1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Kadın dayanışmasından ne anlıyoruz?
Kadın dayanışmasından ne anlıyoruz?

Kadın dayanışmasından ne anlıyoruz?

Kadın dayanışmasından ne anlıyoruz?

A+A-

Feminist Atölye
info@feministatolye.org

 

Melike Bisikletçiler (FEMA Aktivisti)

Bir cümleyle cevabı olan sorular olur ya hani, bu onlardan değildi. Sokağa çıkıp 10 feministe sorsanız, politik temelde benzer ama kişisel olarak farklı cevaplar da alabileceğiniz sorulardandı işte bu. Feminist politikanın temelinde yatan eril tahakkümü ve iktidar ilişkilerini sorunsallaştırmak, reddetmek ve yerine eşitlik – özgürlük temelinde biçimlenen ilişkileri kişisel hayat pratiğimize dökme çabamız bizim cevaplarımıza da muhakkak ki farklı ama temelde birbiriyle örtüşen cevaplar olarak yansımakta. “Özel olan politiktir”den yola çıkarak kişisel deneyimlerin tüme varım yöntemiyle politikleştirildiği, erkek egemen sistem içerisinde kadınları ikincil cins olmaktan çıkaran ve tüm kesimlerden kadınları kapsayacak şekilde köklü etik değerleri olan feminist ideolojinin kadın dayanışması hangi temellerde kurulmuştu? İşte tam da burada, farklı kişisel deneyimlerin ortaklaştığı, birbirimizi dinlemeye ve anlamaya başladığımız, anti-hiyerarşik ilişkiler kurduğumuz yerden dayanışma çıkıyordu. Aslında kişisel ama bir o kadar da toplumsal cinsiyet rollerini şekillendiren ataerkil sistemin bize dayattığı rolleri reddetmemizdi hayatlarımızı kesiştiren.

Peki ya kadın dayanışması nasıl sağlanırdı? Bize çocuk yaşlardan itibaren evde, okulda veya sokakta “öğretilen” dayanışma mıydı yoksa aslında gemisini tek başına kurtaran kaptan misali herkes ve her şey tehlike miydi, öteki miydi, rakip miydi? Biz kendi yalnızlığımızla nasıl mutlu olabilirdik? Peki, mutluluğun anahtarı başkasını ezip, alt etmekte mi saklıydı? Bu sorular uzar giderdi. Temelinde yatan ataerkinin kendisiydi. Bell Hooks’un dediği gibi “Ataerkil düşünce bizleri, kendisini erkeklerden aşağı gören, ataerkinin gözüne girmek için birbirleriyle kıyasıya rekabet eden, kıskançlık, korku ve nefret besleyerek birbirini hor gören kadınlar olarak toplumsallaştırdı” (Hooks, 2000,27). Kamusal her alanda bize öğretilenin aksine ilişkilerimize –iş, politik, arkadaşlık, cinsellik- baktığımız zaman mutlak şekilde kendisini en fazla belli eden korkularımız, hırs veya kıskançlıklar bizim birebir ilişkilerimize de yansıyordu. Peki ya bu duyguların bizi hapsettiği yerde biz özgür müydük veya özgürlük mücadelemizde dayanışmanın sınırları nereye kadardı? İşte burada devreye giren cinsiyetçi ve üstenci, tahakküm kurucu ve acımasızca alt edici bakış açısının kaynağına inmek gerekti. Hooks burada, “Cinsiyetçi düşünce bize, birbirimizi merhametsizce yargılayıp acımasızca cezalandırmayı öğretti” diyor ve karşılaştırmasını ortaya koyarak “Feminist düşünce ise biz kadınların kendimize duyduğumuz nefreti kafamızdan söküp atmamıza yardımcı oldu” diyor (Hooks, 2000,27). Burada ataerkil sistem kendi iktidarını korumak adına böl-yönet politikasını devreye sokarken diğer bir yandan da cinsiyetçi pratiklerin bize çocuk yaştan öğretilmesini, cinsiyetçiliğin özel-kamusal alanları ele geçirerek aslında kadınlar arasında dayanışmayı zayıflatmakla kendi iktidarını koruyabilmeyi hedeflemekte.

