güzel. Ama çözüm yarın değil, yarın akşam değil,1 sene, 2 sene, 3 sene sonra, bu işlere para meselesi karıştığı zaman olacak.

Bugünlerde, Türkiye ekonomisini korumak için, ansızın Türklerle Ruslar arkadaş oluyor, İsrailliler tekrar kardeşimiz olacak. Birçok nedenlerle onları attık, burada Müslüman dünyasının başkanlığı olacak derken hem Arapları, hem İsraillileri hem Rusları küstürdük. Şimdi durum değişti. Bu değişikliğin yanında su meselesi, elektrik meselesi var. Bunlar ortaya çıktığı zaman konuştukları için birbirlerinden korkmazlar, konuştuğun zaman birbirini öldürmüyorsun. Belki o zaman bir çözüm ortaya çıkacak. Fakat şu anda böyle bir baskı yokken, para veya politik baskı yokken Kıbrıs’ı kim düşünür? Suriye gibi konular var, Kıbrıs sorunu dünya için problem bile değil. Gördüğüm bu, duyduğum da bu. Washington’a gittiğim zaman da duyuyorum, Kıbrıs listenin sonlarında bile değil. Ancak Cumhurbaşkanı Akıncı’nın yaptığı güzel birşey, devam etsin.

“İnsan huyu, psikolojisi değişmedi”

Soru: Trodos dağlarında bir yangın çıktı. Kıbrıs Türk tarafının yardım teklifini Kıbrıs Rum tarafı kabul etmedi. Türkiye’den gelen yardım teklifi de bazı şartlarla kabul edildi, Türkiye de bu şartları kabul etmedi. Bunu da aynı düşünceye mi bağlıyorsunuz?

Volkan: Aynı. Bu gibi şeyleri her yerde görüyorum. Ermenistan’da çok büyük bir deprem olmuştu, 30 bin kişi ölmüştü. Azeriler kan verecekti, “hayır” dendi. “Biz kimiz” medeniyetinde, “benim kimliğim budur, başkası dokunursa bozacak” düşüncesi vardır. “Biz kimiz” dünyada çok yayıldı. AB Avrupa’da büyük gruplar arasındaki kanlı çatışmaların tekrar ortaya çıkmasını önlemek icin kurulmuştu. “Ekonomik bakımdan birleşelim ki birbirimizi öldürmeyelim” dediler. En büyük yanlışlıkları aynı çatı altına konulacak büyük grup kimliklerini düşünmemeleri oldu, psikolojiyi düşünmediler. Bugün İngiltere’nin AB’den çıkmasının temelinde de “biz kimiz” var. Suriye olayı, mülteciler konusu ortaya çıktı. “Ben İngilizim, başkasını istemem” diye düşünenler kazandı. Fakat onların düşündükleri mantığa uymuyor çünkü dünya değişti. Artık tamamıyla Yunan, tamamıyla İngiliz, tamamıyla Fransız, tamamıyla Alman yok. Amerika’da bile, ki her yerden geliyorlar, başkan adaylarından biri “duvar koyacağım ki Meksikalılar gelmesin, Müslümanları da Amerika’ya sokmayacağız” diyor. Teknoloji ne kadar çok gelişti, iletişim gelişti, bir düğmeye basarak herşeyi öğreniyoruz ama insan huyu, psikolojisi değişmedi. Bu teknoloji devrinde bir düğme ile herşeyi değiştiriyoruz ama insan huyunu değiştiremiyoruz. Mesela, Kıbrıs’ta gördüğümüz, Türklerin Rum kısmında gelişen yangını söndürmeye katılamamalarının başlıca nedeni, büyük grup kimliklerini sözüm ona korumak, ayrı tutmaktır.

“AB oluşurken psikolojisine bakmadılar”

Soru: İngiltere’nin AB’den çıkma kararı Kıbrıslı Türklerin AB’ye bakışını, psikolojisini nasıl etkiler?

