1. HABERLER

  2. KÜLTÜR & SANAT

  3. “Umarım ölmeden ünüme tanıklık ederim” Robert Mapplethorpe (1)
“Umarım ölmeden ünüme tanıklık ederim” Robert Mapplethorpe (1)

“Umarım ölmeden ünüme tanıklık ederim” Robert Mapplethorpe (1)

Estetik İmgenin Ardında Homoerotik Bir Aktivist: Robert Mapplethorpe

A+A-

Seçkin Tercan

Erkek bedeninin limitli yorumu penisin gösterilme-me-si üzerinden olmuştur. Kimi zaman bir kumaşla örtülmüş kimi zaman da tehdit oluşturmayacak şekilde küçük ve erekte olmayan halde yorumlanmıştır. Rönesans ve Barok dönemi resimlerinde de görüldüğü gibi penisin küçük bir erkek çocuğunun penisi gibi çizilmesinin sebeplerinden biri de tehdit unsuru olmaktan uzaklaştırılmasıdır. Böylece ne ırza geçme riski vardır ne de pornografik bir görsellik yaratma riski olacaktır. Penisin görselde yer alması çoğu zaman soruna sebep olduğu gibi, bir de buna erekte olmuş bir penis eklenirse yarattığı tehdit büyük olacağı için kabul edilemeyecektir. 20. yüzyılın aktivist eşcinsel sanatçılarından biri olan Robert Mapplethorpe’un fotoğraflarında yer alan penis ise hem devasalığı hem de çoğu zaman erekte olan hali ile otorite tarafından ciddi bir tehdit olarak izlenir. Görünür olanın yarattığı bu tehdit otoritenin fallosantrik yapısına ters düşecektir. Oysa erekte olan penis otorite tarafından kullanılan bir silah ve temsildir. Penisin yarattığı hiperseksuel etki sanatçının eserlerinde cinsiyet – ırk bağlamında görselleşmiş toplumsal bir eleştiri olarak da okunabilir.

Antik Yunan’dan bugüne sanatın geçirdiği süreç ve toplumsal değişimlerin etkisi sadece eşcinsel imgeye değil sanat tarihinde yer alan birçok olguya doğrudan ya da dolaylı olarak etki etmiştir. Yüzyıllar boyunca yasaklanan eşcinsel görsellik 20. yüzyıldaki aktivist hareketlerle beraber daha belirgin şekilde gözlemlenebilir olmuştur. Bu nedenle aktivizmin bir parçası olarak ele alabilceğimiz eşcinsel sanatın bağımsız değerlendirilmesi çok da mümkün olmayacaktır. Sanat tarihinde yer alan birçok eşcinsel imge ister doğrudan bir görünürlüğe sahip olsun isterse de dolaylı anlamlar taşısın, var oluşa dair bir tanıklığı işaret etmiştir. Kimi zaman bu dolaylı anlatımlar gayet net bir tavra sahiptir. Bu noktada aktivizme bir yönlendirme olduğu gibi kendiyle ve toplumla yüzleşebilen eşcinsel bireylerin de birer sunumu olarak karşımıza çıkar.

Bazen doğrudan bazen de örtülü olarak ele alınan eşcinsellik çoğu zaman farklı konu başlıklarının altında ve dolaylı anlatımlarla görünür olabilmiştir. İlk çağlardan günümüze kadar birçok imgede rastlayabileceğimiz eşcinsel görsellik bazı düzlemlerde haz odaklı gibi görünse de daha çok var oluşu işaret eden anlam yapısını korur. Konu başlıkları mitolojik – dini ve tarihsel süreçler çerçevesinde ele alınarak homoerotik görsellikle bütünleşir. İmgenin var oluş sürecinde uğradığı değişim böylece daha sistemli bir bakış açısıyla gözlemlenebilir. Bu özellikle toplumsal etkiler bağlamında ve eşcinsel hareketlerin görsel kültüre etkisi bakımından önemli olacaktır. Tüm bu süreçler eşcinsel bireyin görünür olma halidir.

20. yüzyıl görsel kültüründe yer alan homoerotik imge, eşcinsel aktivizmin bir uzantısı niteliğindedir. Görünür olma yöntemi olarak uzun yüzyıllar boyunca sanatta yer alan bu imgeler, bir şekilde sanatçının kendini gösterme yöntemi olarak kabul edilse de esasında eşcinsel kişinin dolaylı gösterimidir. Resim sanatında sık rastlanmayan örnekler fotoğraf sanatında sıklıkla gözlemlenebilir. Özellikle 19.yüzyıl fotoğraf sanatı örnekleri bizi, tekil bir beden ifadesi yerine sosyalliğin içinde yer alan bedenler üzerinden izlemeye teşvik edecektir. 20.yüzyılda eşcinsel imgenin önemli bir temsilcisi olan Robert Mapplethorpe geçmişten gelen görsel mirası değerlendirerek aktivist dilini oluşturmuştur.

“Embrace, 1982” isimli fotoğrafta birbirine sarılmış iki genç erkek bedeni ve iki farklı ırktan bireyler, bizi hem eşcinsel olana hem de ırk – cinsiyet bağlamında bir düzleme iletir (Görsel 1). Sara Ahmed “ırkı ten rengine indirgemenin (“kromatizm”), ten rengine “ırk farklılığının anlamını” yüklemeyle ilgili olduğunu iddia eder.”(2) Mapplethorpe’un fotoğraflarında gördüğümüz ırk düzlemi aynı zamanda cinsiyet üzerinden yürütülen bir katmana sahiptir. Bu fotoğraftaki katman ise iki erkek bedeninin birbirine sarılışında içerdiği sevgi paydasıdır. Hemcinslerin birbirine sevgisini içeren bu hali ise heterososyal ahlaka ters düşecektir. Queer özgürleşme hareketi, cinsiyetler arası tanımlardan kurtulmayı sağladığı gibi heteroseksüel kalıpları da yok etmeye yöneliktir.

