1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. “İçimizde ganimetçilik ruhu devam ediyor"
“İçimizde ganimetçilik ruhu devam ediyor

“İçimizde ganimetçilik ruhu devam ediyor"

Maliye Bakanlığı’nın 2015 yılı vergi listesinde kişiler kategorisinde, 506 bin TL ile 3’üncü sırada yer alan İşadamı Güney Çerkez, kamu borçlarını büyüterek geleceğin çalındığını söyleyerek, her doğan çocuğun 20 bin TL borçla doğduğunu belirtti ve ekled

A+A-

Ödül AŞIK ÜLKER

Maliye Bakanlığı’nın 2015 yılı vergi listesinde kişiler kategorisinde, 506 bin TL ile 3’üncü   sırada yer alan İşadamı Güney Çerkez, kamu borçlarını büyüterek geleceğin çalındığını söyleyerek, her doğan çocuğun 20 bin TL borçla doğduğunu belirtti.

Siyasilerin kendilerini sadece kamudan sorumlu hissettiklerini de kaydeden Çerkez, “Kamu borçlarını büyüterek geleceği çalıyoruz aslında. Bugün biz daha rahat olalım diye, yeni doğan çocuklara böyle bir borç bırakma hakkımız yoktur. Hükümetlerin ülkedeki bütün insanların hükümeti olması lazım” dedi.

Çerkez, “Normal ülkelerde kamunun geliri özel sektöründendir. Yani kaynağı özel sektördür. Biz akıllıysak kaynağımızı korumamız, kaynağımızın önünü açmamız, kaynağımızı güçlendirmemiz, kaynağımızın imkanlarını genişletmemiz lazım” diye konuştu.

1991 yılında Kıbrıs Sorunu’nun çözüleceğine inandığı için İngiltere’den adaya döndüğünü anlatan ve aynı zamanda Ekonomi ve Ticaret İşleri Komitesi’nin Kıbrıslı Türk Başkanı olan Çerkez, müzakere sürecini de değerlendirdi. Çerkez, “Ben de dahil herkesin arzusu, adil ve belirlenen kriterler bazında bir çözüm olması. Ama bir laf vardır, tango için iki kişi lazım. Biz tango yapmak istiyoruz, salonu hazırladık, müziği getirdik, giyindik, ışıklar loş ama partner yok. Çünkü partnerin dansa ihtiyacı yok” diye konuştu.

 “Bizim çözüm dediğimiz, iki bölgeli, iki toplumlu, siyasi eşit iki kurucu devletten olan bir federal sistem şu anda zor görünüyor” diyen Çerkez, kısmi bir anlaşma olabileceğini söyledi.

“Ya akademik hayat ya da özel sektör...”

Soru: Öncelikle kendinizi tanıtır mısınız?  Nasıl bir ailede, nasıl bir çocukluk geçirdiniz?

Çerkez: 1947 Mutluyaka- Limasol doğumluyum. 6 kardeşin en küçüğüyüm. Babam müteahhitti, yol işleri yapardı. Aynı zamanda eski Limasol Lefkoşa yolu üzerindeki tek Türk restoranı, kahvehanesi bizimdi. Ayrıca bahçemiz vardı, taze sebze yetiştirirdik. Annem ev hanımıydı. Ben küçükken koyunlarımız da vardı.

İlkokulu köy okulunda, daha sonra ortaokul ve liseyi 19 Mayıs Lisesi’nde okudum. Lise son  sınıftayken 63 olayları başlamıştı. Sonra üniversite için İngiltere’ye gittim. Bir sene GCE-A Level aldıktan sonra üniversiteye girdim, 1970’de elektrik mühendisi olarak mezun oldum. Sonra aynı üniversitede doktora yaptım. Doktorayı bitirdikten sonra kısa bir dönem üniversitede öğretim üyesi olarak kaldım. Sonra akademik hayata mı, yoksa özel sektöre mi devam edeceğim konusunda karar vermem gerekiyordu. Özel sektörü tercih ettim. Sonra İngiltere’de bir takım danışman şirketlerde değişik pozisyonlarda çalıştım. En son elektrik mühendisi, mimar, inşaat mühendisi, makine mühendisi bulunduran bir danışmanlık ve proje şirketinde genel müdürdüm. Bu arada 1975’te Kıbrıs’a gelişimde eşimle tanışıp nişan olduk, 14 Şubat 1976’da evlendik. Sonra onu da alıp İngiltere’ye gittim.

