1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. "Doğanın intikamı acımazsızdır’
Doğanın intikamı acımazsızdır’

"Doğanın intikamı acımazsızdır’

“Ayağımızı denk almazsak olacakları hayal bile edemeyeceğiz. Çevresel kalkınmayı sağlamazsak yapacağımız ekonomik ve politik kalkınmalar da ancak kısa vadeli olabilir ve çözümden çok kaosa neden olur”

A+A-

Yağışlar sonucunda yaşanan sel olaylarını değerlendiren YDÜ Çevre Eğitimi ve Yönetimi Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Şerife Gündüz, çevresel kalkınmanın sağlanamaması durumunda ekonomik ve politik kalkınmanın kısa vadeli olacağını belirtti


“Ayağımızı denk almazsak olacakları hayal bile edemeyeceğiz. Doğanın intikamı acımazsızdır’

 

Ödül Aşık Ülker

Yakın Doğu Üniversitesi (YDÜ) Çevre Eğitimi ve Yönetimi Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Şerife Gündüz, doğanın sistemler bütünü olduğunu ve buna kaldıramayacağı kadar yük bindirildiği zaman intikamını aldığını söyledi.

Doç. Dr. Gündüz, “Dere yataklarını ortadan kaldırırsanız, çöp doldurursanız doğa sizden intikamını alır. Doğal kaynaklar süreklilik arz etmezse bizim talebimizi de karşılayamaz. Her kaynağın bir sonu vardır” dedi.

Yağışlar sonucunda yaşanan sel olaylarını değerlendiren Doç. Dr. Gündüz, doğanın sınırsız olmadığına, doğaya verilen zararın kolay kolay telafi edilemediğine dikkat çekti. Doç. Dr. Gündüz, “Doğanın dönüşümü uzun yıllar alır. Toprak kaç yılda oluşur? Dereler kaç yılda? 1 cm toprak 300 yılda oluşur, dereler 1.5 milyon yıl önce oluşmuş. Sonuç 1 dakikada yok etmek elimizde ama tekrar kazanmak mümkün değil, o kadar zamanımız yok, hatırlatırım” diye konuştu.

Yetkililer kadar vatandaşların da sorumluluklarını yerine getirmesi gerektiğinin altını çizen Doç. Dr. Gündüz, çevresel kalkınmanın önemini vurgulayarak, çevresel kalkınmanın sağlanamaması durumunda ekonomik ve politik kalkınmanın da kısa vadeli olacağını belirtti.

 

“Su yolunu unutmaz”

• Soru: Bu noktaya nasıl gelindi? Yaşanan sel felaketinin sizce nedenleri nelerdir?
• Doç. Dr. Gündüz:
Bu noktaya nasıl gelindiğinden önce, internette bir araştırma yaptığınızda vikipedi’de; şunla karşılaşırız; “Kanlıdere, Kıbrıs‘ta 90 ile 100 kilometre arasında bir uzunluğu olan, Kıbrıs’ın en uzun deresidir. Sadece yağışlı dönemlerde Başkent Lefkoşa‘nın da içinden akmaktadır. Bu dere 1.5-2 milyon yıl önce, adanın yükselmesi sonucu oluşmaya başlamıştır. Dere Lefkoşa’nın kuzey-kuzeydoğusunda sonlanmaktayken son 50 ile 10 bin yıllık dönemde kuzeydoğuya yönelmiştir. Bir iddiaya göre 1567 yılında Venedikliler tarafından yatağı değiştirilerek Lefkoşa’nın dışına çıkarıldığı ile ilgili bilgiler vermektedir.

   Ayrıca  İtalyan bir gezgin günlüklerinde (1934) “Şehrin ortasından yağmur yağmadığında bir insanın taşlar üzerinde geçebileceği bir dere geçer. Yağmur yağdığında ise, çok büyük miktarda su akar, bu nedenle dere üzerinde kimisi taştan, kimisi tahtadan olan pek çok köprü bulunur ve insanların dereyi bunlar aracılığıyla geçtiğini ” belirtmiştir. Bu günlük bana hemen doğal mirasımı hatırlattı. 2 milyon yıl önce oluşan bu doğal mirasın üzerine kondurduğumuz villalarla dereyi ortadan kaldırdık. Ama su yolunu unutmaz, ne kadarda ortadan kalksa su yatağını bulur.