Prof. Dr. Volkan: AB oluşurken psikolojisine bakmadılar, bütün mesele savaşları durdurmak ve ekonomiyi dengelemekti. Özellikle Suriye, mülteci konusundan sonra Avrupa ülkelerinde çoğunluklar “bize gelmesin” noktasında. Herkes “biz biziz, başkalarını istemiyoruz” noktasında ve bu düşünce, bu psikoloji AB’yi ezecek. Kimlik meselesi canlandı ve İngiltere’de olan sürpriz oldu. İngitere’deki referandumun sonucunun Kıbrıslı Türklerin AB’ye bakışlarında ne gibi bir değişiklik yapacağını merak ediyorum. İngiltere’de yaşayan büyük Kıbrıslı Rum ve Türk toplumları var. İngiltere ve AB arasında gelişecek olan yeni anlaşmaların bu toplumlar üzerinde ve bu toplumlarla yakından ilişki içinde olan Kıbrıs’ta yaşayanlar üzerinde bir etkisi olacaktır.

Benim 2009’da kurduğum International Dialogue Initiative grubunun gelecek toplantısı önümüzdeki Ekim’de Berlin’de yapılacak. Bu toplantılara Amerika, Rusya, İngiltere, Almanya, Türkiye, İsrail, Filistin ve İran’ı gayri resmi temsil eden önemli kişiler katılır. Bu toplantıda İngiltere’nin AB’den çıkmasının psikopolitik yönlerini de inceleyeceğiz. Bilhassa İngiltere’yi temsil edenlerden biri  Lord John Alderdice’in gözlemleri, ki o da politikada önemli rol oynayan bir psikiyatristtir, önemli olacak.

Talihli ve talihsiz mahalleler...

Kıbrıs’ta “biz kimiz” meselesi allak bullak olmuş bir meseledir. Kuzey Kıbrıs’ta, gazetelerde ve genel olarak medyada üzerinde durulmayan, fakat halk arasında devamlı konuşulan ve “biz kimiz” konusu ile bağlı olan problemler var. Talihli ve talihsiz mahalleler var. Talihsiz olanlar bir caminin yanında.  Böyle bir talihsiz mahallede herkesin konuştuğu konu hoparlörlerden çıkan ve yandaki evlerin pencerelerini sarsacak, oradaki kişilerin telefonda konuştuklarını duymalarını engelleyecek, çocukları korkutacak makinelerle verilen ezan sesi ve dualar. Dinle alakası olmadan ezanı konuşuyorlar, “benim dinim böyle değil” diye. İran’da ve Kuveyt’te bile ezan çok nazik, hiç hoparlör yoktur.

Son  10-20 sene içinde Türkiye’de büyük bir “kimlik” değişikliği girişimi oldu ve devam ediyor. Herkes görüyor ama bu konu üzerinde ciddi ve olumlu tartışma yapmaktan korkuyor. Lefke’de ezanın sesi yüksek diye mahkeme olmuş ama mahkeme kararına rağmen ezanın sesi alçaltılmamış. O zaman hükümet var mı? Kanun var mı? Yok. O zaman birisi, birileri “ne kanun dinlerim, ne yasa dinlerim, sen de ezanı benim istediğim gibi yüksek sesle dinleyeceksin” diyor. Bunu söylerken dine karşı konuşmuyorum, dine fenalık yaptıkları için konuşuyorum. Bu, Türkiye’den geliyor, bu konu Kıbrıslı Türkleri çok üzen birşey, “Biz Kıbrıslıyız, eskiden Kıbrıs’ta ezan ne güzel okunurdu” diyorlar. Herşeye müdahale edilebiliyor ama bu konuda mahkeme karar verdiği halde birşey yapılmıyor, yapılamıyor. Hoparlörlerle okunan ve kulakları ağrıtan makina ezanı Türkiye’de gelişmekte olan otoriter rejimin sembolu oldu. Kıbrıslı Türkler’in Türkiye ile ilişkileri daha rahat olsaydı, Rumlarla da durum farklı olurdu. Ama Türkiye ile şimdiki tarzda ilişkiler olunca, “keşke Rumlarla bir araya gelsek” düşüncesi artıyor. Ama oraya gidilince de önlerine şartlar konuyor. Bu böyle devam edecek.