16 sene sonra gelen soru: “3 sene doldu mu?”

Soru: O dönemde buraya gelmeyi düşünmediniz mi?

Çerkez: Dönmeyi düşünmedim. Benim hanım tıp doktorudur, çocuk doktoru olarak bitirip Kıbrıs’ta çalışıyordu. Ona “3 sene içinde kesin dönüş yaparız” dedim, İngiltere’ye gittik. 16 sene sonra, 1991 yılında “3 sene doldu mu” diye sorduğunda mesaji net aldım. Bu arada 3 çocuğumuz oldu, üçü de İngiltere’de doğdu.

“1991’de Kıbrıs sorununun çözüleceğine inandım”

Soru:1991’de dönmeye neden karar verdiniz?

Çerkez: Birkaç sebep vardı. Birincisi hanımın talebi, ikincisi Kıbrıs sorununun çözüleceğine inanmıştım, üçüncüsü de rahmetli 1. Cumhurbaşkanı Denktaş’ın çağrısı. Denktaş Bey İngiltere’ye her geldiğinde bir resepsiyon verilirdi, biz de katılırdık. Kendisi bize hep “yetmedi mi İngilizlere hizmet ettiğiniz, gelin ülkenize hizmet edin, ülkenize yatırım yapın” derdi. Rahmetli Denktaş Bey’in telkinleri, hanımın sorusu ve Kıbrıs sorununun çözüleceğine ciddi şekilde inanmam ve o olay olurken Kıbrıs’ta olmakta fayda olacağını düşünmem buraya dönme kararı almama neden oldu.

Adaya çok Kıbrıslı döndü ama kısa bir süre sonra hepsi geri gitti. Biz dönüşün bir hazırlığını yaptık, Girne’de bir ev inşa ettik. 1988’de, daha önce bizimle İngiltere’de çalışan iki arkadaşla önce Cyprus Pools ve Korman’ı kurduk. Ortaklardan birisi sonra ayrıldı, şimdi Fuat Kutlu beyle hala beraberiz. Ayrıca biz İngiltere’deyken çocuklar okula gidene kadar onlara hep Türkçe konuştuk. Okula gittiklerinde nasıl olsa İngilizce öğreneceklerdi.

Dolayısıyla İngiltere’den döndüğümüzde çocuklar hem mükemmel İngilizce, hem de mükemmel Türkçe konuşuyorlardı. Halbuki o dönemlerde adaya dönen birçok aile gerek iş açısından, gerekse çocukları açısından böyle hazırlıklar yapmadıkları için kısa bir süre sonra adapte olamayıp, geri dönmek mecburiyetinde kaldılar. Bizim çocuklar çok kolay adapte oldu. Sonra çocuklarımızın üçü de liseyi bitirip İngiltere’ye üniversite eğitimine gitti ve mezun olduktan sonra buraya geri döndü.

“Ciddi reformlara ihtiyaç var”

Soru: 1991’de geri geldiniz. 1991’den 2016’ya 25 sene. Bu süre zarfında keşke geri gelmeseydim dediğiniz, dönmeyi düşündüğünüz, sizi bıkma noktasına getirecek olaylar oldu mu?

Çerkez: Tabi ki oldu. Ben İngiltere’de 27 yıl, hanım 16 yıl yaşadı. Çocuklar orada doğdu, orada eğitim aldılar. Orada bir otorite, bir sistem, adalet var. Bunları görünce, bunlara alışınca zaman zaman ülkemizde olanlar gerçekten bıktırıyor. Sonunda “bu bizim ülkemiz” diyoruz ama bu konularda ciddi reformlara ihtiyaç var. Ciddi iyileştirmeler gerekir. Küçük ülkeleri yönetmenin kolay olduğu düşünülür ama benim inancım şudur ki, küçük ülkeleri yönetmek büyük ülkeleri yönetmekten çok daha zordur. Çünkü bizim gibi ülkelerde herkes birbirini tanır, bilir. Dolayısıyla bir yasanın uygulanmasına gelince, bir tanıdık yasaya aykırı birşey istediği zaman, “bunu yapamayız” denemiyor. Diğer taraftan yasaların güncelleştirilmesi de şarttır. Hayat, yaşam hızlı değişmektedir. Bizim hala kullandığımız İngiliz yasaları var. Örneğin bugün en büyük eksiklik, iletişim sektöründe yeterli yasa olmamasıdır. Bazı konularda da yasalarımız var ama yıllardır tüzükleri yapılmamış. Yasaları yapıp, tüzüklerini yapmayarak ya da uygulamayarak kendi kendimizi mi kandırıyoruz? Daha samimi olmak lazım.