Şimdi sel felaketinin nedenlerine bir göz atalım. Akarsu yataklarına yapılan müdahaleler, uygunsuz geçiş yapıları köprü, büz, hatalı mekânsal planlamalar (imar planları), hızlı şehirleşme, yanlış arazi kullanımları, bitki örtüsünün tahribi, iklim değişikliğine bağlı olarak yağış şiddetlerindeki artışlar bu felaket etmenlerinin başında gelir. Aslında 2009 yılında meydana gelen sel felaketinin ardından, neler yapıldı veya yapılmadığını tartışmak gerekir.  2009 yılında risk yönetimiyle ilgili bir çalışma yapılmış mı? Su basılan yerler belirlenmiş mi? Bölgeler tehlike haritaları çıkarılmış mı? Ben bu işin uzmanı değilim ama yapılan yanlışları değerlendirebilmeli ve yapılmayanlardan da hesap sormalıyız. 2009’da yaşanan sel felaketinin ardından yaşananları unuttuk, yapılması gerekenleri erteledik, sorgulamadık. Toplum olarak en önemli sorunlarımızdan biri kritik düşünceye sahip olamamamız. Kısacası akıl yürütemiyoruz, analiz ve değerlendirme yapamıyoruz, sağduyulu ve bilimsel kanıtlarla uyuşan hükümlere varamıyoruz.

 

“Şiddetli yağışlar devam edecek”

• Soru: Dereler konusunda çevreciler yetkilileri bilgilendirmek için ne gibi çalışmalar yapıyor?
• Doç. Dr. Gündüz:
Biyologlar Derneği, 2003 yılında “Kanlıdere ve Asi Dere Florası” adlı bir kitap hazırladı. Bu kitap içerisinde dereleri parsel parsel ayırarak en ince ayrıntısına kadar inceledik ve risklerle ilgili olarak bilgiler yazdık. Dikkatinizi çekerim 2003 yılında, üzerinden 11 yıl geçmiş. Kanlıdere’nin bütün adada 90 km’lik bir yatağı vardır ve bunun 12 km’si Lefkoşa’nın kuzey kesimine uzanmaktadır. Biz o 12 km’lik kesimi 10 metrelik paftalara ayırarak derenin içerisinde aylarca süren, neresinde ne var, neresi kapanmış diye bir çalışma yapmıştık. Bu çalışma yetkililere de sunuldu ancak duyarsızlık olduğu için kaale alınmadı.  Ne oldu, doğanın intikamı acımazsızdır. Yukarıda da belirttiğim gibi iklim değişikliğine bağlı olan şiddetli yağışlar devam edecek .Neden edecek diyorum, ben bir müneccim değilim, bilimsel çalışmaları takip ediyorum ve çalışmalar “bitkilerin ve denizlerin, atmosferden CO2 bağlama kapasitesi 204 milyar ton/yıldır. Buna karşılık gazküreye 207 milyar ton/yıl CO2 salınmaktra olup, bunun 7 milyar ton/yılı fosil yakıtlardan gelmektedir. Dünyanın kendi kendini temizleme kapasitesi üç milyar ton aşılmış olup bu miktar atmosferde birikmeye devam etmekte ve iklim değişikliğine sebep olmaktadır. Bu da iklim değişikliğine bağlı olarak yağış şiddetlerindeki artışlar devam edecektir” demektedir. Ayağımızı denk almazsak olacakları hayal bile edemeyeceğiz. Çevresel kalkınmayı sağlamazsak yapacağımız ekonomik ve politik kalkınmalar da ancak kısa vadeli olabilir ve çözümden çok kaosa neden olur.