----------

“Türkiye’de dini kullanarak yeni bir nesil geliştirmek istiyorlar”

Türkiye’de dini kullanarak yeni bir nesil geliştirmek istiyorlar. İstiklal harbi olmasaydı, cumhuriyet kurulmasaydı, şimdi Türkiye, Ankara’nın yanında, belki de Ürdün’den daha küçük bir yer olurdu. Türkiye’de idaredekiler bunları atıyorlar ve sanki Atatürk, İnönü ve arkadaşları mağdurluk yaratmış gibi davranıyorlar. Mağdur psikolojisi yarattılar. Sanki yeni Türkiye Osmanlı’yı ezmiş gibi davranıyorlar. İki seneden beri Türkiye’de sekiz psikiyatrist veya psikolog beni devamlı olarak arayarak onlara gelen kişilerin psikoterapi süreçleri hakkında  yardım istiyorlar.  Konsultasyon yaparken  hastaların isimlerini sormuyorum, doktorlarından problemleri hakkında bilgi alıyorum. Eskiden kimse “Kürdüm”, “Aleviyim” demezdi, şimdi gelir gelmez, “ben Aleviyim, sen nesin?”, “Kürt arkadaşın var mı” gibi şeyler konuşuyorlar. Bunları alevlendirmişler ve daha da alevlendiriyorlar.  Bunların yansımalarını da Kıbrıs’ta görüyorum. Biz Kıbrıslı Türkler olarak paramparça olmuşuz. Daha farklı olsaydı, Rumlarla daha rahat konuşurduk. Bunları konuşmak lazım ama kiminle konuşacağız. Kıbrıs’ta sivil toplum kuruluşları harekete geçmeli. Konuştuğum kişiler de endişeli, “kimliğimiz nedir, geleneklerimizi nasıl sürdüreceğiz, kabadayı ezan yerine nazik din” gibi. Benimle temas kuran bazı kişiler birşey yapmak istiyorlar ama nasıl yapacaklar bilmiyorum.

Soru: Son dönemde Reddediyoruz Platformu’nun eylemleriyle bir hareketlilik başladı. Bu bir başlangıç olabilir mi, nasıl değerlendiriyorsunuz?
 

Prof. Dr. Volkan: Bunu bana söylediğiniz için memnun oldum. Kıbrıs’a yaz ayları için yeni geldim. Bu eylemleri bilmiyorum. Öğrenmeye çalışacağım.

Terör...

Soru: Terörle ilgili bir kitap bitirdiniz. Dünyada terörün önüne geçilemedi. Bu kitapla ilgili biraz bilgi verir misiniz?
 

Prof. Dr. Volkan: Son günlerde iki kitap yazdım, biri mülteciler, diğeri de terör hakkında. Mültecilerle ilgili kitabımın adı “Immigrants and Refugees: Trauma, Perennial Mourning, and Border Psychology”, yakında İngiltere’de çıkıyor.

Terörle ilgili kitabı da Kuzey Kıbrıs’ta evi olan, Finlandiyali tarihçi Jouni Suistola ile yazdık, kitabın adı “Gods do not Negotiate: International Terror and Religious Knives”  yani “Tanrılar Müzakere Etmez: Uluslararası Terör ve Dini Bıçaklar”. Bu kitabı da geçen hafta bitirdik. Terörün tarihini yazdık. IŞİD’in gelişimini ve bu terör organizasyonunun psikopolitik  etkilerini ve yarattıkları trajedileri anlattık. 

