1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. ‘Çöküntü var, enkazın altındayız’
 ‘Çöküntü var, enkazın altındayız’

‘Çöküntü var, enkazın altındayız’

Kıbrıs Türk Müteahhitler Birliği Başkanı Cafer Gürcafer, yıllardır plansız yapılaşmanın olduğuna dikkat çekerek, acilen imar planı yapılması gerektiğini vurguladı

A+A-


• “Bir çöküntü var bir enkazın altındayız. Geleceğimizi, bugünümüzü, yarınımızı planlamamış olmamızdan dolayı bu noktaya geldik. Yalnızca imar planlarını değil, sosyo-ekonomik kalkınma planlarımızı ve buna bağlı olarak bölgesel imar planlarımızı süratli bir biçimde yapmalıyız.”
 

• “Olası bir çözümde yine bir inşaat patlaması yaşayacağız. Eğer planlarımız hazır değilse bir beton yığını ile ülkemizi katledeceğiz.”
 

• “İnşaat sektörünün yap-sat bacağı iyiye doğru gidiyor. Talep her geçen gün artıyor. Atıl konutlar her geçen gün azalıyor. 2007 dönemindeki yaşadığımız ekonomik depremde atıl kalanlardan 3-4 bin tane var. Onların dışında yeni yapılanlarda öyle durum oluşmadı. Yapılıyor, satılıyor.”
 

• “Eğer bu ülkede bugün yapılanın haricinde senede 10 bin konut yapılıp satılırsa bunun devlete olan katkısı yaklaşık 400 milyon dolardır. Bu da çok büyük rakamdır. Yani sizin her yıl Türkiye’den aldığınız paraya eşittir.”
 

• “Çözümü ve çözümle birlikte toplumunun kazanacaklarını doğru anlatabilmek lazım. İnsanlar çok dar bir düşüncenin içerisine hapsolmuş durumdadırlar. Benim evciğim, benim arsacığım ne olacak endişesi vardır.”

Fayka ARSEVEN KİŞİ

Kıbrıs Türk Müteahhitler Birliği Başkanı Cafer Gürcafer, yıllardır plansız yapılaşmanın olduğuna dikkat çekerek, “çöküntü var, enkazın altındayız” dedi.

Gürcafer, bir an önce sosyo-ekonomik planlarla birlikte tüm bölgelerin imar planlarının hazırlanması gerektiğini vurguladı, “Olası bir çözümde yine bir inşaat patlaması yaşayacağız. Eğer planlarımız hazır değilse bir beton yığını ile ülkemizi katledeceğiz” yorumunda bulundu.

Kıbrıs Türk Müteahhitler Birliği Başkanı Cafer Gürcafer ile hem imar planlarını, hem inşaat sektöründe yaşananları hem de Türiye’den gelecek olan suyu konuştuk.

• Kıbrıslı Rum Müteahhitler Birliği ile işbirliği içerisine girmiştiniz bir süre önce nedir gelişmeler?
• Cafer GÜRCAFER:
Bizi bir araya getiren neden Kıbrıs’ta hem sosyal hem ekonomik açıdan bir çözüme duyulan ihtiyaçtır. Ekonomik çıkarlarımızdan öteye, çözüm için bir araya geldik. Şunun farkına vardık; bu fırsat kaçırılmaması gereken bir fırsattır ve bir dönüm noktasına denk gelen bir fırsattır. Yani Kıbrıs Türkü’nün neredeyse pes etme aşamasında olduğu bir dönemdir.

Uzun yıllardır yaşamış olduğu sıkıntılar bir yerde göç etme noktasına getirmiştir. Dolayısıyla hem toplumsal varlığımız açısından çok çok önemlidir hem de konjektür öyle bir gelişti ki Kıbrıs sorunuyla alakalı olan ülkelerin çıkarlarının örtüştüğü bir dönemdir. Bu her zaman yakalanan bir fırsat değildir. Çözümü gerçekten isteyen iki de lider var. Böyle bir fırsat bir daha gelmez. Bu fırsatı kaçırmamak için bir şeyler yapmak lazım. Hem Güney hem de Kuzey’de etkili olan örgütleriz, bu örgütlerin çaba sarf etmesi kanaatimce etkili olur. Bu tespitle yola çıktık ve ilişkilerimizi geliştirmek için daha da somut adımlar atmak için bir takım çalışmalar yaptık. Ara bölgede bir ofis talebimiz oldu ama maalesef bürokrasinin o küçük noktalarına takılıyoruz.