“Sosyal sigortalar iflas etmiştir, rakamlar belli”

Kamuda, 74 Barış Harekatı sonrasında genç insanları burada tutmak için, o gün için belki geçerli bir sebeple, genç yaşta emeklilik hakkı verildi. İnsanlar emekli olup, yeniden çalıştı. 2-3 emekli maaşı alan insanlar oldu. Bu işlerin hesap kitapla olması gerekir. Dünyada emeklilik yaşı yükseltiliyor çünkü insan ömrü uzadı. Çalışırken yaptığınız sosyal güvenlik yatırımları belli bir yıl, örneğin 10 yıl emekli maaşı olarak alınır. Yani 40 yaşında emekli olup, 85 yaşına kadar, 45 sene emeklilik maaşı olmaz. Hiçbir ülkenin, ne Suudi Arabistan’ın, ne Amerika’nın sistemi bunu kaldıramaz. Birileri çalışacak, sosyal güvenlik yatırımlarını yapacak, bunlar da doğru yönetilecek. Bizdeki gibi kamu her sıkıştığında sosyal sigortalardan borçlanmamalı. Sosyal sigortalar ekonomik kriterlere göre iflas etmiştir, rakamlar belli. Kamuda çalışanla, özel sektörde çalışan arasında da emeklilik, maaşlar ve haklar bakımından büyük farklar var.

Dolayısıyla burada hükümetlerimizin daha iradeli, cesaretli olması lazım. Aslında herkes hatalarımızı biliyor ama onu düzeltecek cesaret ve buna neden ihtiyaç olduğunu izah etmekte ve yaptırımı yapmakla ilgili gerekli irade yok.

“Özel sektörle kamuyu kutuplaştırdık”

Bir diğer sıkıntımız da, zaman içinde, özel sektörle kamuyu kutuplaştırdık. “Onlar çalışmaz, tembel”, “bunlar da hırsız, üç kağıtçı”. Bu dünyanın hiçbir yerinde olmayan bir kutuplaşmadır. Bu hükümetlerin uygulamalarıyla böyle oldu. Maalesef bu hala devam ediyor. Kanaatimce, siyasiler kamuyu kendilerinin şirketi gibi görüp, kendilerini sadece bundan mesul hissediyorlar. Kamunun maaşları ödendikten sonra herşey tamam. Bugün her doğan çocuk 20 bin TL borçla doğar. Kamu borçlarını büyüterek geleceği çalıyoruz aslında. Bugün biz daha rahat olalım diye, yeni doğan çocuklara böyle bir borç bırakma hakkımız yoktur. Hükümetlerin ülkedeki bütün insanların hükümeti olması lazım.

  
“Ambargoların etkilemediği sektörler de var”

Soru: Özel sektöre bakışı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Çerkez: Benim üzüldüğüm şudur, ülkemiz gerçekten çok güzel bir ülkedir. Bunun farkında değiliz. Artık bu kutuplaşmaları gidermemiz lazım. Normal ülkelerde hükümetler, devletler özel sektörü kendilerinin gelir kaynağı olarak görür, ki öyledir. İngiltere’de, Almanya’da, Japonya’da, Türkiye’de kamunun geliri neredendir? Anaları yoktur, 3 yıllık protokoller yapıp bir kaynak versin. Tabi ki hükümetler ülkeye birşey gelirken belli bir vergi alabilir ama bunların minimum olması lazım. Aksi taktirde, bu sözde vergi dediğimiz, maliyet olarak işlenir ve fiyatlara yansır, fiyatlar artar. Vatandaş da varsa alternatife gider. Örneğin 2003’ten beri kapılar açıldı, herkes gidip Güney’den alabilir. Bazı kesimler “tüccar çok fahiş karla çalışır” diyor. Hiçbir tüccarın, iş insanının bunu yapacak bir lüksü yoktur. Çünkü ben aklım başımda, işi bilen biriysem, fiyatı gereksiz yere artırdığımda vatandaşın alternatife gideceğini bilirim. Alternatif Güney veya Türkiye’dir. Artık gerçek olmayan şeylerle, “tüccar fazla kar koyar” düşüncesinden vazgeçelim. Fiyatların yüksek olmasının birinci sebebi hükümetlerin değişik isimler altında aldığı vergilerdir.