Öldürme eyleminin neden yapıldığından, siyasi propagandaya kadar yazdık, ki buna baktığınızda Türkiye’de yapılanları görürsünüz. Din konusuna geldik ve tarikatların psikolojisine baktık. Bunu anlamadan, küresel terörü anlamak zor. Amerika’da Hristiyan tarikatlarını çalışmıştım ama söyleyeceklerim Müslüman tarikatları için de geçerlidir. 10 temel özellikleri var. Türkiye tarikat doldu. Bir tarikat ortaya çıktığı zaman kutsal bir kitabın bir parçasını alıp, sadece o bölümün tamamıyla doğru olduğuna inanıyorlar. Bunların bir şefi oluyor, o bir numara ve kimse onun şefliğini sorgulayamaz. Bazen bu şef karizmatik biri değilse başkasını şef olarak gösteriyor ama arkadan ipleri çekiyor. Bunların içine girdiğiniz zaman tam sadakat vardır. Bunlar kendilerini çok önemli sanırken, tuhaf olan şey aynı zamanda mağduru oynarlar çünkü onlara inanmayanlar, onları kötü görür, mağdurdurlar. Tuhaf bir psikoloji ortaya çıkar. En kötü, en sadist şeyleri yaparlar veya en kötü şeye dayanırlar. Örneğin intihar saldırısı yaparlar çünkü cennete gidecekler ama aynı zamanda masum insanlar ölür. Ahlak yapıları değişir. Kendi bildikleri, inandıkları bilgiye göre yeni bir ahlak oluştururlar. Etraflarında bir sınır oluştururlar, kıyafetleriyle örneğin ve bu nedenle dışardakilerde kötü hisler ortaya çıkarırlar. Aile kültürünü değiştirirler. Bu noktada en çok kadınlar ve kız çocuklar sıkıntı çeker. Kadınlar seks ve süt veren kişi olarak görülür, artık insan değildir.

Canlı bomba...

Soru: Hocam, İstanbul’da da bir terör saldırısı yapıldı. Bu yaşananlar hakkında ne söylemek istersiniz?
 

Prof.  Dr. Volkan: Bu acı olayı televizyonda izlerken içim yandı. Ölenler, yaralananlar yanında travmatize olan yüzlerce kişiyi ve ailelerini düşünüyorum. Terör yaratmak ve “ötekini” korkutmak insan tarihinin bir parçası. 1950’lerden başlamak üzere ve 1974’e kadar Kıbrıs’ta yaşayan kişiler bunu yakından biliyorlar.  Fakat “canlı bomba” terörü tarihte yeni birşey. Japonların kamikazeleri başka türlü, onların terörle ilgisi yok. 1980 ile 1988 yılları arasındaki Irak-İran savası sırasında Ruhullah Humeyni yeni bir silah buldu: canlı bomba. İlk canlı bomba Mohammed Hossein Famideh isimli 13 yaşındaki bir çocuktu. Ondan sonra binlerce çocuğu canlı bomba olmaları için süreçten geçirdiler. Sonra Hizbullah Ekim 1982’de ilk defa canlı bomba kullandı. Bu günkü durumu hepimiz görüyoruz. 2000’de Inagural Yitzhak Rabin Fellow’u ve İsraillilerin misafiri olarak 4 ay İsrail’de kalmıştım. O zaman Filistin’deki canlı bombaların eğitimini inceleyip bu konu hakkında yazılar yazmıştım. Daha sonra böyle eğitim çok kısa zamanda yapılır oldu. Kısacası, intihar bombacıları kişisel psikolojik yapılarının etkisinden ayrılıp, kendi büyük gruplarının toplumsal psikolojisine göre hareket ederler, kendi büyük grup kimliklerini korumak için alet olurlar ve yaptıkları insanlık dışı eylemi görev olarak algılarlar.

Türkiye hükümetinin bu konu üzerinde ne yaptığını veya ne yapmak istediğini bilmiyorum. Türkiye’deki otoritenin Türkiye’deki sosyal trejediler üzerinde konuşurken çoğu zaman Türkiye’deki ayrılımlardan, “parallel devletten”, “dine aykırı olanlardan”, “düşman gibi görülen akademisyenlerden” söz ettiklerini duyuyoruz. Daima birlik ve beraberliği sevecek ve herkese hürmet edecek bir ortam yaratan liderlik ortaya çıkmıyor.

Bu haber toplam 6052 defa okunmuştur