1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Godot Ne Zaman Gelecek?
Godot Ne Zaman Gelecek?

Godot Ne Zaman Gelecek?

Godot Ne Zaman Gelecek?

A+A-

 

Zehra Nalbantoğlu Yetiner
zehra.nalbantoglu@emu.edu.tr 

Bu yazı Templos (Zeytinlik) köyünün kalbinin betonlaşmasını önlemek için alın teri döken her bir insana ithaf edilmiştir.

İnsan, doğası gereği midir yoksa oynanmış doğası gereği mi, içinde bulunduğu durumun faturasını hep başkalarına çıkartır?! Bu fatura, bazen en yakınımızdakilere, yani anne ve babalarımıza, kardeşlerimize, sonra eşimize, çocuklarımıza, diğer toplum, toplumlara, ülke/lere kabara kabara halka halka çoğalır ve devam eder. Bu faturaları çıkarmaktan mecali kalmayan bizlerin, tek yapabileceği oturup durup Godot’yu beklemek midir? Peki, beklerken bir düşünsek mi, Godot acaba kim?

Godot, elinde sihirli değnek olan biri/leri midir? Bu birileri daha “akıllı”, daha okumuş, daha bilgili, daha tecrübeli midir? Yoksa daha zengin mi? Lider ya da politikacı mıdır? Kimdir Godot ve eğer gelirse ne yapabilir her birimize? Bu noktada sizinle bir hikâye paylaşmak istiyorum.

“... Rivayet edilir ki; kuşların hükümdarı Simurg Anka Kuşu, “Kaf Dağı”nın üzerindeki bir tepede, “bilgelik ağacı”nın dalları arasında oturur ve kuşlar dünyasına hükümdarlık edermiş! Ve ne zaman kuşlar dünyasında bir kargaşa olsa, ya da mutsuzluklar doğsa; Simurg Anka uçar gelir, huzursuzlukları ortadan kaldırır; haklının hakkını, haksızın da cezasını verir ve yeniden bilgelik ağacına geri dönermiş...

Bir dönem gelmiş ki, kuşlar dünyasında yaşam zindana dönüvermiş! Sıkıntılar, haksızlıklar ardarda geliyor; yalanın, dolanın, hilenin önü kesilmiyormuş! Haber salmışlar Simurg Anka’ya ve bu adaletli krallarını beklemeye durmuşlar...

Bir gün, üç gün, beş gün... Ne gelen olmuş, ne giden! İçlerinden bir kısmı, Simurg’un geleceğinden umudunu kesmiş; diğer bir kısmı da “Eğer Simurg Anka var olsaydı, şimdiye kadar çıkar gelirdi. Gelmediğine göre böyle bir kuş yok! ” diyerek beklemekten vazgeçmişler.

Derken; uzak ülkelerdeki kuş sürülerinin, o güne dek görmedikleri türden bir kuş tüyü bulduklarını öğrendiklerinde, kuşlar kralının yaşadığına, bu tüyün ona ait olduğuna kanaat getirmişler... Ve içlerindeki bir kaç akıllı kuşun önerisiyle; “madem ki o gelmiyor, toplanıp biz ona gidelim” fikrinde birleşerek, yeryüzünün bütün kuşları Kaf Dağı’na doğru kanat çırpmaya başlamışlar.

Günler geçmiş aradan... Yol, uzak mı uzak! Uzun yola dayanamayan bazı kuşlar, çeşitli bahaneler uydurarak birer ikişer dökülmeye başlamışlar. Önce bülbül dönmüş geriye, güle olan sevdasını öne sürerek! Kanarya, tüylerinin bozulduğunu sitemle fısıldamış... Oysa ki, bu tüylerinden ötürü kafeslere kapatılıyormuş hep... Turna, “ben olmazsam, aşıklar nasıl ulaşır sevdiklerine?” demiş; baykuş viraneleri özlemiş; balıkçıl ise bataklıkları...

Kaf Dağı’na gitmek için geriye kalan az sayıdaki kuşlar canla, başla kanat çırpmaya devam etmişler... Yolun son kısımlarında yedi tükemsiz vadiden geçiliyormuş! Son ikisi olan “yokoluş” ve “ölümsüzlük” vadisine vardıklarında, bütün kuşlardan geriye yalnızca 30 kuş kalmış... Bütün güçleriyle bu vadileri de aşmışlar ve Kaf Dağı’ndaki tepeye, bilgelik ağacına ulaşmışlar. Ve bilgelik ağacından öğrenmişler ki; Simurg Anka, “otuz kuş” demekmiş! Yani, hepsi ve de her birisi “Simurg Anka” imiş meğerse...”

Her birimiz, ailelerimizden ve onların atalarından duydukları var olma mücadelesi hikâyeleriyle büyüdük. Bu hikâyelerin çokça acı, tatlı, haklı, haksız yönleri olmuştur. Gerek kişilerin gerekse toplumların, kültürlerin var olma ve adalete, özgürlüğe dayalı bir barış içinde varlığını sürdürme mücadelesi farklı biçimlerde hep süregelmiştir. Her bir kişinin var olma inancından, umudu, çabası ve yaşadığı çevreye, dünyaya karşı duyduğu sorumluluktan vazgeçmediği sürece de bu mücadele devam etmiştir ve de edecektir. Bugün, “Kıbrıs Sorununun” çözümü nedir diye sorarsanız, Simurg Anka Kuşu’nun hikâyesinde olduğu gibi özgürlük için canla başla kanat çırpmaktan vaz geçmeyecek olan o “otuz kuştur” derim... Ve o “otuz kuş”tan bir kısmına aday insanlar, şu anda Templos (Zeytinlik) köyünde, tabiat ananın ve dolayısıyla insanın yokoluşunu seyretmek yerine, varoluşu için canla başla kanat çırpanlardır!

Peki biz, hayatın her anında yaptığımız seçim, davranış ve bunun doğurduğu sonuçlardan öğrenmemiz gerekenleri öğrenerek ya da öğrenme niyetiyle vadileri düşe kalka kalbimizin tüm gücüyle aşmaya çalışıp bir Anka ya da Godot’nun kendisi olmaya aday olabilir miyiz, YOKSA çeşit türlü sebeplerle bülbül, kanarya, turna, baykuş ve balıkçıl gibi yapabileceklerinin ötesine geçmeyi seçmeyip uçurumun ağzında daha kaç yıl/yüzyıl hep bir Anka ve Godot’yu bekleyebileceğiz? İşte bütün mesel ve mesele bu!         

 

 

Notlar:
Yazıcı, Yüksel. Bilgelik Bilinci (İm Yayın Tasarım), s. 31-32.

Bu haber toplam 2044 defa okunmuştur
Gaile 366. Sayısı

Gaile 366. Sayısı