Hala daha onu başaramadık. Önümüzdeki günlerde ara bölgede bir konferans düzenlemeyi düşünüyoruz. Çözümle birlikte inşaat sektörünün geleceği nokta, kazanımları, ülke ekonomilerine katkılarının ne olacağı ile ilgili ve çözümün ekonomik olarak sosyal olarak topluma kazandıracakları bunlarla ilgili birlikte bir konferans düzenleyeceğiz. İnşaat atıklarının geriye kazandırılması hususunda hareket ettiğimiz somut bir proje var. İyi gidiyor, tabi esas beklentimiz Kıbrıs sorununda, görüşmelerde olumlu gelişmelerin olmasıdır ki biz de yavaş yavaş daha fazla hareketlenebilelim. Ama gördüğüm kadarıyla şimdi o noktada değiliz. Bir referandum sürecine, o havaya girmedik. Çözümü ve çözümle birlikte toplumunun kazanacaklarını doğru anlatabilmek lazım. İnsanlar çok dar bir düşüncenin içerisine hapsolmuş durumdadırlar. Benim evciğim, benim arsacığım ne olacak endişesi vardır. Bu endişenin hakim olmasının esas nedeni de toplum çözümün ne kazandıracağının farkında değildir. Bu noktada bilinçlendirmeliyiz.


KAT İZİNLERİ, İMAR PLANLARI…
‘Planlamazsak beton yığını ile ülkemizi katledeceğiz’

• Girne’deki çok katlı binalarla birlikte imar planları yine gündemde… Siz konuya ne kadar dahilsiniz?
• Cafer GÜRCAFER:
Bu ülkenin geldiği noktada bir çöküntü var bir enkazın altındayız. Plansız yaşamış olmamızın geleceğimizi, bugünümüzü, yarınımızı planlamamış olmamızdan dolayı bu noktaya geldik. Yalnızca imar planlarını değil, sosyo-ekonomik kalkınma planlarımızı ve buna bağlı olarak bölgesel imar planlarımızı süratli bir biçimde yapmalıyız. Her emirname konusu gündeme geldiğinde bu konuları tekrar tekrar tartışıyoruz sonra emirnameler yayınlanıyor tekrar gündemden kalkıyor ve yine emirnamelerle yaşamaya devam ediyoruz. Bu defa biz bu konuda çok ısrarcıyız. Örneğin; Girne Bölgesi. Ta Karşıyaka’dan Tatlısu’ya kadar Girne’nin bir bütün olarak düşünülmesi lazım. Eski Girne’nin bu yeni Girne’nin merkezi ve diğer taraflara doğru yayılması. Bunu yalnız başına planlamak da yeterli değildir. O noktada sosyo-ekonomik kalkınma planları da önem arz eder. Yani biz nasıl bir Girne yaratmak istiyoruz? Önce bu düşünceyi, vizyonu ortaya koymak lazım. Örneğin; Gelecekte düşündüğümüz Girne, üniversite şehir olmalı mıdır, olmamalı mıdır? Bence olmamalıdır. Ama plansız olmamızdan dolayı bu yanlış devam edip gidiyor. 3-4 üniversite izni verildi, gelişi güzel yurt izinleri verildi. Peki bizim turizm cenneti diye nitelendirdiğimiz Girne’de bir yabancıyı düşünün; geldiniz Girne’de tatil yapacaksınız ama X takım galip geldi diye bir anda sokakta insanların konvoy kurup gezdiğini görebilirsiniz. Elbette bunlarda olacak ama bu orda olmalı mıdır, olmamalı mıdır? Bu bana göre sosyo-ekonomik kalkınma planları temelinde olması gerekir. Yani yalnız başına imar planı yapmak yeterli olmaz.  Bunlarla birlikte düşünerek, planlamalıyız. Çünkü olası bir çözümde yine bir inşaat patlaması yaşayacağız. Eğer planlarımız hazır değilse bir beton yığını ile ülkemizi katledeceğiz. Dolayısıyla imar planlarını hemen yapmalıyız.