Mapplethorpe’un yarattığı fotografik imgeler bir beden sunumu olarak doğrudan algılanabilir. Eserlerinde geçmişten gelen bir estetik kapsam gördüğümüz sanatçı, aynı zamanda bireysel anlamda görünür olma durumunu yansıtır. Beden üzerinden yaratılan estetik kaygı çok katmanlı bir anlam bütünü oluşturacaktır. Özellikle ırk ve cinsiyet üzerine yapacağımız gözlem, bizi imge üzerindeki ‘gösterilen – gösterme’ haline taşıyacak ve dolayısıyla da görünür olma durumunu yansıtacaktır. Bir birey olarak sanatçının varlığını gösterme çabası şeklinde algılayabileceğimiz bu fotoğraflar, aynı zaman iktidara karşı verilen mücadeledir. Hükmetme yetkisini elinde tutanların yarattığı heteroseksist tahakküme karşı duruş sanatçının işlediği hiper estetik öğelerde gözlemlenebilir.

Muhafazakar Amerikan toplumuyla yaşadığı hesaplaşma Mapplethorpe’un yaşamının izdüşümünü eserlerine yansıtmasıyla oluşmuştur. Katolik bir eğitimle tutucu bir çevrede büyümenin getirdiği sorunları, eserlerinin dönemsel olarak kurgulanışında izleyebiliriz. Özellikle eşcinselliğini tam anlamıyla kabullendiği dönemde yarattığı çalışmalar “görünür” olmanın dışına taşıp “gösterilme” haline varmıştır. Estetik bir kaygı neticesinde sergilenen bedenler bu aşamadan sonra meydan okuyan bireylere dönüşerek eşcinsel var oluşu haykıran birer imgeye dönüşmüştür.

Öte yandan otoportreleri ve kurguladığı bedenlerin bir süre sonra gittikçe daha saldırgan hal alması kendi varlığını toplum içerisinde belirgin kılma eyleminin devamıdır. Yıllar boyunca yetiştiği toplumla yaşadığı çatışmaların bir cevabı niteliğinde olan bu homoerotik görseller hali hazırda bireyin kendi var oluşunu tüm gücüyle dışa vurmasının ayrı bir temsilidir. Kimi zaman otoportreleri kimi zaman da kullandığı figürlerin beden dilleri aracılığıyla kurduğu iletişimde alternatif olan ve norm dışı olarak karşımıza çıkar. Politikacıların özellikle çocukları koruma söylemi üzerinden yürüttüğü ahlak savunuculuğu her türlü norm dışı öğenin suçlanmasına yönelik bir düzleme dönüşmüştür. Mapplethorpe da açtığı sergilerde bu suçlamalara maruz kalmıştır.

1980’li yılların büyük travmalarından biri olan HİV virüsü dönemin birçok isminin sanat dünyasından silinmesine sebep olmuştur. Bu süreçte AIDS ve ölüm tüm çıplaklığıyla sanatçının eserlerine yansımıştır. Yaklaşan ölüme rağmen eserlerindeki meydan okuma hali devam eder. Virüsün yarattığı büyük travmaya karşın AIDS’i eserlerinde gösteren tavrı yine muhafazakar çevreye bir cevap niteliğindedir. Mapplethorpe, sürece tanıklık ettiği gibi, durumun da bizzat içinde yaşamış ve bunu sanatında ölüm olgusu üzerinden göstermiştir. 1986 yılında HIV pozitif teşhisinden iki yıl sonra çektiği “Self Portrait, 1988” (Görsel 2) fotoğrafında gözlemlediğimiz vurgu aslında sanatçının kendi sureti üzerinden bir ölüm okumasıdır. Farkında olduğu bu sürecin örtülmeden tüm göstergeleriyle sergilenmesi halidir. 1989 yılında yaşamını kaybeden sanatçı AIDS’i yorumlama şekliyle meydan okuyan tavrını sürdürmüştür. “İşte buradayım ve öleceğim siz ne kadar lanet olarak tanımlasanız da benimle olan bu virüs benim varlığımın bir parçasıdır” dercesine fotoğraflarında ölümü karşılamıştır!

1989 yılında yaşamını kaybeden Robert Mapplethorpe geride bıraktığı eserlerinde eşcinsel aktivizm, ırk, cinsiyet ve AIDS gibi birçok olguyu görselleştirmiştir. Verdiği mücadeleye yaşamının son günlerine kadar devam eden Mapplethorpe kendi tekil dönüşüm sürecini bir noktadan sonra toplumsal bağlamda ele almış ve bu nedenle de eşcinsel aktivizmin önemli karakterlerinden biri olmuştur.

Dipnotlar;
1 – Morrisroe, Patricia, Mapplethorpe A Biography, Random Haouse, Sf.284
2 – Güçlü, Özlem – Yardımcı, Sibel, Queer Tahayyül,  Sel Yayıncılık, Sf.185

Bu haber toplam 3443 defa okunmuştur