 

“Yasaların neden uygulanamadığını herkes bir düşünsün”

• Soru: İngiliz döneminde, 1930 yılında hayata geçirilen ve derelere müdahaleyi yasaklayan Fasıl 82 Kamu Derelerinin Korunması Yasası hâlâ yürürlükte. Dere yataklarıyla ilgili başka ne gibi düzenlemeler var? Bunlar neden uygulanmıyor?
• Doç. Dr. Gündüz:
Evet bu yasa hala yürürlükte ve derelere müdahaleyi yasaklıyor. Hatta herhangi bir derenin veya derenin herhangi bir bölümünün yatağından, kenarlarından veya duvarlarından, taş, çakıl, kum, toprak veya başka madde alınmasını veya taşınmasını; herhangi bir derenin veya derenin herhangi bir bölümünün yatağına, kenarlarına veya duvarlarına veya herhangi bir kısmına moloz, çöp, süpürüntü veya döküntü dökülmesini, tamamen veya koşullu olarak yasaklayabilecek nitelikte. Önemli olan niyettir. Yasalar sınırlayıcı ve engelleyici olmalı. Fakat ülkemde denetim yok, yasalar kişilere göre uygulanıyor. Herkes istediğini yapıyor. 2003’de yapılan Kanlıdere çalışması tekrar yapılsa Kanlıdere, Asi Dere diye bir şeyin kalmadığını çok rahat göreceksiniz. Meraklısı alsın eline haritayı bir dolaşsın lütfen, özelliklede Yenikent, Alayköy arası tüm dereler inşaat ile dolmuş. Nüfus artışıyla birlikte, alt yapıların da riskleri düşünülmeden yapılanmasıyla, selli yağmurlarda sular dere yatağından gelmeye çalışıyor ama dere yatağı ortadan kaldırıldığı için takip edecek bir yön bulamıyor. Neden yasalar uygulanamıyorun cevabını ise lütfen herkes bir düşünsün ve kendine sorsun? Bunda biz vatandaşlarında katkısı var mı, yok mu? Herkes bir değerlendirsin.

 

“Her kaynağın bir sonu vardır”

• Soru: Dere yataklarının temizlenmesi de her yıl yağışlar başlamadan gündeme gelen bir konu. Bu konudaki düşünceniz nedir?
• Doç. Dr. Gündüz:
Risk yönetimi için bilimsel anlamda ne gerekiyorsa yapılmalı… Derenin bitki örtüsü değil ama dökülen moloz ve çöplerin temizlenmesi ve her şeyden önce oraların atık alanı olarak görülmemesi gerekli. Bu ülkede yaşayan vatandaşların da sorumluluğu. Çöpünüz ve molozunuz varsa ilgililerle irtibata geçip gösterecekleri yerlere boşaltmak gerekmektedir. Fakat biz doğamızı çöp olarak kullanıyoruz. Doğa saat gibi işlemektedir. Doğa sistemler bütünüdür. Bu sisteme herhangi bir şekilde onun kaldıramayacağı kadar yük bindirirseniz intikamını alır. Dere yataklarını ortadan kaldırırsanız  çöp doldurursanız doğa sizden intikamını alır. Doğal kaynaklar süreklilik arz etmezse bizim talebimizi de karşılayamaz. Her kaynağın bir sonu vardır. Evinize aldığınız erzaklar da sürekli yenilemek istemiyor mu ? istiyor. Biz doğayı sınırsız zannediyoruz ama her şeyde olduğu gibi doğal kaynaklar da tükeniyor. Taşımızı, toprağımızı, ağacımızı, havamızı, suyumuzu bitmeyecek gibi sınırsız kullanamayız. Sınırlamak hem vatandaşlık görevi, hem de yasaların görevi. Biz ikisinin de gereğini yerine getiremiyoruz.

 

Erozyon...

• Soru: Sel felaketi sonucunda oluşan erozyon ileride nasıl sorunlara neden olabilir?
• Doç. Dr. Gündüz:
Orman Dairesi’nin internet sitesindeki verilere göre Kuzey Kıbrıs’ta 1. derecede yaklaşık 300 km2 potansiyel su erozyonu sahası mevcuttur, bu alanlar tamamen koruyucu bitki örtüsünden yoksundur. Kuzey Kıbrıs’ta su ve rüzgar erozyonu 663 km2’dir ve bu da Kuzey Kıbrıs’ın yüz ölçümünün % 19’una denk gelir.

