1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. ‘KEŞKE İMAR PLANLARI YAPSAYDINIZ’
‘KEŞKE İMAR PLANLARI YAPSAYDINIZ’

‘KEŞKE İMAR PLANLARI YAPSAYDINIZ’

YENİDÜZEN’e konuşan Şehir Plancısı Layık Topcan Mesutoğlu, hükümetin emirname değişiklikleri ile münferit bir yatırımcının çıkarlarının kolladığına işaret etti.

A+A-

Ödül AŞIK ÜLKER

Şehir Planlama Dairesi’nde, müdür muavinliğine kadar çeşitli kademelerde 36 yıl görev yapan Şehir Plancısı Layık Topcan Mesutoğlu, herhangi bir yasanın, planın veya emirnamenin bilime, akla ve hukuka uygun olarak uygulanabilmesi için öncelikle zihniyet değişikliği gerektiğine dikkat çekti. Topcan Mesutoğlu, “İyi bir idarenin elinde, yürürlükteki İmar Yasası ve hatta 1946’dan kalma Fasıl 96’yla bile son derece iyi işler çıkarılabilir. Öte yandan kötü bir idarenin elinde, en iyi planı bile çıkarsanız, doğru uygulanmazsa, sonuç yine iyi olmaz” dedi.
  

Girne’deki emirname süreçlerini ve yaşananları Yenidüzen’e değerlendiren Topcan Mesutoğlu, bugüne kadarki hükümetlerin “hukuku ve teknik insanları zorlayarak, belli zümre ve kişileri destekleyici adımlar atmak yerine”, enerjisini, zamanını ve kaynaklarını imar planlarının hazırlanması için kullanması gerektiğini söyledi.

Layık Topcan Mesutoğlu, mevcut koşullarda, tek başına İmar Planı’nın Girne’yi kurtaracağı beklentisini çok iyimser bulduğunu ifade ederek, Girne’yle ilgili bugün yaşanan katılım sürecini de yetersiz bulduğunu belirtti.

Geçmişte yaşananlardan ders alınıp aynı hataların tekrarlamaması gerektiğini vurgulayan Topcan Mesutoğlu, “Herhangi bir yasanın, planın veya emirnamenin bilime, akla, hukuka uygun olarak uygulanabilmesi için öncelikle zihniyet değişikliği gerekir. İyi bir idarenin elinde, yürürlükteki İmar Yasası ve hatta 1946’dan kalma Fasıl 96’yla bile son derece iyi işler çıkarılabilir. Öte yandan kötü bir idarenin elinde, en iyi planı bile çıkarsanız, doğru uygulanmazsa, sonuç yine iyi olmaz” dedi.

Topcan Mesutoğlu, yapılması gerekenin, Girne ve Mağusa-İskele bölgesinin, Ülkesel Fizik Planı ile uyumlu imar planlarının ivedi ve paralel olarak hazırlanması olduğunu kaydederek, 17 makam arabasına ayrılan 2 milyon TL’lik kaynakla, Girne ve Mağusa’nın imar planlarını rahatlıkla hazırlanabileceğini söyledi.

Soru: Son dönemde Zeytinlik’le başlayıp Girne’nin geneliyle ilgili emirnameler ve imar planı konusunda yaşanan tartışmalar var. Girne’de yaşanan esas sorun nedir? Girne neden bu noktaya geldi?

Topcan Mesutoğlu: Girne, piyasanın yatırım yapmak için tercih ettiği iki önemli bölgeden biridir, diğeri ise İskele boğazıdır. Özellikle eşdeğer mallara tapu verilmeye başlandığı 86 yılından itibaren, insanların mülkiyet duygusu geliştikçe, Girne, inşaat sektörünün tercih ettiği bir bölge olmaya başladı. Olası bir çözümde garanti olarak görülmesi, en az riskli bölge olarak kabul edilmesi, doğası, denizi, tarihi ve kültürel mirası ile fırsatlarının yüksek olması, Lefkoşa’ya yakınlığı, Girne’yi piyasanın turizm ve konut yatırımları için tercih ettiği bir bölge haline getirdi. 2015 verilerine göre, turizm sektöründe, toplam yatak kapasitesinin %52-67’si  Girne’dedir. Ülkenin toplam vergi gelirinin yaklaşık %70-72’si Lefkoşa ve Girne’den toplanmaktadır.    
  

