1. HABERLER

  2. ÖZEL HABER

  3. 19 Nisan Seçimlerine Giderken (2)
19 Nisan Seçimlerine Giderken (2)

19 Nisan Seçimlerine Giderken (2)

Eroğlu’nun bir diğer seçim stratejisi ise, en zayıf noktasını ‘tecrübe ilüzyonu’ vasıtasıyla en güçlü noktasıymış gibi gösterme çabası oldu.

A+A-

Bilge Azgın

Bir önceki yazıda, sağ siyasetin bu kadar yolsuzluk ve usulsüzlüğe rağmen bu coğrafyada nasıl ve neden sandıkta halen hatırı sayılır bir oy almayı başardığını ele almıştık. Derviş Eroğlu’nun neden harita siyaseti üzerinden korku salmaya çalıştığını ve “mevcut sistem, ne kadar çarpık olursa olsun ama yeter ki bu mevcut sistem kalsın” noktasını neden vurgulamaya çalıştıklarını irdelemeye çalıştık. Karşımıza, Kamu Komisyonu’nu ele geçirip kamusal düzeni ve adaleti yerle bir ettiği halde veya siyaseti kendi şahsı etrafında dizayn etmek için belediye seçimlerinden muhtarlığa kadar ortalığı kırıp geçirdiği halde, bunlara bakılmaksızın gene de karşımıza “Söz konusu devletse, tabii ki Eroğlu” sloganı çıkmıştı.

Eroğlu’nun bir diğer seçim stratejisi ise, en zayıf noktasını ‘tecrübe ilüzyonu’ vasıtasıyla en güçlü noktasıymış gibi gösterme çabası oldu. “Zayıf olduğun noktada güçlü görün, güçlü olduğun noktada ise zayıf görün” şiarı, Sun Tzu’nun MÖ 512 yılında yazdığı ‘Savaş Zanaatı’ adlı kitabında yerini almıştı. Sadece savaşlarda değil; spordan iş dünyasına kadar yarış içeren her alanda ve rakibi alt etme amacı güden eylemlerde sıklıkla başvurulan stratejilerden biridir.

Derviş Eroğlu, 77 yaşında. Allah uzun ömür versin lâkin 5 sene daha Cumhurbaşkanı görevini yapabilecek gibi durmuyor. Buradaki temel sorun kategorik olarak yaş sorunu değil. Rahmetli Denktaş 2005 yılında Cumhurbaşkanlığını bıraktığında 82 yaşındaydı ve iyi duruyordu. Derviş beyin durumu öyle değil. Hakkında çıkan ve ortalıkta dolaşan sağlık sorunlarının ne kadar doğru veya yanlış olduğu da pek önemli değil. Önemli olan, Eroğlu’na baktığınızda 5 sene daha Cumhurbaşkanlığı gibi müzakere içerecek bir maratonu kaldırabilecek durumda olmadığı görüntüsünü vermesidir. Bu hususun, Eroğlu’nun en zayıf noktası olduğunun farkında olan kampanyacıları bu durumu “en tecrübeli siyasetçi, Kıbrıs sorununu 40 sene yaşayıp öğrenen ve en iyi bilen siyasetçi benim” nakaratını seçim süresince Eroğlu’na yüzlerce kez söylettiler.

Öyle ki, Sibel Siber’in geçici başbakanlık dönemi için “kısa sürede yaptığı işlerle tarihe geçen Sibel Siber hükümeti” diyen Eroğlu, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde “bir bayan çıkmış 70 gün başbakanlık yaptı diye övünüyor, ben 7 bin gün başbakanlık yaptım ve başbakanlık yaptım diye övünmüyorum” gibi lâflar sarfetti sık sık. Eroğlu’nun 7 bin gün başbakanlık yapıp yaşadığımız siyasi yapıdaki her türlü çarpıklığın önemli mimarlarından biri olduğu kesin!

Eroğlu bu seçimi ya kaybedecek, ya da kazanacak. Seçimi kaybederse, siyasi kariyerinin en üst noktasındayken tatlı tatlı bu işi bırakmadı diye kendi kendine kızıp duracak. Geriye kalan sayılı senelerini bu burukluk içerisinde geçirecektir. Seçimi kazanırsa, önümüzdeki 5 sene içerisinde Bülent Ecevit’in 1999-2001 yılları arasında Başbakanlık yaparken düştüğü durumlara düşecektir. Her iki durumda da Eroğlu’nu ömrünün son dönemlerinde huzurlu bir yaşantı beklemiyor.  Sonuçta “güce sahip olma” ilüzyonunun aşıladığı tatlı zehirden arınamadığı için yeniden aday oldu. Geriye kalan senelerini ailesi ve sevdikleriyle huzur içinde geçirmek yerine bu yolu tercih etti.

Toltstoy’un kaleme aldığı ‘İvan İlych’in Ölümü’ adlı kısa öyküsü ile Derviş Eroğlu’nun bu durumu arasında ne gibi bir benzerlik mi var?

‘İvan İlych’in Ölümü’ adlı kısa öykü, birçok insanın gıpta edip ‘başarılı’ bulduğu bir hayat yaşadığını zanneden ve üst düzey yargıç olan İvan İlych’in iki hafta boyunca ölüm yatağındayken çektiği ıstırabı anlatır. Lakin, İvan İlych’in ölüm yatağındayken yaşadığı ıstırap fiziksel ağrıdan çok, manevi sancıdır. Ölüm veya mutlak son, her geçen gün daha da yaklaştıkça İvan İlych’i korkunç bir yalnızlık duygusu sarar. İlych’in kafasında “ya bütün hayatım gerçekten gerektiği gibi değilseydi” düşüncesi dönüp dolaşır. İlych, ölüm yatağında gün geçirdikçe karısına karşı daha korkunç bir nefret duymaya başlar. Bunun sebebi de hayatı boyunca sevmediği bazı şeyleri karısının baskısıyla yaptığını, işini dahi beğenmese de sırf karısının sosyal statü hırsını tatmin etmek için yaptığını düşünmeye başlamasıdır.  Evet, İvan İlych’i krize sokan şey ölüme yaklaştıkça hayatının, işinin ve nefret eder duruma geldiği karısının bitmek bilmeyen isteklerinin bir aldatmacadan başka bir şey olmadığını kavramış olmasıdır.

İvan İlych’in durumu aslında bir insanın yaşayabileceği en trajik sonu anlatır. Bir Sokrates gibi sevdikleriyle huzur içinde, kendi kendisiyle barışık ve yaşadığı hayattan tatmin olmuş şekilde mutlak sona yaklaşamak vardır. Bir de, İlych gibi kendi yaşadığı hayattan şüphe ederek ve kendi içinde çelişkilerle veya ‘keşkelerle’ mutlak sona yaklaşamak vardır. Aslında, İvan İlych’in ölüm yatağında yaşadığı kriz hiç de istisnai bir durum değildir. İstisnai olan, Tolstoy’un bu psikolojik durumu çok güçlü bir şekilde kaleme almayı başarmış olmasıdır.

Etrafımız da İlych gibi kendi yaşadığı hayattan şüphe ederek, kendi içindeki çelişkilerle ve krizlerle mutlak sona varacak birçok insan var. Tolstoy’un bu eserinden her insanın kendi hayatı için çıkarması gereken tek bir ders vardır. O da, hayatın sonuna gelindiğinde birçok insanın düştüğü gibi İvan İlych’in durumuna düşmemek...
19 Nisan seçim analizleri bu önemli şeyi anlatmak için sadece bir araç olabilir.

 

19 Nisan Seçimlerine Giderken (1)

Bu haber toplam 3306 defa okunmuştur