Son dönemde yaşanan seller, önemli miktarda verimli üst toprak kaybına neden olmaktadır.

Dünya’da tarım arazilerinin yıllık ortalama 24 milyar tonu toprak erozyonu sebebi ile yok olurken, erozyon sebebiyle 110 ülke çölleşme tehlikesi ile karşı karşıyadır. Erozyon, toprağın aşınmasını önleyen bitki örtüsünün yok edilmesi sonucu, koruyucu örtüden yoksun kalan toprağın su, rüzgâr veya yerçekimi etkisiyle aşınması ve taşınması olayıdır. Rüzgârla taşınan toprak esas itibarıyla ince kum ve tozlardır. Taşınan kum ve tozlar verimli toprakların üzerini kaplayarak verimli toprakları kullanılamaz hale getirebilmektedir. Hızlandırılmış toprak erozyonunun en yaygın ve etkili olan erozyon şekli, su erozyonudur. Yağmur damlaları büyük bir hızla toprağa düşer ve toprak taneciklerini yerinden oynatarak kolaylıkla taşınmasına neden olur. Suyun çözücü özelliği nedeniyle toprak tanecikleri arasındaki bağlılık azaldığında, yağmur damlalarının etkisi daha da artar. Arazi eğimi ile artan su akışı da erozyonu şiddetlendirir. Toprak ekosisteminin en hayati kısmı, bitki beslenmesinde büyük önemi olan organik maddenin biriktiği, ayrıştığı ve su ile birlikte bitkinin köklerine ulaştığı toprağın üst kısmıdır. Toprağın üst kısmı, toprak ekosisteminde önemli yeri olan binlerce canlının yaşadığı, toprağa hayat veren kısmıdır. 1 cm toprağın oluşması ise 300-400 yıl sürer. Yağış miktarı ve şiddeti, erozyon hızını belirleyici role sahiptir. Bu yüzden son yıllarda yaşanan seller, önemli miktarda toprak kaybına neden olmuştur. Yolların, köprülerin, enerji ve haberleşme hatlarının, içme suyu, kanalizasyon ve yağmur suyu şebekelerinin, tarım alanlarının ve sanat yapılarının zarar görmesi büyük bir gelir kaybına yol açmaktadır. Bütün bu zararlı etkilerin ötesinde, en önemli sorunların başında toprak kaybı gelir. Erozyon sebebiyle verimli üst toprak kaybı, önemli ve ivedilikle önlenmesi gereken büyük bir sorundur. Unutmamalıyız ki, gezegendeki tüm canlılarla birlikte bizim de yaşamımızın sürekliliği toprağa bağlıdır.

 


“Doğanın dönüşümü uzun yıllar alır”

• Soru: “Zararın neresinden dönülse kardır” sözü doğa için çok geçerli olmasa da, bundan sonrası için ne yapılmalıdır?
• Doç. Dr. Gündüz:
Hep “zararın neresinden dönülse kardır” diyerek hareket edip, hiçbir zararı kara dönüştürdüğümüzü hatırlamıyorum. Zarar doğada olursa kolay kolay kara dönüşmüyor. Doğanın dönüşümü uzun yıllar alır. Toprak kaç yılda oluşur? Dereler kaç yılda? Daha önce de söylediğim gibi 1 cm toprak 300 yılda oluşur, dereler 1.5 milyon yıl önce oluşmuş. Sonuç 1 dakikada yok etmek elimizde ama tekrar kazanmak mümkün değil, o kadar zamanımız yok, hatırlatırım.

   Öncelikle dere yatakları tekrar haritalara işlenmeli, riskli bölgeler belirlenip haritalar oluşturulmalı. Risk yönetimi işin uzmanları yani mühendisler tarafından belirlenmeli. Deredeki doğal hayatla ilgili de biyologlardan destek alınmalı. Erozyonu önlemek için bitkilendirme çalışmaları yapılmalı...

Bu haber toplam 14549 defa okunmuştur