Girne’yle ilgili planlama çalışmaları 74 öncesine dayanır. 68-70 yıllarda Fransızların hazırladığı, Karşıyaka’dan Bahçeli’ye kadar olan bölgeyi kapsayan bir planlama çalışması vardı. Son günlerde konuşulan, “mavi”, “kahverengi”, “sarı”, “açık yeşil”, “beyaz” bölge bu çalışmada çeşitli özellikteki farklı bölgelere verilen renklerdir. Çalışmanın ana fikri turizmi teşvik etmekti. Bu çalışma, Kıbrıs Cumhuriyeti hükümeti tarafından, 1972 yılında, Fasıl 96 Yollar ve Binaları Düzenleme Yasası altında iki bildiri halinde yasallaştırılmıştı. Bunların ikisi de imar planı değildi. Çünkü gelişmenin bir sınır içine toparlandığı düzenlemeleri kapsamıyordu, imar planında olması gereken, ulaşım, altyapı, eğitim, sağlık ve benzeri konulardaki düzenlemeleri içermiyordu. Tabi ki 70’li yıllardaki anlayışlar, ekonomik etkenler, talepler, çevresel hassasiyetler bugünkünden farklıydı.

Bilindiği gibi, 1963 sonrasında Kıbrıs Cumhuriyeti’nin aldığı kararlar, mevzuat düzenlemeleri Türk yönetimindeki bölgelerde geçerli kabul edilmiyor, uygulanmıyordu. Bu nedenle, Fransızların planlama çalışmasına dayalı, 1972 yılında Fasıl 96 altında ilan edilen iki bölgeleme bildiri, ancak 80li yılların ortasında Bakanlar Kurulu tarafından onaylanarak, yasal olarak uygulamaya konuldu. 80li yılların ortasına kadar zaten inşaat faaliyeti çok azdı. “Beyaz Bölge” ile ilgili imar düzenlemeleri kapsayan bildirinin uygulanması 92’ye kadar sürdü. İmar Yasası’nın 1989 yürürlüğe girmesinin ardından, o dönemde şehir plancısı olarak çalıştığım Şehir Planlama Dairesi’nde, Fransızların çalışmasını da kapsayan alanın tamamı için imar planı hazırlaması tartışmaları olmasına rağmen, o dönemdeki idare yasa ile “Koruma Alanı” ilan edilmiş olan “Girne Limanı , Kalesi ve Çevresi”, “Eski Türk Mahallesi”  için bir koruma planı hazırlanmasına karar verdi. Aynı dönemde, Ülkesel Fizik Plan çalışmalarına ve BM desteği ile hazırlanmış olan Lefkoşa İmar Plan’nın yasallaştırılmasına yönelik planlama çalışmalarına da öncelik verildi. Koruma planı çalışmalarının katılım süreçlerinde, daha geniş bir alan için plan çalışması yapılması talebi gündeme geldi. Sadece korumanın yeterli olmayacağı, beyaz bölgedeki yüksek yapılaşmanın koruma alanlarını olumsuz etkileyeceği belirtildi. İnsan kaynağının ve bütçenin sınırlı olması nedeniyle, Girne Belediyesi’nin katkısı ve işbirliği ile çalışma tüm beyaz bölgeye yayıldı. İşte Girne’nin macerası böyle başladı. 93 yılında “Beyaz Bölge Emirnamesi” çıkarıldı.
 

Aslında emirnameler geçici planlama enstürmanlardır, iyi idarecilerin elinde, doğru kullanılırlarsa çok önemli bir sübaptır. Emirnameler çıkarılır, ardından İmar Planı hazırlanır ve planların yürürlüğe girmesiyle de emirnameler yürürlükten kalkar. Ancak pratik öyle olmadı. Ne yazık ki, Lefkoşa İmar Planı ve Girne Koruma Planı dışındaki planlama çalışmalarında bu enstrüman gerektiği gibi uygulanmadı.

“Radikal değişiklik 2010-2011’de”

Soru: Girne’de 23 yıl yürürlükte olan bir emirname var, “Beyaz Bölge Emirnamesi. Bu zaman zarfında ne gibi değişiklikler yapıldı?
 

