1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Kıbrıslı Türklerin iki yönlü temel problemi: Yönetim Zafiyeti ve Merkezileştirme
Kıbrıslı Türklerin iki yönlü temel problemi: Yönetim Zafiyeti ve Merkezileştirme

Kıbrıslı Türklerin iki yönlü temel problemi: Yönetim Zafiyeti ve Merkezileştirme

Kıbrıslı Türklerin iki yönlü temel problemi: Yönetim Zafiyeti ve Merkezileştirme

A+A-

 

Mustafa Öngün
ongun.mustafa@outlook.com

Problemi belirleme

Bu yazıyı belki de bir haftadır, yazıp yazıp siliyorum. Türkiye’de durum içler acısı. Suriye’de savaş, AB’de kriz hâlâ devam ediyor. Mülteciler, Avrupa’da yükselen milliyetçilik… Kıbrıs ise malumunuz. Ne yazılabilir ki? Kötü bir filmin, kötü bir eleştirisi mi? Her şey o kadar açık, o kadar belirgin ki, birilerinin görmediklerini görmek, yazmak pek mümkün değil gibi. Bu kötü senaryoya alternatif bir senaryo mu yazmalı acaba? Doğrusu, alternatif bir senaryom da yok. Ama şu sıralar aklımda Deleuze'ün bir sözü var, belki oradan başlayarak bir şeyler karalayabilirim: “Gerçek özgürlük problemlerin ne olduğuna karar verebilme, onları kurabilme gücünde yatar” (2006: 51). Deleuze’ün bu sözle anlatmak istediği, okulda, evde, günlük hayatımızda ve siyasette önümüze birtakım problemler konduğu, bizimse durmadan bu problemleri çözmeye çalıştığımız, fakat gerçek özgürlüğün bu problemleri çözmek değil, problemleri belirlemek olduğu. Son zamanlarda toplum olarak içerisinde bulunduğumuz durumun bununla ilintili olduğunu düşünüyorum. Belirleyemediğimiz ve bağlantılarını kurmakta zorlandığımız bir problemler yığını ile karşı karşıyayız.

Her sabah yeni problemlerle uyanıyoruz. Türkiye adaya su getirmeye ve bu suyu özelleştirmeye karar veriyor ve ardından su problemimiz oluyor. Türkiye ve birçok farklı aktör Kıbrıs ile ilgili politikalarını değiştiriyor ve yine bizim problemlerimiz bizim adımıza yenileniyor. Belli sermaye grupları adaya yatırım yapma kararı alıyor ve bizim plansız yapılaşma, adaletsiz yatırım problemimiz ortaya çıkıyor. Böylece problemi belirleme önemsiz hâle geliyor. Tek önem arz eden mesele bizden bağımsız şekilde belirlenen problemleri çözme yetisi oluyor. Siyasetin kendisi bile problem belirlemekten ziyade çözme sanatına dönüşüyor. Oysa (en azından Deleuze’den yola çıkarak söyleyecek olursak) problem çözmek kadar önemli bir diğer mevzu da, problemleri belirleme. Adanın kuzeyine bu açıdan bakacak olursak, belki de her şeyden önce bizim problemimiz ne sorusunu tekrardan sormalı, problemimizi herkes tarafından anlaşılır bir biçimde formüle edebilmeliyiz. Elbette ne benim kapasitem, ne de bu kısa yazı bu soruya cevap vermek için yeterli. Ancak her ne kadar yetersiz olacak olsa da bir girişimde bulunmak faydalı olacaktır diye düşünüyorum.   

İsterseniz açık seçik olan birkaç gerçekle başlayalım. Bundan 100 yıl sonra Kıbrıslı Türkler hâlâ var olur mu olmaz mı bilemeyiz. Ama bildiğimiz bir gerçek var, o da, tıpkı şimdi olduğu gibi bundan 100 yıl sonra da bu adada birilerinin şöyle veya böyle yaşayacağı. Bilebileceğimiz bir diğer gerçekse, şimdi ve gelecekte burada yaşayan ve yaşayacak olan insanların yerel dinamiklerle ve yine yerel halkın katılımı ile çalışabilen kamusal kurumlara ihtiyaç duyacağı, bu kurumların bugün bizler için olduğu gibi onlar için de hayati öneme sahip olduğu/olacağı. Eğitim, sağlık, yargı, enerji ve doğal kaynaklarla ilgili kurumlar, birtakım devlet daireleri ve medya kuruluşları bunlardan birkaçı.