Ambargoların etkilemediği sektörler de var. Örneğin yazılım sektörü. Bunu internet üzerinden dünyaya satabilirsiniz. Biz hala 60’lı, 70’li, 80’li yılların kafasıyla, “gelirken stopaj, rıhtım fonu alalım, fiyat istikrar fonu koyalım” diyoruz. Bunları yapmazsak, gerek burada üretilen, gerekse ithal edilenler halkımıza daha fazla hitap edecek ve iç tüketim daha fazla olacak. Bunu yaparken unutmamamız gereken şey, normal ülkelerde kamunun gelirinin kendi özel sektöründen olduğudur. Yani kaynağı özel sektördür. Biz akıllıysak kaynağımızı korumamız, kaynağımızın önünü açmamız, kaynağımızı güçlendirmemiz, kaynağımızın imkanlarını genişletmemiz lazım. Kamuda “biz özel sektörün önünü açarsak başımıza bela olacaklar” düşüncesi var. Halbuki bu kendi kendilerinin ayaklarına kurşun sıkmak anlamına geliyor. Özel sektör büyürse kamunun geliri, ülkenin refahı artar.

“Tanınmış bir ülke gibi hareket etmemiz gerekir”

Tanınmamış, ambargo altında bir ülke olarak tanınmış bir ülke gibi hareket etmemiz gerekir ki insanlar ülkemize daha çok gelsin. Bütün dünyadaki adalarda hizmet sektörleri ekonominin önde gelen lokomotifleridir. Bizde turizm ve yüksek eğitim var. Denizciliği yapamayız çünkü izolasyon altındayız. Güney bunu çok iyi yapmaktadır. Güney’de kayıtlı ticari filo dünyada 12’inci, Avrupa’da 4’üncü veya 5’incidir. Finans sektörü de bizde ambargolardan dolayı olamaz. Güney’de çok ciddi uluslararası finans şirketleri var, bölgedeki bütün ülkelere hizmet vermektedirler.  Durum buyken, bizim de turizm ve yüksek eğitimde dünya ile rekabet etmemiz gerekir. Bir turist neden Kuzey Kıbrıs’a gelsin? Eğer telefon, elektrik, su pahalıysa bunlar konaklamaya yansır. Artık dünya ile rekabet etmek mecburiyetindeyiz, bunu anlamamız lazım, izolasyon, ambargo olsun ya da olmasın. Eğitim sektöründe de öğrenci neden buraya gelsin? Eğitim kalitesi, diplomanın tanınması, buradaki hayatın pahalı olup olmaması önemli etkenlerdir. Ama maalesef biz bu konularda ciddi yol haritası hazırlamıyoruz, denetim yapmıyoruz. Bunların hükümet politikası olması lazım ama maalesef bunları bir türlü yapamıyoruz. Yakında bu sektörler de sorun yaşayacak.

Ülkemizde hayatı kolaylaştıracak, refahı artıracak, insanları mutlu edecek altyapılarımızı iyileştirip, politikalar üretmemiz lazım. Ama bizim gelmiş geçmiş bütün hükümetlerimizin hiçbiri bu konularda yol alamıyor.

“Risk daima yönetilebilecek seviyede olmalı”

Soru: Bütün bu olumsuzluklara ve sıkıntılara rağmen geri gitmediniz. Bu süreçte pek çok kriz oldu ve siz bu krizleri atlattınız. Bu krizleri nasıl atlattınız, nasıl ayakta kaldınız?

Çerkez: Ayakta kalmak için gerçekten hesaplı, kitaplı hareket etmek lazım. Bir atasözü var, ayağını yorganına göre uzatacaksın. Sektörde bazı arkadaşlar plansız, programsız, bilinçsiz risklere girerler. Risk daima yönetilebilecek seviyede olmalı.

“Eksi bütçe, duyulmamış birşeydir”

Soru: 2015 vergi listesinde ilk beştesiniz. Sizce vergiler doğru yere gidiyor mu?

Çerkez: Alınan vergilerin doğru harcanmadığını herkes biliyor, bunu böyle kabul ediyor. Aksi takdirde ülkemizde bu kadar eksiklik olamaz. Her yıl bütçe mecliste günlerce, gecelerce konusuluyor. Dünyadaki tek eksi bütçe yalnız bizim ülkede hazırlanır herhalde. Harcamalar- gelirden daha fazla ve açık var. Eksi bütçe, duyulmamış birşeydir. Demek ki orada sanal bir bütçe sunuluyor.