Topcan Mesutoğlu: Beyaz Bölge Emirnamesi’nin, Girne Koruma Çevre Planı’nı kapsayan bölge ile ilgili kuralları, Girne Koruma Planı’nın yürürlüğe girmesi ile yürürlükten kalktı,  Beyaz Bölge’nin geri kalanında geçerli olmaya devam etti. Emirname, farklı dönemlerde zümresel veya bireysel  çıkarların baskısıyla değişikliğe uğradı. Emirnameye ilk müdahale 95 yılında yapıldı. Neden? Bir yerde bir otel yapılacaktı, kat sınırlaması bazı kesimler fazla buldu, daha yüksek binaların yapılması, her yerin ticarete açılması, yapılaşma haklarının artırılması istendi. Bu değişiklik talepleri nedeniyle, dairenin o dönemdeki müdürünün  görevden alınmasına kadar gidildi.
  

Girne’yi bugünkü nefes alınamaz duruma getiren, siluetinin bozulmasına neden olan en radikal değişiklik, 2010-2011 döneminde yapıldı. 1.5-2 yıl süren çalışmalar sonunda  geliştirilen tüm kurallar, 1-2 saatlik bir süre içinde, adeta bir akıl tutulması ile 10 kat, 36 katlı binaların yapılabilmesine olanak sağlayan duruma getirildi. Tabi bunları, kamu çıkarını  dikkate alan, dengeleyen çalışmalar olarak göremiyorum.

--------------------

“15 yıllık sürede tüm Girne’nin planını yapabilmeliydik”

 Soru: Sanırım İmar Planı’nın olmamasından dolayı, 2004’de yaşanan inşaat patlamasının sonuçlar bu kadar vahim oldu...
 

Topcan Mesutoğlu: İnşaat patlaması yaşanan 2004-2007 döneminde artık geç kalınmıştı. Girne küçük bir kasabayken, ucu bucağı belli olmayan, içi içe geçmiş yerleşimlerden oluşan  bir Girne ortaya çıktı. Bugün Girne dediğimizde, Karşıyaka’dan Bahçeli’ye kadar olan bölge  algılanıyor. Artık Girne, mekan, çevre ve yaşam kalitesi olarak her geçen gün daha da kötüye giden bir kent haline gelmiştir. Aslında sadece Girne kentinde değil, dağın kuzeyinde kalan tüm bölgede, çevre ve yaşam kalitesinin her geçen gün daha da kötüleşmekte olduğunu yaşayarak görüyoruz. Oysa, İmar Yasası’nın çıktığı 1989’dan 2004’e kadar geçen 15 yıllık sürede, Girne’de kentin küçük bir alanı ile uğraşmak yerine, tüm Girne’nin planını yapabilmeliydik. Yapabilmiş olsaydık, 2004-2007 döneminde Girne’nin yaşadığı inşaat patlamasının sonuçları bugünkü kadar vahim olmayacaktı.
  

Bu konudaki sorumluluğun tamamını Şehir Planlama Dairesi’nin veya belediyelerin sırtına yüklemek istemiyorum. Çünkü, geçmişten bugüne kadar Şehir Planlama Dairesi’nin bütçesinin seyrini inceleyecek olursanız göreceksiniz ki, devletin daireye ayırdığı bütçe, yıllarca bağlı olduğu bakanlığın bütçesinin ortalama %3’ü kadar olmuştur. Bunun da %96-98 arasında değişen dilimi personel gideridir. Geriye kalanın %50’si elektrik, ulaşım gibi giderlere ayrılmıştır. Kalan parayla da planlama hizmeti vermesi beklenmiştir. Bu tür  çalışmalar ciddi paralar ister. Bugüne kadar daire, bu yapıyla, planlamayı ne kendisi doğrudan, ne de dışardan hizmet ve danışmanlık alarak yapabilecek durumda olmuştur. Yeterli sayıda ve nitelikte insan kaynağı eksikliği de vardı. Belediyelerin içinde bulunduğu durum ise malum. Tabi ki “hiçbir mazeret, başarının yerini tutamaz”, doğrudur, ama bunlar da somut gerçeklerdir. 2004 yılına gelinceye kadar, belediyelerle yine de çok etkili ve sağlıklı  işbirlikleri ile birçok çalışma yapıldı.