Yine kıskançlık ve rekabet duygularının kasıp kavurucu ve bireyi özünde yok edici etkiye sahip olan bu negatif duygular hem kadınlar arasında hem de özel alanlarımızın içerisinde de kendilerine ne yazık ki yer bulmakta. Kadın-erkek ilişkileri içerisinde bu duygular genellikle kadınlar arasında rekabete dönüşürken erkeğin ekmeğine yağ sürer gibi “zevk-ü sefa” içerisinde erkekler rahat etmekteydi. Burada bir yanlışlık vardı. Neden “aldatmalarda” özellikle kadın kadına yüklenmekteydi ki? Eşini veya sevgilisini affetmeye dünden razı gelen kadın, hatayı tek taraflıymışçasına bir başka kadına yükleyerek aslında kendi aldatılmışlığını hafifletmeye ve erkeğin “masum, kandırılmış” rol kesmelerine sahne sunmaktaydı.

Peki ya iş yerlerimizde durum farklı mıydı? Cam tavanlara çarparak emeğimizin hiçe sayıldığı, erkek patronların kimi zaman tacizci bakışlarına maruz kaldığımız, kimi zamansa bizi rekabet içerisine sokarak şirket yönetme mantığını üzerimizden kurgulayan patronlarımız farklı mıydı? Bunun tam karşılığı körükle ve yönet değil de neydi? Erkek egemen yapıyı kıskançlığı veya rekabeti körükleyerek idame ettirmeye koyulmak değil miydi? Kadın dayanışmasının güçlenmesi ve feminist hareketin buradaki rolü önemliydi. Feminist etik değerler ve reel politika buna olanak ve alt yapı hazırlamıştı. Emma Goldman kıskançlık için şöyle der, “Kıskançlık, anlayışlı olmanın, sempati duymanın, cömertliğin tam zıttıdır (…) Kıskanç insanın tek arzusu, cezalandırmak ve mümkün olduğunca ağır cezalandırmaktır. Bu dürtü, düelloda ya da yazılı olmayan yasalarda temsil edildiği şekliyle ‘şeref’ koduyla somutlaştırılmıştır” (Goldman,2006, 37,38). Aslında “şeref” denilen olgu fazlasıyla erkek egemen bir bakış açısını yansıtmakta ve çatışmaya zemin hazırlamakta. Burada ataerkinin erkek egemen sistemi korumak adına hayatımızın her alanında tezahür ettiğini ve kıskançlık-rekabet, kasıp kavurucu ve üretimden uzaklaştırıcı etkisinden feminist kadın dayanışmasıyla sağ çıkabiliriz. Aksi takdirde aslında birey olarak ataerkine hizmet etmiş olacak ve eril iktidara karşı zayıflayacağız. Pek tabii kişisel olarak da yıpranacağız. Demek ki, hem bireysel hem kolektif kurtuluş bu duyguları kesip atmaktan geçmekte… Özel ve kamusal tüm alanlarımızda güçlü bir dayanışma feminist pratiklerden ve öğretiden bize sunuluyor.

Neden kadın dayanışmasından bahsederken feminist vurgusu öne çıkmakta? Ataerki ve onu besleyen cinsiyetçilik kadınlar arasında çekişmeyi körükleyerek kendi iktidarını sağlama almakta. Uzun yıllardır feminist mücadelenin başı çektiği ve bizden önce veya sonra mücadele eden veya edecek olan feminist yol arkadaşlarımızla birlikte çomak soktuğumuz erkek egemen sistem bir kaç çekişmeye bırakılamayacak kadar değerliydi. Bell Hooks’un sıkça kullandığı tabiriyle “kız kardeşlik” olgusu öne çıkmıştı. Hooks bunu şöyle tanımlar, “Nihayetinde ülkeyi sarsacak olan güçlü bir ‘kız kardeşlik’ kurma yolunda ilk adım, kadınlardaki cinsiyetçi düşünceyle mücadele etmek ve onu değiştirmekti” (Hooks, 2000, 28). Cinsiyetçilikten arınmak ve birlikte güçlenmek beraberinde dayanışmayı artıracak ve bunun sadece bir kader ortaklığı değil, politik bir dayanışma olduğunu öne çıkaracak. Hooks’a göre, “Feminist ‘kız kardeşliğin’ kökleri, ataerkil adaletsizliğin bütün biçimleriyle mücadele sorumluluğunu paylaşmakta yatır” (Hooks, 2000,29). Bu noktada farkındalık artırıcı gruplardan yola çıkarak cinsiyetçilikten arınma ve örgütlenme yolunu seçme elzem olur. Aksi şekilde kadın dayanışmasıyla birlikte yola çıktığımız iş, politik ve sosyal çevremizdeki dostlarımızla bir gün eril iktidarın ekmeğine yağ süren çekişmelere şans tanımamak önemli. Feminist politika bu alt yapı, iradeye sahiptir ve sorumluluk alabilmektedir.