Şimdi, en basit ve anlaşılır biçimiyle düşünecek olursak, bugün karşı karşıya kaldığımız en önemli sorun bu kurumsal yapıların gün geçtikçe zayıflaması ve yerelden uzaklaşıp merkezileşmesi, yani yönetilemez hâle gelmesi ve özelleştirme adı altında Ankara'ya bağlanması. O hâlde, yerel kurumlarımızın zayıflamasını ve bununla birlikte yerelden gittikçe uzaklaşmasını herkesi ilgilendiren ve herkesin anlayabileceği ana problem olarak tasarlayabiliriz. Buradan yola çıkarak bu problemin de iki yanlı bir problem olduğunu söyleyebiliriz: Bir yanda yönetme zafiyetimiz, diğer bir yanda ise TC’nin bu zafiyetten yararlanıp, kurumları özelleştirme adı altında merkeze, yani Ankara’ya bağlama çabasına karşı direniş göstermememiz. Bu iki yanlı problem elbette zaman zaman dile getirilmektedir. Bazılarımız haklı olarak yönetim zafiyetimizi vurgularken, diğerlerimiz ise sürekli olarak TC’nin merkezileştirme çabalarına karşı direnilmemesini problemin temeli olarak öne sürmekte ve algılamaktadır. Oysa problem ikisinden biri değil, ikisi de. "Biz birini halledelim de diğeri zaten çözülür" gibi yaklaşımları bir yana bırakmalı, problemin iki yanını da görmeli ve kabul etmeliyiz.

Problemle bağlantılı olarak CTP deneyimi ve HP

Son zamanlarda yaşanan gelişmelere bu açıdan bakacak olursak, birkaç önemli olgunun tekrar tekrar altını çizmemiz gerekecek. Öncelikle, su antlaşmasının meclis tarafından onaylanması, geleneksel olarak iktidara hâkim olmuş siyasi kurumların, yani CTP ve UBP’nin, TC’nin merkezileştirme çabalarına karşı direnecek yapılardan yoksun olduğunu gün yüzüne çıkardı. Bunun yanında, CTP-UBP koalisyonu, yine aynı siyasi kurumların, kurumlarımızı yönetme zafiyetini aşacak kapasiteye sahip olmadığını da bize gösterdi.

UBP’nin neden bu noktaya geldiği üzerine söylenecek pek de bir şey yok. Onlar zaten yaşadığımız bu durumu ta en baştan kabul ederek yola koyulmuşlardı. Ancak CTP için aynı şeyi söylemek zor. Çünkü CTP, yerel ve kamusal kurumları ve (bu kurumlar aracılığı ile) burada yaşayan insanların kendi kendilerini yönetmeleri gerektiğini kurulduğu zamandan bu yana durmadan dile getirdi. Ama buna rağmen merkezileşmeye karşı gerekli direnişi gösteremedi ve aynı zamanda yönetim zafiyetine köklü çözümler üretemedi. Üstelik bu hayati eksikliğini bugün bile kabul etmiş bir parti olduğunu söyleyemeyiz.

CTP’ye sorarsanız, toplum buna hazır değildi. Bu nedenle de direnme ancak iktidarda kalıp küçük de olsa kurumlarımızı koruma adına birtakım adımlar atmaktan öteye gidemezdi. Fakat gelin görün ki, küçük adımlar atılmış olsa bile, bugün kurumlarımız daha da zayıflamış, TC’nin merkezileştirme politikası ise giderek etkinliğini artırmıştır; diğer bir değişle, “küçük adımlar” projesi çökmüştür. Tam da bu nedenle CTP deneyiminin bize gösterdiği en önemli şeylerden bir tanesi de yukarıda bahsedilen iki yanlı sorunun çözümünün küçük adımlar olmadığıdır. Direnirmiş gibi yapmak ve yönetim zafiyetine yönelik radikal adımlar atamamak bizi hiçbir yere götüremedi. Farklı bir şekilde söyleyecek olursak, ciddi bir direnişle birlikte, yönetsel zafiyeti aşacak köklü siyasi girişimler olmadan hiçbir yere varamayacağımız CTP deneyimiyle açığa çıktı; bunu hepimiz anlamalı ve görmeliyiz.

