1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Bir Doğu/Batı Meselesi ve Çivisi Çıkmış Dünya II
Bir Doğu/Batı Meselesi ve Çivisi Çıkmış Dünya II

Bir Doğu/Batı Meselesi ve Çivisi Çıkmış Dünya II

Bir Doğu/Batı Meselesi ve Çivisi Çıkmış Dünya II

A+A-

 

Nur Köprülü
koprulunur@gmail.com


Lübnan asıllı Fransız yazar Amin Maalouf, Doğu ve Batı sözcüklerini kavramsallaştırırken, Batı’yı Doğu, Doğu’yu da Batı gözü ile okuyor olmamasından olsa gerek, benim kitaplığımda her zaman ayrı bir yerde durur demiştim geçen ay Gaile’de yayınlanan yazımda. Hem Doğulu hem de Batılı olarak kimlik tartışmalarına derin bir soluk getiren Maalouf, “Batı kazandı, kendi modelini başkalarına da benimsetti, ama tam da bu zaferi yüzünden, kaybetti” (1) der Çivisi Çıkmış Dünya’sında. Günümüzde Batı’nın Doğu üzerindeki tahakküm politikası, aslında, Batı için bir kazanım olmaktan çok, bir tehdit unsuru haline gelmiştir. Şöyle ki, “pasif” ötekinin aktifleştiği (2) bir dünya politikası oluşmuş, ve inşa edilen hegemonik düzen Batı açısından güvenli bir dünya değil, tam da güvensiz ve sorunlu bir yapıya dönüşmüştür bugün.

Özellikle 11 Eylül saldırılarının ardından ABD öncülüğünde başlatılan ‘terör ile mücadele kampanyası’, Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Batı’nın ihtiyaç duyduğu küresel alandaki ‘öteki’ ve ‘tehdit’ unsurunun temel kaynağının İslam’a ve Doğu’ya doğru yönelmesinin yolunu açtı. NATO ve benzeri güvenlik yapılanmaları Sovyet tehditi ortadan kalktıktan sonra meşru bir zemin aramış ve medeniyetler çatışması retoriği bu zemin boşluğunu doldurmuştur.

Avrupa’da Aydınlanma dönemi sonrasında öteki’nin nasıl kurgulandığını ifade eden Edward Said, “Avrupa kültürünün kendisini, yedek hatta gözükmeyen bir benlik çeşidi olarak Doğu (Orient) karşısında konumlandırarak güç ve kimlik kazanması” sonucunda Doğu’nun ‘üretilmiş’ bir kavram ve söylem olduğuna işaret eder (3).

Bu noktada Şarkiyatçılık-Oryantalizm, Batı’nın Doğu’yu yönetme biçimi olarak belirmekte ve Batı’ya ait olan ve Batılı olan her şeyin aslında Doğu ile de tanımlandığı bir kurgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Diğer bir deyişle, süreç içerisinde öteki olarak Doğu, Batı medeniyetinin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Tam da bu nedenden dolayı, bugünkü uluslararası sistemin gündemini belirleyen husus olan radikal İslam/Cihatçı İslam’ın Batı medeniyetinin tarihsel olarak geliştirdiği ve ürettiği güvenlik, refah ve demokrasi kültürünün önündeki en büyük tehdit olarak anlamlandırılması, Soğuk Savaş Sonrası dönemde Şarkiyatçı düşünce biçiminin yeni bir tezahürü olarak karşımıza çıkmaktadır.

İŞİD, el-Kaide ve el-Nusra gibi radikal İslami gruplar, bilhassa Batı’nın Orta Doğu ve çevresine gerçekleştirdiği müdahaleler neticesinde ortaya çıkmıştır. 11 Eylül sürecinden sonra Orta Doğu’ya yönelik uygulanan askeri müdahaleler bölgenin ‘istisnai’ konumunu Batı açısından keskinleştirmiş ve savaş, çatışma ve radikal İslam gibi bileşenlerin bu bölgenin bir kaderiymiş gibi algılanmasının ve yeniden üretilmesinin söylemsel bir aracı haline gelmiştir. Orta Doğu istisnacılığı denen olgu, bu bölgeyi dünyadaki diğer tüm bölgelerden farklı, hatta onlardan ayrı tutulması gereken istisnai–eşi benzeri bulunmayan, yekpare, primordiyal (ilksel)–bir ‘coğrafi kimlik’ olarak nitelendirmektedir. Bu minvalde Orta Doğu istisnacılığı, Şarkiyatçılığın ürettiği bir olgudur. Diğer bir deyişle, Batı’nın kendini tanımlamakta kullandığı ve kurguladığı bu istisnai bölgenin sürekli çatışma kültürü ile anılması hegemonik ‘bir anlatı biçimi’dir.       