Kadın dayanışmasını biz feministler nasıl kuruyoruz? Erkek egemen yapı içerisinde bilinç yükseltme ve gruplar arasında oluşan kader ortaklığı politik bir olgunlaşma sürecine doğru evrilir. Dayanışma ve birbirini dinleme-anlama aslında kapalı bilinç yükseltme grupları içerisinde çoktan sağlanmıştır.  Politik dayanışma şeklini alan feminist bir kadın dayanışması, feminist olsun veya olmasın tüm kadınlarla dayanışma duyarlılığı taşımakta. Yeter ki cinsiyetçilikten ve rekabet duygusundan arınmış olsun. Çağatay ve Baytok’un birlikte kaleme aldığı yazılarında, “İlişkileri bütünlüklü bir şekilde ele almak, yalnızca farklı ilişkilerimizi bir arada düşünmemizi değil, kadınlar olarak kişisel ve kolektif tarihlerimizi birbirimize açmamızı, birbirimizin deneyimlerinden öğrenmemizi de gerektirir” diyerek kadın dayanışmasını, birbirinden öğrenmekle birlikte ele alırlar. Yine aynı yazıda, “Feminist mücadelenin alanı, kadınların koşulları, arzuları ve ihtiyaçları birbirinden farklı olduğu için çoğuldur” derler (Çağatay&Baytok, 2014). Burada da yine Hooks, “Kadınlar, diğer kadınlar üzerinde tahakküm kurmak amacıyla ırklarının ve sınıflarının gücünü kullandığı müddetçe “kız kardeşlik” hiçbir zaman tam anlamıyla gerçekleşemez” (Hooks,2000,29) diyerek serzenişte bulunur. Tüm bunlardan yola çıkarak şunu ortaya koymamız artık kaçınılmaz; kadınların ataerki karşısında birlikte güçlenmesi, feminist hareketin güçlenmesi de demekti. Bu durumda kadın dayanışması, birlikte ilerleyebilmek, güçlenmek, birbirine sahip çıkmak, cinsiyetçilikten arınmak, rekabet veya kıskançlığa şans tanımamak, farklılıklarımızla birlikte (ırkı, kökeni, sınıfı,cinsel yönelimi, evli-bekar,yaşı) ve farklılıklarımız üzerinden  hiyerarşiler kurmadan birlikte yol yürürken hissetmekten güven duyduğumuz bir dayanışma...

----------------------------------------------

Çağatay,S. & Baytok, C. (2014) ‘Özne olmak,güçlenmek,özgürleşmek: İlişkiler Üzerine Feminist Notlar’. http://sosyalistfeministkolektif.org/feminizm/feminizme-giris/864-oezne-olmak-gueclenmek-oezguerlesmek-iliskiler-uezerine-feminist-notlar.html. 24 Mayıs 2014
Goldman, E. (1. Basım,2006) ‘Dans Edemeyeceksem Bu Benim Devrimim Değildir’. Feminist Kitaplık Dizisi, Agora Kitaplığı, İstanbul, 2006, s. 37 – 38
Hooks, B. (2000) ‘Feminizm Herkes İçindir (Tutkulu Politika)’. Bgst Yayınları, İstanbul, 2012, s. 27 -28 -29

Bu haber toplam 6552 defa okunmuştur
Gaile 285. Sayısı

Gaile 285. Sayısı