• Bu kadar yıldır neden imar planı yapılamadı, yapılmadı?
• Cafer GÜRCAFER
: Bizde maalesef kolektif düşünceye saygı yoktur, paylaşımcı değiliz. Ben merkezliyiz ve benciliz. Hep ben yapayım, erk bende olsun düşüncesi her zaman ön planda oldu. Halbuki katılımcı olunması gerektiğini söylüyoruz. Akıl akıldan üstündür, herkes buna katkı koysun. Dolayısıyla 5589 sayılı İmar Yasası bu yetkiyi Şehir Planlama Dairesi’ne verir.

Daire de bu sorumluluğu kendinde hisseder, kıt kanaat kendi imkanlarıyla yapmaya çalışır ve yapamaz. Bunun için 5589 sayılı yasada hızlı bir şekilde değişiklik yapılmalıdır. Belki değişiklik yapılmadan da aşılabilir, önemli olan o zihniyettir. Kaynak çok önemlidir. Biz bir fon önerdik bir yıl önce. Sigaraya 1 TL fon konulsun dedik aynı geçmişte Elektrik Santrali’ne jeneratör almak için uyguladığımız gibi kendi kendimize yetelim. Bu parayı bizim her insanımız versin, aşağı yukarı yılda 70-80 milyon TL gibi bir para toplanır ve 1 yılda o fonda birikecek para ile ülkenin 10-20 yıllık bütün imar planlarını yaparız ve konu artık gündemden de kalkar.  Artık buraya çok kat mı az kat mı yapılsın tartışmasını da yaşamayız. 

• Girne’de inşaat anlamında sürekli bir gelişme var. Girne için geç kalınmışlık var mı, Girne kurtulabilir mi?
• Cafer GÜRCAFER:
Girne elbette kurtulabilir. Mevcuttu da değerlendirerek, ona göre bir planlama yaparsınız. Çünkü belli yerlerde illa ki yüksek katlara ihtiyaç vardır ama belli yerleri de tamamen kapatacaksınız. Bunun yanında başka ihtiyaçların tespit edilmesi gerekir. Mesela Girne Limanı zamanında yapılırken, yük limanı olarak değil, turizm limanı olarak düşüldü ama bugün yük limanı olarak kullanılmaya başlandı. Yani bütün tırlar oradan gelip oradan çıkıyor. Bu bana göre yanlıştır. Özüne geri dönmelidir.

Kamu arazilerinin çok iyi değerlendirilmesi de gerekir. Neden? Çünkü bu planlamayı yaptığımız zaman ortaya çıkacak bir sürü ihtiyaçlar olacaktır. Koruluklar, parklar, göletler veya bisiklet, yürüyüş yolları gibi bir sürü ihtiyaç ortaya çıkar. Dolayısıyla kamu arazilerinin kullanımını, kiralanmasını çok ciddi ve kontrolü biçimde yapmalıyız. Bunları harcamamak lazım.

Sosyo- ekonomik kalkınma programını da yapmalıyız. Çünkü Girne’de ne murat ediyoruz? Hayvancılık mı düşünüyoruz ya da sanayi düşünüyor muyuz? Bunlar olmayacaksa cafeler, restoranlar, barlar, diskolar mı olacak? AVM ihtiyacı var mı yoksa yasaklanmalı mı?

Aynı şekilde Mağusa’yı, İskele’yi de planlamak gerekir. Mağusa’da da fasıl 96 geçerlidir. Orada da plansız bir yapılanma devam ediyor. İskele-Karpaz bölgesinde ciddi talepler oluşmaya başladı. İvedi olarak planlama şart. Bunun için süratle para kaynağını oluşturup, Şehir Planlama Dairesi başkanlığında ama bu konularda diğer ülkelerde birikim elde etmiş kişilerden de yararlanarak, yapmalıyız.  Bir ucundan diğer ucuna kadar memleketi biran önce planlamak şarttır.

• Şu an gündemde var mı böyle bir çalışma?
• Cafer GÜRCAFER:
Şehir Planlama Dairesi Müdürü atanacak, Bakanlık yeni, daha önce İçişleri Bakanlığı’ndaydık, şimdi Turizm ve Çevre Bakanlığı’na verildi. Yani yine sıfırdan başlıyoruz. Ama biz inatla ve ısrarla yapılmasını talep ediyoruz. Bizim ısrar etmemiz de yalnız başına yeterli değil. Ülkeyi yöneten siyaset kurumu vardır. Onun önceliği haline gelmelidir.