Tam da bu noktada, ‘terörle mücadele’ kapsamında İslam’a atfedilen özellikler ve İslam kaynaklı gelebilecek tehdit algısı biz ve ötekilerin yer aldığı iki kampı olan bir dünya üretilmesine neden olmuştur. Bu kamplaşma sanki medeniyetler çatışmasının yaşanmakta olduğu izlenimini vermiştir. Bir örnek vermek gerekirse, Soğuk Savaş’ın bittiği 1990’lı yıllarından başında ABD’nin Orta Doğu’ya yönelik olarak yürüttüğü üç ana politikadan birini bölgenin demokratikleşmesi olmuştur. Ancak, eşzamanlı olarak Cezayir’de İslami hareketin seçimler sonrasında güç kazanması bir iç savaşa sebebiyet vermiş ve Batı’nın bölgeyi demokratikleştirme konusundaki hevesini değiştirmiştir. Bir diğer örnek ise, 2006 yılında Gazze’deki parlamento seçimlerini Müslüman Kardeşler’in Filistin kolu olan Hamas’ın kazanmasının ardından Filistin’de yaşanmıştır. Hamas’ın İslami bir hareketi temsil etmesi ve İsrail ile ilişkiler konusundaki çatışmaya açık yaklaşımı, Batı’yı Hamas’a göre daha seküler olan El-Fetih yönünde bir tercih yapmaya yöneltmiştir.

Diğer yandan, Doğu’ya inerek bakacak olursak, rejimler ile halkların ayrıştırılması bölgenin Batı ve devlet-merkezli okunmaması gerekliliğini ortaya koymaktadır. Örneğin bugün Orta Doğu toplumları ile devletlerinin/rejimlerinin benzeşmediği, hatta zaman zaman kimlik çatışması yaşandığı bir dönemden bahsetmek mümkündür. Çoğu kez halkların dünya meselelerine, bölgesel politikalara ve demokrasiye bakış açıları ile rejimlerin bu konulara yaklaşımları benzerlik taşımamaktadır. Rejimlerin demokrasi yönünde attıkları adımlar, toplumlar tarafından yeterli bulunmamakta ve siyasal meşruiyetin bir sorun haline geldiği bu coğrafyada, siyasal erk ‘kozmetik’, ‘façade’ ya da ‘kontrollü’ liberalleşme politikaları yürütmektedir. Demokrasiyi, Avrupa-merkezli bir yönetim şekli olarak gören ve Doğu’ya yabancı/ithal olarak değerlendiren rejimler de vardır. Ancak buradaki karşı duruş aslında Batı’ya ve onun değerlerine değil, demokrasinin temel hak ve özgürlük anlayışına yöneliktir. Diğer bir deyişle, rejimlerin bekası için kullanılagelen bir söylemdir.

Eğer Doğu salt geleneksel devlet merkezli yaklaşımlar ile okunursa, bu topraklardaki farklı toplumlar, kimlikler ve beklentileri göz ardı edilmiş olur. Temelde Arap-İsrail uyuşmazlığı, savaşlar ve sekteryan bölünmeler ile tanımlanan Orta Doğu siyaseti ve halkları, kendini temsil etmekten ziyade özellikle Birinci Dünya Savaşı’nın ardından dış dünya tarafından temsil edilir bir konumdadır (4). Söz konusu istisnacı yaklaşımı anlamanın en kolay yolu aslında Orta Doğu (veya Yakın Doğu) olarak adlandırılan bölgenin Batı’ya göre Doğu’nun ortasında yer almış olmasıdır. Keza, Uzak Doğu örneğinde olduğu gibi.

Daha demokratik ve Doğu/Batı gözetmeksizin evrensel norm ve değerlerin içselleştirildiği bir dünya yönetişimi artık yazından yaşam pratiklerine dönüştürülmelidir. Batı merkezli modernite anlayışı ve Batı karşıtlığı yerine, Doğu ve Batı medeniyetlerinin buluştuğu demokratik diyalog zeminine duyulan ihtiyaç aşikârdır. İnsan haklarının Doğu’dan Batı’ya değişmeden bölgesel koşullara bakılmaksızın evrenselleştirileceği kozmopolitan yaşam pratiklerinin hayata geçirilmesi, alternatif ve farklıkların bir arada yaşayabileceği bir dünyanın en temel yapı taşıdır. Hem Doğu’nun ötekisi olarak Batı’nın, hem de Batı’nın ötekisi olarak Doğu’nun öncelikle söylemsel yapıbozumu bahse konu alternatif dünya düşüncesinin inşasını sağlamada hayati önem taşımaktadır.

_____________________________________________
 

Referanslar

(1) Amin Maalouf, Çivisi Çıkmış Dünya, Yapı Kredi Yayınları, 2009, s. 33.

(2) Ali Balcı, “İŞİD ve Doğu’yu Kuşatan “Barbarlık”; Batı’nın Yeni Temsil ve Yönetim Stratejilerine Dair”, Orta Doğu Analiz, (Kasım-Aralık 2014), C. 6, No. 65.

(3) Fuat Keyman, “Kimlik ve Demokrasi”, Atila Eralp (der), Devlet ve Ötesi, İletişim Yayınları, s. 237.
(4) Fawaz Gerges, “The Study of Middle East: A Critique”, British Journal of Middle Eastern Studies, Vol. 18, No.2, (1991), s. 208-220.

Bu haber toplam 2199 defa okunmuştur
Gaile 307. Sayısı

Gaile 307. Sayısı