Vatandaşların çoğu alınan vergilerin doğru harcanmadığına inanmaktadır. Gerçek bu olsun veya olmasın, buna inanıyor. İnsanların neye inandığı önemlidir. Biz ülkemizde vergimizin nereye gittiğini bilmiyoruz, tek bildiğimiz devlet gelirlerinin devlette çalışanların maaşlarını ödemeye bile yetmediğidir..

----------

“İçimizde ganimetçilik ruhu devam ediyor”

Soru: Dolayısıyla verdiğiniz verginin doğru yere gittiğiyle ilgili içiniz rahat değil...

Çerkez: Rahat değil. İyi bir eğitim sistemi, yol, hastane, sağlık hizmeti göremiyoruz. İskandinav ülkelerinde %60’a varan vergi oranları vardır. İnsanlar buna itiraz etmiyor çünkü yol dört dörtlük, gece bir metre kar yağar, sabah her yer açık işe gidebiliyorlar, elektrikler kesilmiyor, eğitim, sağlık hizmetleri, asayiş dört dörtlük. Herşey dört dörtlük olduğunu gördüğü zaman insanlar vergileriyle bu hizmetleri taksitli olarak satın aldığını düşünüyor.     

Bizde hala daha içimizde ganimetçilik ruhu devam ediyor. Birşey vermeden almak istiyoruz. Çalışmadan maaş almak, statü almak istiyoruz. Daha önce de dediğim gibi, küçük toplumları yönetmek büyük toplumları yönetmekten çok daha zordur. İradeye ihtiyaç vardır.   

Biz tanınmayı, ambargonun kalkmasını hak ettiğimizi ülkenin düzeniyle, herşeyi dört dörtlük yaparak göstermeliyiz. “Bu insanlar gerçekten dört dörtlük, tanınmayı hak ederler” dedirtmeliyiz. Ama bizde durum tam tersi.

Değişmek de istemiyoruz. Sudan sonra elektriğin gelmesi konusu gündemde. AB’de bu bir direktiftir, bütün komşu ülkeler gazda, elektrikte birbirine bağlanır, enterkonnekte olur. Bir taraftan AB’ye girmek istediğimizi söylüyoruz, buna mesai harcıyoruz bir taraftan uygulamaya gelince “bağlanmak istemem” diyoruz. AB’ye girince bunu yapmak lazım. Şu anda bunu uygulayarak alışalım ki olası bir çözümde hazır olalım ve sıkıntı çekmeden, zamana ihtiyaç duymadan hemen ona uyalım. “Bağımlı olacağız” gibi düşünceler ilkel düşünceler. Globalleşmiş dünya tek bir ekonomiye, pazara dönüştü.

“Bizi eşit görmüyorlar”

Soru: 1991’de çözüm olacağına inandınız ve adaya geldiniz. Şu andaki durum hakkında ne düşünüyorsunuz?

Çerkez: Ben de dahil herkesin arzusu, adil ve belirlenen kriterler bazında bir çözüm olması. Ama bir laf vardır, tango için iki kişi lazım. Biz tango yapmak istiyoruz, salonu hazırladık, müziği getirdik, giyindik, ışıklar loş ama partner yok. Çünkü partnerin dansa ihtiyacı yok.      

Yaklaşık 1.5 sene önce, iki lider bu süreçte müzakere yaparken bir takım güven artırıcı önlemleri hayata geçirme kararı verdi. Ben Ekonomi ve Ticaret İşleri Komitesi’nin bizim taraftaki başkanıyım. Elektriği, suyu, telefonu konuşuyoruz Adamlar hala bizim telefonların Güney’de çalışmasını kabul etmiyor. Bizi eşit görmüyorlar.

“Kısmi bir anlaşma olabilir”

Kolay olacağını zannetmiyorum, ama herşey olasıdır. Olması için gerçekten ciddi bir çaba var, dıştan da bir baskı var. Ama diyelim ki oldu, eğer iki taraf da buna inanmıyorsa bu çalışmaz. Belki bir anlaşma olur, çözüm olamaz. Kısmi birşey olabileceğine inanıyorum çünkü bölgesel bir başarıya ihtiyaç vardır. Bizim çözüm dediğimiz, iki bölgeli, iki toplumlu, siyasi eşit iki kurucu devletten olan bir federal sistem şu anda zor görünüyor. Ama Doğu Akdeniz’de çıkan gazın da bir yerlere gitmesi lazım. İsrail bu gazı çıkarıyor, kullanıyor, fazlası var ama satamıyor çünkü bölgede ona ihtiyacı olan büyük ekonomi yok. Bir yere göndermesi, satması lazım. Bunu alabilecek en yakın ekonomi Türkiye veya Türkiye üzerinden Avrupa’dır. “Kısmi anlaşma olmaz” deseler de, ben kısmi bir anlaşma olabileceğini düşünüyorum. En ideali bütünlüklü bir anlaşmanın olmasıdır ama olmazsa belki başlangıç olarak, Maraş’ın verilmesi ve buna karşı bizim üstümüzdeki izolasyonların, ambargoların kalkmasıyla doğal gazın, gerek gaz, gerekse elektrik olarak Türkiye’ye ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya transferi mümkün olacak. Hem en ekonomik, hem de en kolayı budur.