• İnşaat sektöründeki durum nedir? İnişli çıkışlı dönemler yaşandı. Şimdi yap satta durum ne, talep ne, ne kadar boş konut bulunuyor?
• Cafer GÜRCAFER:
İnşaat sektörünün yap-sat bacağı iyiye doğru gidiyor. Talep her geçen gün artıyor. Atıl konutlar her geçen gün azalıyor. 2007 dönemindeki yaşadığımız ekonomik depremde atıl kalanlardan 3-4 bin tane var. Onların dışında yeni yapılanlarda öyle durum oluşmadı. Yapılıyor, satılıyor. Talep de her geçen gün artıyor. Ama bir de kamu ihalelerini yürüten müteahhitlerimiz vardır işin o bacağı sıkıntılıdır. Neden? Çünkü devlet ödemiyor.
Ama genel hatlarıyla baktığımız zaman yap-sat sektöründe iyiye doğru gidiş var.

• Bu iyiye gidiş daha iyi nasıl olabilir?
• Cafer GÜRCAFER:
Çok daha iyi olabilir. Ama gelir gelir bizim sosy- ekonomik kalkınma planlarımızla birleşir. Örneğin; Yaklaşık 500 bin civarında yurt dışında yaşayan Kıbrıslı Türk var. Peki bu 500 binin kaçı buradan konut sahibi olmuştur? Eminim yüzde 10’u bile değildir. Peki çözüm olması halinde yüzde kaç daha buradan konut alacak? Orada yaşayan nüfusun yüzde 20’sinin gelip buradan ev alacağını düşünürseniz bu rakam 200 bin konuttur. Ciddi bir rakamdır. Peki biz bu 100 bin konutu nerelere yapacağız? Toprak fakiri bir ülkeyiz. Bir diğer boyutu hem Rusya’dan hem Çin’den hem Arap ülkelerinden talepler artacaktır çözümle birlikte… Neden? Çünkü kuzey güneyden ucuzdur. Bu konutları nereye yapacağız planlamak lazım. Hedefimizin ne olduğunu da bilmemiz gerekir yani sürekli yapıp satacak mıyız yoksa başka bir hedefimiz mi var? Bunu tartışıp, doğrusunu bulmalıyız. Eğer bu ülkede bugün yapılanın haricinde senede 10 bin konut yapılıp satılırsa bunun devlete olan katkısı yaklaşık 400 milyon dolardır. Bu da çok büyük rakamdır. Yani sizin her yıl Türkiye’den aldığınız paraya eşittir.

Yapılmalı mıdır? Bana göre yapılmalıdır. Güney’de ama özel sektörle devlet birlikte çalışıyor, hem ekonomiyi büyütmek hem devletin gelirlerini artırmak hem de özel sektörün geliştirmek için birlikte çalışılıyor. Biz ne yapıyoruz? Biz de yok. Bizde Elektrik Kurumu’nun hizmetinin kötü oluşu 20-30 yıl önce de aynıydı bugün yine aynı. Ya da telefonla alakalı servis çok kötüdür veya suyla alakalı ya da alt yapı veya tapu devrindeki süre veya yabancıların ikametgah belgesi almasıyla ilgili karmaşa halen vardır. Bunları toparlayıp, servis kalitemizi yükseltip, hedeflerimizi önümüze koymalıyız. Bunu başarabilirsek, inşaat sektörü ülke ekonomisine kendi ayakları üzerinde durmayı hediye eder.  O derece önemli bir sektördür.

