1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Olağan! İhlaller
Olağan! İhlaller

Olağan! İhlaller

Olağan! İhlaller

A+A-

 

Psk. Dr. Fatih BAYRAKTAR
psyfatih@gmail.com

Olağan, günlük hayatımıza içkin hale gelen ya da getirdiğimiz her türlü olay ve davranışı ifade eder. Olağan olanı doğalmış gibi algılarız, kanıksarız, normalleştiririz ve içselleştiririz. Bu nedenle olağanı değiştirmek hatta değiştirmeye niyetlenmek olağanüstü bir gayret gerektirir. Olağanlaştırma günlük yaşama dair gibi görünse de üst yapısal sorunlardan ayrı düşünülemez. Örneğin çocukların ellerine silah verilip askerleştirilmesi bir örgüt ya da devlet politikası olabilir. Ama aynı zamanda elinde tam otomatik bir silahla gezen çocuk görüntüsünün toplumda herhangi bir rahatsızlık yaratmaması (hatta bunun yüceltilmesi) olağanlaştırmanın üst yapıdan alt yapıya tezahür ettiğinin göstergesidir. Bu durum katıksız bir çocuk hakkı ihlali olmasına rağmen olağanlaştırma sorunu görünmez kılar. Ama ya olağanlaştırma bu kadar uç düzeyde ve belirgin değil de neredeyse belirsiz şekilde yaşanıyorsa? Örneğin askerleştirme çocuğun eline gerçek bir silah vermekle değil milli günlerde asker kıyafeti giydirip, eline oyuncak bir silah vermekle de ilişkiliyse...  İşte bu yazının konusu tam da bu; günlük yaşamımızdaki olağan hale getirilmiş çocuk hakkı ihlalleri...

Konuya çocuklarımız söz konusu olduğunda oldukça sık kullandığımız bir kelimenin çözümlemesiyle başlayabiliriz; düşkünlük. Düşkünlük pratik kullanımımızda çok sevmekle ilişkilendirilen bir kelime olmakla birlikte, semantik olarak aşırı bağlılık anlamına gelir (Bkz. Büyük Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu). Bu nedenle “Çocuklarıma çok düşkünüm” derken aslında bunun zaman zaman olağan(laştırılmış) çocuk hakkı ihlallerine kadar gidebileceğinin ipuçlarını veririz. Peki, bu nasıl olur?

Psikologlar sık sık ebeveyn tutumlarının çocuk gelişimindeki önemine vurgu yaparlar. Bu bağlamda 4 temel ebeveyn tutumu tanımlanır: demokratik, otoriter, izin verici ve reddedici. Demokratik ebeveynliği belirleyen temel özellikler aile içinde sıcak bir iletişimle birlikte, nedenleri açıklanmış ve herkesçe kabul edilen-uygulanan kurallardır. Otoriter ebeveynlikte ise mesafeli bir iletişimle birlikte nedenleri belirsiz yasakçı bir yapı öne çıkar. İzin verici ebeveynlik çocukların sevildiği ama sınırları ve kuralları belirsiz neredeyse kaotik bir ev ortamını işaret eder. Reddedici ebeveynlikte ise ne sevgi vardır ne ilgi ne de kural ve sınırlar. Çocukların kendi başlarına büyüdükleri, diğer bir deyişle kendi kendilerini büyüttükleri bir yaşam ortamıdır bu. Tahmin edilebileceği gibi olumlu gelişimsel özellikler gösteren (örneğin psikolojik anlamda olgun, insan ilişkileri sağlıklı) çocuklar sıklıkla demokratik aile yapılarında büyürler. Ancak riskli ortamlarda (örneğin uyuşturucu kullanımının ve çeteleşmenin yaygın olduğu ortamlarda) zaman zaman otoriter ebeveynliğin de işlevsel olduğu bilinmektedir. Gelişimsel anlamda en olumsuz çocuklar ise reddedici ve izin verici ebeveynliklerin sergilendiği ortamlardan çıkar. Bu çocuklar sıklıkla psikolojik anlamda olgunlaşmamış, riskli davranışlara yatkın bireyler olmaya eğilimlidirler. Ancak genel bir ebeveynlik tutumuyla birlikte günlük ebeveynlik pratiklerinin çocukların davranışlarında belirleyici olabildiğini söylemek yanlış olmaz.