Bizim de hazır olmamız lazım. Biz hâlâ, olası bir çözümde standardlara uymayan veya maliyeti yüksek bir ürünü kime satacağız noktasındayız. Birçok Kıbrıslı’nın aklına mal üretimi gelir, hizmet de bir üretimdir. Avrupa’ya yakınız, üreteceksek de katma değeri yüksek ürünler üretmeliyiz. Doğru ürünleri bulmalıyız ama hükümetlerin de bu konularda programları olmalıdır, teşvik etmeleri gerekir.

----------

“Başarmak için, çalışmak lazım”

Soru: Gençlere ne mesaj vermek istersiniz?

Çerkez: Biz Kıbrıslılar çocuklarımıza olduğundan fazlasını vermeye çalışıyoruz. Örneğin İngiltere’de, başka ülkelerde böyle değildir. Bizde çocuk evlenecek, düğün masrafları, evi, arabası... “Bizim çocuğumuzun nesi eksik, arabası olmasın mı”, birşeyi eksik değil ama hazıra alıştırırsanız kendi çalışıp yapmayı bilmez, mücadeleyi bilmez. Tabi ki çocuklarımıza yardım edeceğiz ama belli bir seviyeye kadar. Gençler bilecek ki hayatta başarmak için çalışmak lazım. Çok çalışmak ve kendinizi yetiştirmek lazım. Gençler hazıra konmayı beklemesinler. Dünya nüfusu 8 milyar oldu. Globalleşmeden dolayı dünya küçüldü, rekabet büyük.

“İlkokuldan beri çalışıyorum”

Soru: Siz o dönem için varlıklı bir ailenin çocuğuydunuz. Siz ne zaman çalışmaya başladınız, ilk paranızı ne zaman kazandınız?
Çerkez: İlkokula giderken babam bizi bahçede çalıştırırdı, sebze yetiştirirdik. Akşamları sebzeleri toplar abimle eşeğe yükler, ev ev dolaşıp satardık. Ortaokul lise döneminde, her yaz, babamın altyapı müteahhitliği yaptığı yerlerde çalışırdım. O zaman hazır asfalt yoktu, sabah 2’de kalkıp işe giderdik, büyük kazanlarda katranı ısıtıp asfalt hazırlardık ki sabah işçiler geldiğinde hazır olsun. Ortaokul, lise dönemlerinde kahvehanemizde garsonluk yapardım. İngiltere’de ilk seneden başlayarak hep çalıştım. Her yıl, Noel döneminde postahanede çok fazla kart olduğu için, geçici öğrenciler işe alınırdı. Ben de postahanede çalıştım. Restoranlarda çalıştım, havuzlarda cankurtaran olarak çalıştım. İngiletere’de hem çalıştım hem okudum. Evlendikten sonra İngiltere’de ev aldık, çocuk var, hanım işe gidemezdi. Ben doktoralı muhendis olarak bir şirkette çalışmama rağmen, hafta sonları, ek gelir için, bazı dükkanlarda satış elemanı olarak çalıştım. “Parası var, çalışmasına ne gerek var” deriz. Olgunlaşıp hayata alışması, hayatın zorluklarını görebilmesi için bunları yapmak lazım. Ben oğlum lise 2’deyken yaz tatillerinde oğlumu şantiyeye gönderirdim. İnşaatta dokuzuncu kata demir çekerdi. İnsan bunları öğrenince, kıymetini de anlar. Bunlar insanı iş hayatına bire bir hazırlar. Bir kitaplardan okuma, bir de okuduğunu uygulayarak öğrenme vardır. Çalışmak ayıp değildir. Tam tersine insanı olgunlaştırır, ilişkilerini geliştirir, özgüveni artırır.

Bu haber toplam 4018 defa okunmuştur