• Toprak fakiri bir ülke olduğumuzu ancak konuta olan talebinde arttığını ifade ettiniz. Sizce nasıl bir yerleşimle büyümeliyiz. Yatay yapılaşma mı yoksa dikey yapılaşma mı yapılmalı?
• Cafer GÜRCAFER:
Yer vardır dikey yer vardır yatay büyüyeceksiniz. Örneğin Girne’de belli bir merkezde dikey büyümeyi özendirmeniz lazım ama onun dışında yamaçlara yayılan kısımlarda o doğayı bozmamak için rahatlıkla yeşilin içine gömülebilecek yapıları yapmak lazım.  Ama Lefkoşa’da 4 kat değil 30 kata da izin verilmeli. Lefkoşa artık sanırım kentsel dönüşüme doğru yavaş yavaş gitmeli. Belli yerlerde de yapılanmayı tekrardan gündeme getirirken kentsel dönüşüm çerçevesinde artık sosyal tesisleri de düşünerek hareket edilmeli. Şimdi belki 4 katlı 10 tane göreceksiniz belki bunların  yerine 1 tane 40 katlı olacak. Ama zeminin altına oto park olacak, onun üzerinde çocukların oyun alanı olacak vs. Bu çerçevede düşünmeliyiz merkezleri.

Ama bir deniz kenarında bugün 20 kata izin verilmesi doğru değildir. Bunların hepsi bir planlamayla netleşir bir kitapçık halinde herkesin elinde olur yatırımcı da yatırım yapacağı zaman bir araziyi alırken,  20 yıl boyunca arazideki geçerli olan kuralı bilir.

SU KONUSU, İHALELER…
‘Yasa ne söylerse onun uygulanmasını isteriz’

• Türkiye’den gelen suyla birlikte Türkiye’de açılan ihaleler gündemde sizin tavrınız nedir?
• Cafer GÜRCAFER
: Olayın iki boyutu var bir işletme bir de müteahhitlik boyutu. Müteahhitlik boyutuyla ilgili yasa açıktır, yasa ne söylerse onun uygulanmasını isteriz. Yasaya aykırı bir davranış da sergilenmesi veya dayatılmaya çalışılması durumunda da karşı çıkarız. Bunu eskiden beri söylüyoruz zaten. Gerekirse eylem de yaparız. Şimdi açılan ihalenin dosyasına ulaşmaya çalışıyoruz. Ulaştıktan sonra onu inceleyeceğiz. İkinci boyutu ise Müteahhitler Birliği ekonomik bir örgüttür, yalnızca inşaatla ilgilenmez. Yani topluma, ülke ekonomisine karşı bir sorumluluğu vardır. Dolayısıyla ilgilendirdiği oranda siyaseti de takip ederiz. Orada da görüşümüzü ortaya koyarız. Neticede hepimiz Kıbrıslıyız ve bir birey olarak da hassasiyetimiz vardır. 

Su konusu başından aslında başıboş bırakılmış çok daha öncelerden takip edilmesi ve incelenmesi, mercek altına alınması gereken bir konuydu. Biz daha düşünce ham iken Kıbrıs Türk’ü olarak bu konudaki düşüncemizi doğru düzgün ortaya koyamadık. Halbuki düşünce aşamasındayken bizim müdahil olmamız gerekirdi. Şimdi iki farklı düşünceden dolayı bu proje ortaya çıkmış olabilir. Bir; Kıbrıs Türk toplumunun su ihtiyacını karşılamak… Eğer toplumun su ihtiyacını karşılayacaksak o zaman en ekonomik olanını tercih etmemiz gerekirdi, en pahalı olanını değil. Neticede bu ihtiyaç karşılanırken ortaya bir maliyet çıkacak ve bu maliyeti de toplum ödeyecek. Dolayısıyla bu açıdan ekonomik olarak baktığım zaman çok yanlış bir projedir. Bir mühendislik harikasıdır o ayrı dava ama oradan buraya kadar o suyun pompalanması için harcanan elektrik sabit yatırım ve bunun geriye dönüşü çok büyük bir maliyettir. Çok daha ekonomik projelerle bu çözülebilirdi. Bunu yapmadık.

İkinci boyutunda ise; siyasi getirisi olduğundan dolayı stratejik olarak düşünülür ve bir adım atılır. Bunun da getirisi paha biçilmez bir getiridir. Çünkü siz bir adım atarsınız bunun siyasi yansımasının peşindesiniz. Bu paha biçilmez bir değerdir.