“Her sıkışan emirnamede değişiklik yapma yoluna gitti”

Soru: Bugünkü tartışmalara konu olan, 2007’de yürürlüğe giren Girne 2. Bölge Emirnamesi ne zaman, hangi şhtiyaca dayalı olarak hazırlanmıştı?
 

Topcan Mesutoğlu: Beyaz Bölge dışındaki alanları kapsayan Girne 2’inci Bölge Kapsamlı Emirnamesi, Girne’de izinlere aykırı otellerin ortaya çıktığı bir dönemde yapıldı. Bazı otel inşaatları, aldıkları izinlere aykırı yapılmaktaydı. İnşaatlar izne aykırı olarak devam etmesine karşın, ilgili hiçbir belediye veya kaymakamlık, inşaatları mühürlemedi, durdurmadı veya  hukuk yoluna gitmedi. Şehir Planlama Dairesi o dönemde sadece tavsiye makamıydı. Zaman içinde, “çare” üretilmesi talebi geldi. Yani kurallar öyle bir şekilde düzenlenmeliydi ki  otellerin durumu kurallara uygun hale getirilsin. Bu otel inşaatları o dönemki kurallara uygun olarak yapılmadıkları için, hem adaletsizlik, hem de bulundukları çevreye, kente külfet yarattılar. O dönemlerde “zaten Girne’de inşaat patlaması aldı başını gidiyor, Girne’yi bir disiplin altına almak zorundayız, diğer taraftan siyasilerin bu otelleri bir şekilde yasal çerçeveye oturtma yönünde baskısı var” dendi. Bu iki durumu nasıl birleştiririz diye düşünüldüğünde, Fasıl 96 altındaki Turizm Bildirisi ile bunu yapmanın yasal olarak mümkün olmaması nedeniyle, tüm Girne’yi kapsayacak bir emirname çıkarılması yoluna gidildi. Bu kapsamda, verilen izinlerden daha büyük olarak inşa edilen otellerin yarattıkları külfeti tazmin edecek şekilde, bulundukları çevrede veya kentte kamusal nitelikte bir nimet yaratma zorunluluğu getirildi. Bu koşul, ilgili belediyenin de uygun göreceği ve onaylayacağı,  kanalizasyon, yol, kaldırım, park, sahil, yeşil alan düzenlemesi veya buna benzer beldenin ortak kamusal ihtiyaçlarına yönelik projeleri hayata geçirmeyi kapsıyordu. İyi niyetle yapılan bu düzenleme kamuoyunda çok tepki aldı, af olarak görüldü.

Bu zorunlulukla ilgili kuralların  uygulanması da tam hakkıyla yapılmadı. Aslında yapılması gereken, bir taraftan hukuksal sürecin devam etmesi ve diğer taraftan bu külfeti dengeleyen tazminat uygulamasının etkili ve kesin bir şekilde uygulanmasıydı. Çıkan emirname de kabul görmedi, Şehir Planlama Dairesi’nde teknik ekiplerce hazırlanan emirname alındı, başka yerlerde, yetkili olmayan makamlarda değiştirilerek yeniden yazıldı ve o yürürlüğe kondu. Bundan sonra da her sıkışan emirnamede değişiklik yapma yoluna gitti. Emirname 2007’den 2013’e kadar, 6 yılda defalarca değişiklik uğradı. Halbuki emirname değiştirmek için enerji harcanacağına, Şehir Planlama Dairesi desteklenerek, bütçe yaratılarak, gerekirse dışardan uzman danışman desteği sağlanarak İmar Planı yapılabilirdi.

Bugün artık, o dönemde yaşanan deneyimden ders çıkarılarak  aynı hatanın tekrarlanmaması gerekir. Oysa görüyoruz ki, bugün de aynı mantıkla, emirname değişikliğine gidiliyor. O dönemde kaçak inşaat yapıldı, yetkili makamlarca durdurulmadı, mahkemeye taşınmadı, yıktırılmadı, “bu çok önemli bir yatırımdır” deyip göz yumuldu. Bu sürekli göz yumanlar, teknik insanları baskı altına alıp, emirnamelerde değişiklik yaparak kılıf hazırlanmasını sağladılar hep. Şimdi de, “madem ki o zaman yapıldı, şimdi de yapılabilir” diye argümanlar ileri sürüldüğünü duyuyoruz. Bu doğru bir tutum değildir.