Ebeveyn pratikleri 4 temel tutumun tersine belirli bir sayıyla ifade edilemeyecek kadar çoktur çünkü duruma özgü, anlık tepkiler de bu pratiklerin içine girer. Ancak bu anlık, geçici tepkilerden ziyade sistematik hale gelen ebeveyn pratiklerinin belirleyici olduğu söylenebilir. Bu bağlamda ebeveyn pratikleri temel ebeveyn tutumlarının günlük yansımalarıdır denilebilir. Bir örnekle açıklayalım; 14 yaşındaki bir ergen okul dışındaki tüm vaktini neredeyse odasında ve bilgisayar başında geçirmektedir. Evde pişen yemek ise her akşam tepsi içinde odasına götürülmekte ve yemeğini yedikten sonra yine başkası tarafından mutfağa geri götürülmektedir. Burada tepsinin her akşam ergenin odasına götürülüp getirilmesi bir ebeveyn pratiğidir. Bu işlem ergene değer verildiği! için yapılmaktadır ama görüldüğü gibi ergenin kendi sorumluluk alanını ifade eden herhangi bir kural veya sınırlama olmadan gerçekleştirilmektedir. Bu anlamda tepsinin getirilip götürülmesi izin verici ebeveynlik tutumunun günlük yaşama yansıdığı bir pratik olmaktadır.

Örneği özellikle izin verici ebeveyn tutumlarından ve bu tutumlarla ilişkili bir ebeveyn pratiğinden seçtim çünkü Kuzey Kıbrıs genelinde lise öğrencileriyle yapılan ve veri toplama süreci devam eden bir bilimsel araştırmanın ilk bulgularına göre bu ebeveyn tutumunun Kıbrıslı Türkler arasında yaygın olduğu görülmektedir. Olağan ihlaller dediğim ve günlük hayattaki pratiklerimizin en azından bazılarının çocuk hakkı ihlallerine yol açabileceğini savunduğum tam da budur. Peki, nedir iyi niyetle ve sevgiyle yaptığımız bazı şeyleri çocuk hakkı ihlali kılan? Bu noktada Çocuk Hakları Bildirgesi’ndeki iki maddeye özellikle dikkat çekmek gerekmektedir. Bu maddelerden biri çocuğun kişilik gelişimi için gerekli olan koşullara diğeri ise bireysel karar verme gücü, ahlaki ve toplumsal sorumluluğunu geliştirecek eğitim koşullarına gönderme yapmaktadır. Bildirge daha çok bu konularda tüzel kişiliklere sorumluluk yüklemektedir ancak gerçek kişiliklerin de aynı konularda sorumluluk sahibi olduğunu unutmamak gerekir. Diğer bir deyişle ebeveynlerin, çocuklarının kişilik gelişimlerini kolaylaştıran, onların ahlaki ve toplumsal sorumluluklarını yerine getirecekleri, bireysel olarak karar verebilecekleri ve bu kararların sonuçlarına -olumlu ya da olumsuz- açık olacakları bir yaşam alanı yaratma sorumlulukları vardır. Ancak günlük hayatımızdaki pratikler çoğunlukla bu söylenenlerin tam tersi bir görüntü sunmaktadır. Trafik suçu işleyen çocuğunun cezasını üstlenen; üniversiteye gönderdiği çocuğuna evde kalma imkânı sağlayıp evin su, elektrik faturalarını kendisi ödeyip, haftalık yemeğini çocuğun yanında gönderen, üstüne üstlük kirlileri biriktirmesini ve haftasonu eve getirmesini söyleyen iyi niyetli ebeveynlerimiz yok mudur?  Bir ebeveynin 9 yaşındaki çocuğun bira içmesini, 12 yaşındaki bir ergenin cinsel yaşama adım atmasını, 18 yaşındaki bir gence son derece hızlı bir araba ya da motorsiklet alınmasını çocuğun özgürlüğü adı altında değerlendirmesi sağlıklı mıdır? Bu örnekler sonsuzca uzatılabilir. Ancak tüm bu örneklerin ortak noktası çocukların iyiliği adına sergilediğimiz ebeveyn pratiklerinin aslında bu çocukları olgunlaşmamış, sorumluluk alamayan, aldığındaysa bunun altından kalkamayan, fiziksel anlamda yetişkin olsalar bile psikolojik anlamda gelişimsel sorunlar gösteren bireyler haline getirmesi olası olağan çocuk hakkı ihlalleri olmalarıdır.