Dolayısıyla ekonomik boyutuna bakılmaz. O noktada da işte onun bedelini topluma ödetmezsiniz. Çünkü oradaki hedef stratejiktir, siyasi bir beklenti vardır. Şimdi burada ikisi birbirine karıştı. Uluslararası arenada siyasi getirisi hesaplanarak atılış bir adımdır. Ama olayın ekonomik boyutuna gelindiği zaman da bu topluma ödetilmeye çalışılıyor. Yani bir karmaşa var. Bizim siyaset kurumumuz bu tartışmaların çok dışında kaldı. İşte bunların tartışması daha düşünce ham olduğu dönemde yapılmalıydı. Halbuki biz suyu kim satacak noktasına geldik ve sucu kavgası yapıyoruz. Ama esas kavganın çok daha gerilerde çok önemli noktalara parmak basarak yapılması gerekiyordu. Mesela o dönemde eminim birçok siyasetçimiz bilmez; AB bize Güzelyurt Bölgesi’nde hibe programı çerçevesinde sanırım yıllık 6 milyon ton su, deniz suyunu arıtma sistemi kuruyordu. İhale de neticelendiydi. Ama kurulacağı yerle ilgili sorun çıkmıştı. Askeri tatbikat bölgesine sanırım denk gelmişti.

Ondan dolayı bir sıkıntı çıktı ve bu aşılamadı veya bilinçli olarak aşılmadı. Ama o proje iptal oldu ve o para geri gitti. Bunun gibi birkaç proje daha yaparak, geliştirilebilirdi. Haspolat arıtma tesisinden milyonlarca ton su akar gider. Oradaki arıtma tesisiyle ilgili bir yatırım yapılabilirdi. Halen daha Yeşilırmak’tan yerin altından milyonlarca ton su akıp, denize gidiyor. Orada da hem köylünün rahatsız olmayacağı hem de suyu bugünün teknolojisiyle yukarıya çıkarılabilecek bir çalışma yapılabilirdi.

Bütün bu örnekler, fizibl ve ekonomik projedir. Şimdi 2.5 TL gibi bir rakam telaffuz ediliyor, belediyelerin de 4-5-6-7 TL’ye vereceği tartışması var. Geçen hafta Güney Kıbrıs’ta sordum su ne kadardır diye. Dediler ki; ‘40 tona kadar 30 sent öderiz.’ Yani 1 TL’nin altındadır. Şimdi siz bir ülkede sanayi, turizm veya benzer yatırımlarla ekonominizi geliştirmeyi hedeflerseniz su ve suyun maliyeti,  elektrik ve maliyeti çok çok önemlidir. Şimdi bu noktadan 2.5TL’ye belediyeler alacak 6’ya satacak derseniz rakam çok yüksek. ‘Toplum eli mahkumdur da alır’ o ayrı dava. Ama sen devlet olarak, devletsen vatandaşına bunu en uygun fiyata verme zorunluluğun vardır. Çözümü sen devlet olarak bulmak zorundasın. Biz şimdi bu su barış suyu olsun deriz ama onlar suyu 30 sente alıyor, onlara nasıl satacağız ki?

• Peki belediyelerin duruşunu nasıl değerlendirirsiniz?
• Cafer GÜRCAFER:
Ben baskı yapılmasını kabul etmem. Özellikle su konusunda böylesi bir teknik görüş ayrılığından dolayı ekonomik protokolün imzalanmamış olmasını, dayatılmasını da tasvip etmem. Elmalarla armutları karıştırmamak lazım… Ama bir gerçek de vardır ki belediyeler olarak biz karnemize, sicilimize baktığımız zaman bunların çok iyi olduğunu söyleyemeyiz. Hani derler ya yaptıklarımız yapacaklarımızın referansıdır. Yaptıklarımıza baktığımız zaman belki bugünkü belediye başkanlarının etkisi yok ama yıllarca bu su sorunu var oldu bu ülkede. Ama gerçek anlamda çözülmesi gereken bir sorun olarak gündeminde olmadı belediyelerin hiçbir zaman. Belki birkaçı adım attı. Ama ben kendi belediyem olan Yeniboğaziçi Belediyesiyle ilgili olarak 20 yıldır benim çeşmeden su akmaz, tam 20 yıldır tankerle taşırım. Şimdi eğer böyle bir belediye çıkıp da bu suyu idare edeceğim derse ben kuşku ile bakarım.

Ama gelinen noktayı tartışmak yerine belediyeler insanlarımıza nasıl ucuz ve sağlıklı suyu verebilirizi tartışmalı.

Bu haber toplam 2996 defa okunmuştur