1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Vazgeçmek Bir İsyandır
Vazgeçmek Bir İsyandır

Vazgeçmek Bir İsyandır

Vazgeçmek Bir İsyandır

A+A-


Mertkan Hamit
mhamit@gmail.com

Son zamanlarda Kıbrıslı Türk toplumunda hiçbir şeyin yolunda gitmemesine rağmen, her şeyin yolundaymış gibi davranılmasını anlayamıyorum. Hükümet partilerinin kendi içindeki uyumsuzluğunu bir uyum gibi ortaya koyması, siyasi tartışmaların kısır bir döngü içinde devam etmesi ve günün sonunda her şeyin olduğu gibi yerinde durmasına bir türlü anlam veremiyorum.

Cumhurbaşkanlığı seçimleri ile ilgili kimi adayların yaptığı açıklamalar ve kendilerinin bile inanmakta zorlandıkları yalanları sınırlı bir grup dışında hiç kimse tarafından ciddiye alınmıyor. Seçimleri kimin kazanacağına yönelik tahminler bile kimseyi heyecanlandırmıyor. Birileri çıkıp, ‘ne oluyoruz?’ diye soruyor belki ama onların sesleri ya boşlukta kayboluyor, ya da herkesin duyacağı kadar güçlü bir şekilde bağır(a)mıyor.

Artık temel demokratik taleplerin sıra dışı talepler olarak anlaşılması sadece geleneksel sağın yaklaşımı değil. Vicdan-i Ret Meselesi, Askerlik Yasası ve Kamu Çalışanlarının Maaşlarının Düzenlenmesi gibi konular iktidar tarafından ‘olağanüstüleştiriliyor’. Son derece insani meseleler dahi uç talepler olarak gösterilerek zamana oynanıyor. İktidarın temel demokratik değerlerden hızla uzaklaşıyor olması, kitleselleşmenin bir sonucu olarak ortaya konuluyor. Oysa görüş ve değerlerin kitleselleşmeden, kurumların kalabalıklaşması dönüşümü devamlı kılacak olan enerjiyi barındırmaz. Güçten nemalanarak, sürer durumu korumaya neden olur.

Olaylara daha eleştirel bakmak ve karamsarlık solun genel halidir. Keza, Kıbrıs’ta karamsar olup eleştirel olmamak mümkün değildir. Son zamanlarda politikayı kavrayış hali, özne olmaktan uzağa doğru esen bir rüzgârın etkisiyle savruluyor. Bu savruluşa direnen hiç kimse yok diyemem ancak direnmeye çalışanlara el verip güçlendirecek bir kalabalığın ortalarda olmadığı da ortada. Görünür tepkinin olmaması, rotasız bir biçimde sadece rüzgâra sırtını vererek dönüşüm yarattıklarına inanlara desteğin olduğu biçiminde yorumlanıyor. Oysaki bu somut bir gerçekliğe değil tercihe dayanıyor.

Karar verenlerin yorumunun aksine tepkisizliği dönüşüme destek değil tepkisizliğe bir tepki olarak yaklaşmakta yarar var. Çünkü yaratılan dönüşüm anlatısı aslında dönüşen kurumsal yapıların hiyerarşik ilişkileri dâhilinde gerçekleşmektedir. Dışarda kalanları ilgilendirmemektedir. Başka bir değişle, kurumsal aidiyet dâhilinde yaşanılanlar toplumsallaşmamakta ve bunların gerçekleştiği yapılanmalardan vazgeçmek ilkesel dönüşüm denemelerinin ret edilmesi anlamına gelir. Kalabalıkların ortaya koyduğu ‘tepkisizliğin’, oturmuş bir bilinç ve örgütlü bir eylem olarak yapıldığını iddia etmiyorum. Ancak, yöneticilerin basiretsizliğine karşı denk bir duruşu barındırdığını kabul etmek gerekir. Başka bir deyişle tepkisizlik basit bir bilinçsizlik/cahillik/ilgisizlik meselesi olarak görülmemeli.

Kalabalıklar, doğrusal bir çizgi üzerinde genel bir davranış sergilemese de, çok bilip, kendi adına her konuda konuşma yetkisinin sahip olduğunu düşünenlere karşı, ‘inanıyormuş’ gibi yapanların, normal bir biçimde gündelik kaygılarını çözmeye çalışırken, yöneticilerle onların dilinde konuşuyor. Bir biçimde yönetenlere karşı yönetenlerin silahını kullanıyor. Ardından da, yönetilenler, yönetenlerle dalga geçerek, onların ‘güvenilmez’ olduklarını ortaya koyuyorlar. Tabi ki, bunlar olurken gündelik ihtiyaçlar konusunda tutarsız tercihler de oluyor. Yine de, anlatmak istediğim tepkisizliğinden dem vurduğumuz insanları, tepkisizliklerini bilinçsizlik/cahillik/ilgisizlik ile sınırlandırarak anladığımız sürece az biraz elitist bir biçimde kalabalıkları hafife aldığımız anlamına gelir.

Bana göre, son zamanlarda, Kıbrıslı Türk toplumunda rahatsız edici derecede tepkisiz olma hali bir tür isyandır. Kıbrıslı Türkler bir süredir, sistemi reform etme iddiası ile sahneye çıkıp, adalet ve özgürlüğe yönelik bir mücadele veremeyenlerden, basit bir konuda bile toplumsal bir açılım yapamayıp, gün geçtikçe daha dirençsiz bir duruma sürüklenenlerden vazgeçerek tepkisini ortaya koyuyor. Bu vazgeçme, ikna etmek ile sınırlı değil. Onları tamamen yalnızlaştırarak tepkiyi ortaya koyuyor. Üstelik bu vazgeçme hali sadece belli bir siyasi partiden ya da belli bir siyasi figür ile sınırlı değil, kalabalıklar genel olarak var olan siyaset anlayışından vazgeçti.

Bu noktada, bu vazgeçme hali toplumsallığından değil, pasif bir biçimde statükodan vazgeçmek olarak anlaşılmalıdır. Gerçek şu ki, kalabalıklar kapsamlı bir biçimde ne istediğini bilmiyor ancak neyi istemediğini çok iyi biliyor. Geleneksel vaatler ve geleneksel anlayış dâhilinde, ezbere yapılan tartışmalara karşı sessiz fakat son derece derinden gelen bir isyan uzun zamandır sürüyor. İsyanı okuyup, isyanın dilinden konuşabilecek birileri hangi şartlarda ortaya çıkabilir bilinmez. Yine de, bu tepkisizliğin dönüştürücü gücüne öncü olabilmek için sanırım Mevlana’ya kulak vermek gerek: ‘Dünle beraber / Gitti cancağızım / Ne kadar söz varsa / Düne ait / Şimdi yeni şeyler / Söylemek lazım’

 

Bu haber toplam 1524 defa okunmuştur
Gaile 292. Sayısı

Gaile 292. Sayısı