Ancak bunların da ötesinde son zamanlarda sorunların nedenlerini tartışırken sıklıkla kullanmaya başladığım  “Hazcılık” kavramı da olağan çocuk hakkı ihlalleriyle ilişkili olarak ele alınabilir. Hazcılık (Hedonizm) bazı felsefi akımlarda bilmekten dolayı zevk alma şeklinde tanımlanmasına rağmen Psikolojik anlamda geleceği düşünmeden anlık keyfe odaklanma şeklinde ele alınmaktadır. Bu anlamda sorumluluk ve/veya yüklerden kaçınmanın haz odaklı yaşam tarzlarıyla ilişkili olduğu söylenebilir.  Bu da hazcılığın izin verici ebeveyn tutum ve pratikleriyle örtüştüğü noktadır. Çünkü son noktada ebeveyn sınır ve kural koymazken çocuğuyla kendisi arasındaki olası çatışmaları ve sorunları kendince önlemekte; çocukla ilgili her şeye izin vererek aslında ebeveyn olarak sorumluluk ve yükten kaçmaktadır.

Sorunu daha da ciddileştiren hazcı ebeveynlerin çocuklarının da çoğunlukla hazcı olduğu (ki bu durum yukarıda bahsedilen bilimsel çalışma sonucunda da ortaya çıkmıştır) ve yaşam boyu ciddi değişimler olmadığı sürece hazcılık eğiliminin çocukluktan ergenliğe oradan da yetişkinliğe sürdüğü bilimsel gerçeğidir. Diğer bir deyişle bugün Kıbrıslı Türklerde artan bir hazcılık eğiliminden bahsediyorsak, bunun sonraki nesillerde de sürmesi son derece olasıdır. Bu da adına toplumsal yozlaşma dediğimiz fenomenin ileriki yıllarda çok daha geniş bir sosyal yelpazede yaşanabileceği anlamına gelmektedir.

Peki, bu süreci önce yavaşlatacak, sonra durduracak ve en sonundaysa tersine çevirebilecek mekanizmalar yok mudur? Elbette vardır. Yukarda sözü edilen demokratik ebeveyn tutumları ve ilgi/sıcaklık/sınırlar/sorumluluklar temelinde şekillenecek her türlü günlük ebeveyn pratiği bu mekanizmaların özünü oluşturmaktadır. Bunlara paralel olarak yaşam tarzımızın da hazcılık ve anda yaşamaktan, geleceği tasarlayarak yaşamaya doğru evrilmesi gerekmektedir. İçinde yaşadığımız ve nesillerdir süren en üst yapısal sorun Kıbrıs çıkmazı da bahsedilen pratiklerin günlük hayata aktarılması için engel değildir. Özellikle sol cenahta her türlü sorunun Kıbrıs çıkmazıyla ilişkilendirilmesi bir refleks haline gelmiş ve devrimden sonra herşeyin çözüleceği kolaycılığına çok benzer bir biçimde yaşadığımız tüm sorunların çözümü Kıbrıs çıkmazında açılımların sağlanabilmesine endekslenmiştir. Bu ise sonu belirsiz bir zaman tünelinde kaybolmaktan ve gerçek anlamda geleceği tasarlayamamaktan başka bir sonuç ortaya koymamıştır. Bu nedenle ebeveyn pratiklerinin de içinde bulunduğu yaşam pratiklerimizi ertelemeden değiştirmeye başlamak, başkalarına rol model teşkil ederek bu pratiklerin yaygınlaşmasını sağlamak, uzun vadede bu pratiklerin şimdiki pratiklerin yerine geçmesini -yani olumlunun olağanlaşmasını- sağlayabilir ve bireysel değişimler toplumsal değişimin katalizörü olabilir. Alt yapı üst yapı ilişkisine tekrar dönersek; siz değiştikçe Kıbrıs değişecek.     

 

Not: Bu yazının bir kısmı aynı yazarın Hekimce dergisinin 64-65 sayısında yayınlanan “Şeytan ayrıntıda gizlidir: Günlük hayatta çocuk hakkı ihlalleri” makalesinden alıntılanmıştır.

Bu haber toplam 1419 defa okunmuştur
Gaile 293. Sayısı

Gaile 293. Sayısı