Bugün toplum nezdinde meşru biz zemini olan ve ayrıca çok büyük ihtimalle iktidara gelecek olan Halkın Partisine baktığımızda ise problemin bir yanı var, diğer yanı yokmuş gibi bir yaklaşım söz konusudur.  Yani HP yönetim zafiyetini problem olarak tanımlamakta ve sorunun bu yönünü çözmek için projeler geliştirmektedir. Diğer bir değişle, HP Kıbrıslı Türklerin kendi problemlerini ortaya koyma ve çözme girişimi olarak oldukça önemli bir sosyal ve siyasi hareketlenmedir. Ancak eksiktir. TC'nin Kıbrıs'ın kuzeyindeki kurumları merkezileştirme politikası gütmekte olduğunu gör(e)memekte ve dahası yönetim zafiyeti problemini bundan bağımsız olarak düşünmektedir. Biz iyi yönetirsek TC özelleştirme adı altında kurumlarımızı merkeze, yani Ankara'ya bağlama çabasına da giremez gibi bir tavır sergilemektedir. Ancak ne tarihsel, ne de fiili olarak durum bu değildir. TC uzun bir süredir merkezileştirme politikasını benimsemiştir. AKP ise sıkı bir biçimde bu politikayı güdeceğini her fırsatta belli etmektedir.

Bizden bağımsız bir şekilde yürütülen merkezileştirme politikasını temel problemimizin önemli bir unsuru olarak ortaya koymamak, odamızın ortasında duran bir filin yarısını görmemekten pek de farklı değildir. Filin tamamını problem olarak anlayıp, ona karşı ciddi bir direniş sergilemeden başarılı bir toplum olmamız mümkün değildir. Kısacası HP, yönetim zafiyetine karşı birtakım adımlar atacağının sinyallerini vermekte ancak TC'nin merkezileştirme politikalarına karşı ciddi bir direniş kapasitesinden yoksun bir görüntü çizmektedir. Bu noktada ana problemimiz olan odadaki filin sadece yarısı varmış gibi yapmak, problemi çözmekten oldukça uzak bir girişimin ortaya çıktığına işaret etmektedir. Böylece HP de, diğer merkez siyasetler gibi başarısız bir noktaya gideceğini (en azından benim için) şimdiden göstermektedir.

Sonuç olarak, sadece bizim değil, gelecekte de bu adada yaşayacak olanların iyiliği için, her şeyden önce hem yönetim zafiyetimizi, hem de TC'nin özelleştirme adı altında kurumlarımızı merkezileştirme çabasını tek bir problemin iki yüzü olarak algılamalı ve bu problemi çözmek için örgütlenmeli, siyaset yapmalıyız*. CTP bu problemi anlarmış gibi yapmış ancak başarısız olmuş, umutları boşa çıkarmıştır. HP ise yeni umut olma bakımından CTP'nin yerini alacaktır. Ancak odadaki fili görmedikçe, HP de CTP'den farklı olmayacaktır. Bu durum, problemin özünü samimi bir şekilde anlayan, direniş kapasitesi geliştiren ve yönetim zafiyetini aşacak yeni bir siyaset geliştirmemiz gerektiğine işaret etmektedir. Bu siyaset gelişir mi gelişmez mi bunu zamanla göreceğiz. Ancak görünen o ki, var olanlarla ilerlemek mümkün olmayacaktır. Yeni bir siyaset geliştirmedikçe hepimiz için gerekli, hem bizim hem de gelecekte bu adada yaşayacak olanlar için hayati öneme sahip olan kurumlar tek tek elimizden gidecek, gelecekse herkes için daha da belirsizleşecektir…

------
* Elbette her tür siyaset bahsi geçen problemi çözmekte yeterli olmayacaktır. Kanımca problemin çözümüne yönelik siyaset, sosyal adaleti ve eşitliği merkezine alan ve adada federal bir yapıyı savunan bir siyaset olmak durumundadır. Ancak bu siyasetin ayrıntılarını anlatmak, başka bir yazıya konu almak durumundadır.

Bu haber toplam 1456 defa okunmuştur
Gaile 367. Sayısı

Gaile 367. Sayısı