--------------------

“Bilimsellikten uzak değişiklikler yaptırmak doğru bir tavır değildir”

Soru: Bugün de Başbakan Yardımcısı Serdar Denktaş benzer şeyler söylüyor, “yatırıma ihtiyacımız var, yıktırma taraftarı değilim” diyor.

Topcan Mesutoğlu: Tabi ki yatırım yapılsın ama hukuka, bilime ve akla uygun yatırım. Eğer burası bir hukuk devletiyse, bir kurallar manzumesi varsa, en tepeden en aşağıya herkesin buna uyması gerekir. Siyasetçi politika üretmek için seçilir, beğenelim ya da beğenmeyelim, karar üretme yetkisi onlardadır. Eğer bir yatırımın desteklenmesi gerektiği ve kuralların buna elvermediği kanaatindeyseniz, teknik elemanlarla oturup, katılım sürecini de çalıştırarak, söz konusu yatırımın neden bu kadar kıymetli olduğunu bilimsel yaklaşımla anlatırsınız, genel kabul gördükten sonra mevzuatı değiştirirsiniz. Ve tabi ki değiştirdikten sonra bu yatırımın yolunu açarsınız. Sıradan insanlara, en basit yasadışı uygulamaları için cezai yaptırım uygularken, bu tür anıtsal nitelikte yasa dışılığı olan inşaatlara göz yumup, teknik insanları baskı altına alıp, bilimsellikten uzak değişiklikler yaptırmak doğru bir tavır değildir. Bu tür olaylar ne yazık ki, geçmiş yıllarda Lefkoşa’daki otellerde de yaşanmıştı.
   

Bu gibi konuların bir bilimsel, bir de hukuksal yönü var. İyi idareler bu işi hukuk içinde kalarak, bilime dayanarak, şeffaf bir şekilde yaparlar. Hem hukuk dışı yapacaksınız, hem kapalı kapılar arkasında karar vereceksiniz, hem de bilimi temsil eden teknik insanları baskı altına alacaksınız. Bu kabul edilebilir değildir. Sadece belli bir zümreyi tatmin etmek için, iyi idarenin üç ilkesi çiğnenmektedir. Münferit bir yatırımcının çıkarını kollayarak, büyük resmi görmeden sürdürülebilir bir ekonomik kalkınma yapamazsınız. Çünkü çevreyi tahrip etmek kendi ayağınıza kurşun sıkmaktır.

“İmar Planı yapmak hem teknik, hem de politik bir iştir”

Soru: İmar Yasası altında planlar ve emirnamelerin yürürlükte olduğu bölgeler Kuzey Kıbrıs’ın ne kadarıdır?

Topcan Mesutoğlu: Yaklaşık %40’dır ne yazık ki. Şehircilikle ilgili planlar sadece inşaatları, yapılaşmayı düzenlememektedir. Herhangi bir mekansal planlama 7 temel politika alanında düzenleme getirir. Bunlar, mülkiyet deseni, arazi kullanım dağılımı, peyzaj, altyapı, ulaşım, yapılaşma ve  bunların hangi enstürmanlarla uygulanacağını ilişkin düzenlemelerdir . Ne yazık ki, bu ülkede planlama pratiği bu yedi alanı kapsayacak şekilde yapılmıyor, sadece inşaat, imar düzenlemesi olarak algılanıyor ve uygulanıyor.
  

İmar Planı yapmak hem teknik, hem de politik bir iştir. Planı hazırlamak teknik bir iştir, onaylamak ise demokrasilerde seçilmiş insanların işidir. Bu nedenledir ki, teknik insanlarla siyasetçi arasında karşılıklı müzakere, işbirliği ve uzlaşı sağlanması gerekir. Katılım süreçleri çok önemlidir. Çünkü teknik insanlar toplum adına karar verme hakkına sahip değildirler. Planlama, topluma yönelik bir hizmet olduğuna göre, bu hizmeti götüreceğiniz ve bundan etkilenecek toplumum tüm kesimlerini katılım sürecine dahil etmek, yeterli zaman vermek ve  danışma sürecini kolaylaştırmak zorundasınız. Bu demokrasinin gereğidir ve planların ortak akıl ve sorumluluk paylaşımı ile uygulanması için şarttır.

Soru: Son dönemde Girne’yle ilgili tartışmalı bir katılım süreci var...
 

Topcan Mesutoğlu: İmar Yasası’na göre, emirname süreçlerinde halktan görüş alma yoktur. Daha önce de söylediğim gibi emirnameler geçici bir süre için yapılan, sübap niteliğinde düzenlemelerdir, ilk yardım niteliğindedir. Sonrasında gerçek tedavi yani imar planı hazırlanırken, çeşitli aşamalarda danışma süreçleri çalıştırılır. Yasada emirnamelerle ilgili bir danışma zorunluluğu olmamasına karşın, İyi İdare Yasası’nın yürülüğe girmesinden bu yana emirnamelerle ilgili her düzenleme ve değişiklikte de halkı bilgilendirme ve danışma yasal zorunluluk haline gelmiştir.  

Soru: Sivil bir uyanış var. Vatandaşın ses vermeye başlamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Topcan Mesutoğlu: Keşke 2007’de 2. Bölge Emirnamesi çıkarken de kamuoyunun sesi bu kadar güçlü çıksaydı, keşke o zaman bize, yapmamak için uğraştığımız değişiklikleri yaptırmak için baskı yapılırken de, o değişiklikleri yapmamamız için, şimdiki gibi bir hareket olsaydı.
  

Bence o günlerle bu günler arasında iki önemli fark var. İyi İdare Yasası bu anlamda çok önemli bir kilometre taşıdır. Örneğin, Bellpais Manastırı altında yapılan arıtma tesisi konusu mahkemeye taşındı ve durduruldu, çünkü bu yasanın öngördüğü halkın bilgilendirilmesi  süreci yapılmamıştı. Bu önemli bir kazanımdır. Sosyal medya artık çok daha etkilidir.  Önceleri, insanlar yakın çevrelerinden veya basından konuların yansıdığı kadarını öğrenirlerdi. Şimdi herkes sosyal medyada herşeyi paylaşıyor, bu da sosyal medyada yayılıyor. İdarenin, gelinen aşamada, artık toplumun tüm kesimlerini kapsayan, şeffaf ve  katılımcı süreçleri çok daha kolaylaştırıcı şekilde düzenlemesi gerekir.

--------------------

“Girne’deki katılım süreci yetersiz”

Soru: Son dönemde yaşanan katılım süreci ne kadar tatmin edicidir?

Topcan Mesutoğlu: Bugün Girne’yle ilgili yaşanan katılım sürecini yetersiz buluyorum. İdarenin tutumunu, etkili ve kolaylaştırıcı bulmuyorum. Sivil toplum kendi içinde örgütlendi ama daha etkili olabilmesi için, bence hukuk yoluna gidilmesi gerekiyor. İmar Yasası’na göre,  idarenin, suç olarak tanımlanan herhangi bir faaliyete göz yumması da ayrı bir suçtur. Hukuk yoluna gidilip, bu şekilde göz yummaya yönelik emsal kararlar yaratılmalıdır. Geçmişte yaşananlardan ders alıp, aynı hataların tekrarlamamak gerekiyor.
  

Sosyal medyada, gazetelerde okuduğumdan anlayadığım kadarıyla, planlanan değişiklikler gerçekleşirse, özellikle kıyılarda, çevre ve yaşam kalitesini bozacak çok daha yoğun ve yüksek yapılaşmanın önü açılmış olacaktır. Bu şekilde Ülkesel Fizik Plan Stratejileri, İmar Planı çalışmaları, iyi idarenin gerekleri ayaklar altına alınmış olacak. 

“27 yıllık planlama pratiğimiz başarılı değil”

Soru: İmar Planı kurtuluş gibi görülüyor. İmar Planı’nın hazırlanması Girne’yi kurtarır mı?

Topcan Mesutoğlu: İmar planları tabii ki gereklidir. Ülkesel Fizik Plan’da programlandığı gibi tüm yerleşimlerimizin planlara kavuşturulması gerekir. Öte yandan, 27 yıllık planlama  pratiğimiz başarılıdır diyemeyeceğim maalesef. Ülkenin tek imar planı olan Lefkoşa İmar Planı’nın başına, Girne’deki emirnamelerin başına gelenin aynısı, hata fazlası gelmiştir. 27 yıllık deneyim, emirname veya imar planı olması arasında, bir takım çevrelerin zümresel veya bireysel çıkarlarını maksimize etmek amacı ve siyaset aracılığıyla tahakkümle istediğini yaptırma bakımından hiç bir fark olmadığını göstermiştir. Bunu önleyecek düzenlemelerin getirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Hiç şüphesiz planlar, herhangi bir geçici düzenlemeden daha üstündür. Ancak her derde de çare değildir. Plan yapmak, sadece yapılaşmayı, imar kurallarını düzenlemek değildir. Planlar, nerede neyin, hangi büyüklükte yapılacağını düzenler ama ama bunun yanında ne kadar nüfusun hangi bölgede yer alacağını, eğitimin, sağlığın, yeşil alanların, yolların, altyapının nerede, ne kadar olması gerektiğini de belirler. Bu yönüyle de bakanlıklar ve belediyeler için bir yatırım ve bütçe rehberidir. İyi idarenin olduğu yerlerde, gerek yerel yönetimler, gerekse merkezi yönetimler, yatırım programlarını ve bütçelerini, planlarda öngörülen politika ve programlara göre şekilledirirler. Plan yapmakla da iş bitmez. Planlamanın 5 “P”si vardır; “politika”, “plan”, “program”, “proje”, “para”. Bunlardan herhangi birinin eksik olması durumunda planlamadan söz edilemez. Ne yazık ki, bizde böyle değildir. Buralarda programsız planlar, parasız projeler, plansız, programsız, projesiz  bütçeler, yerleşik yönetim anlayışının en önemli özelliğidir.  O yüzden tek başına bir imar planının Girne’yi kurtaracağı beklentisini, mevcut koşullarda fazla iyimser buluyorum.

Herhangi bir yasanın, planın veya emirnamenin bilime, akla, hukuka uygun olarak uygulanabilmesi için öncelikle zihniyet değişikliği gerekir. İyi bir idarenin elinde, yürürlükteki İmar Yasası ve hatta 1946’dan kalma Fasıl 96’yla bile son derece iyi işler çıkarılabilir. Öte yandan kötü bir idarenin elinde, en iyi planı bile çıkarsanız, doğru uygulanmazsa, sonuç yine iyi olmaz. Lefkoşa‘da bir imar planı vardır ama Lefkoşa’da durum  daha iyi değildir. Bu imar planının kötü olmasından değil, imar planının iyi uygulanmamasından, rehber olarak kullanılmamasındandır.

--------------------

“2 milyon TL ile Girne ve Mağusa’nın imar planları hazırlanabilirdi”

   Girne, Lefkoşa’yla birlikte ekonominin amiral gemisidir. Bu durum bir yandan özellikle  Girne’nin taşıma kapasitesinin çok üstünde bir yük oluştururken, öte yandan diğer bölgelerin rekabet edebilirliğini engellemektedir. Uzun ve zorlu bir yolculuğun sonunda tamamlanarak, Haziran 2015’te Bakanlar Kurulu tarafından onaylanan Ülkesel Fizik Planı var. Bu planın ana stratejisi, yatırımlar için ülkenin yeni başka bölgelerini teşvik ederek, cazip kılarak bu durumu dengelemektir. Yapılması gereken, Girne ile Mağusa-İskele bölgesinin, Ülkesel Fizik Planı ile uyumlu imar planlarının ivedi ve paralel olarak hazırlanmasıdır. Hükümetlerin hukuku ve teknik insanları zorlayarak, belli zümre ve kişileri destekleyici adımlar atmak yerine, enerjisini, zamanını ve kaynaklarını bu çalışmaların yapılması için kullanması gerekir. Örneğin 17 makam arabasına ayrılan 2 milyon TL’lik kaynakla, Girne ve Mağusa’nın imar planları rahatlıkla hazırlanabilirdi.

Bu haber toplam 8494 defa okunmuştur