1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. ARTIK YETER! SEKS KÖLELERİNE ÖZGÜRLÜK İSTİYORUZ…
ARTIK YETER! SEKS KÖLELERİNE ÖZGÜRLÜK İSTİYORUZ…

ARTIK YETER! SEKS KÖLELERİNE ÖZGÜRLÜK İSTİYORUZ…

ARTIK YETER! SEKS KÖLELERİNE ÖZGÜRLÜK İSTİYORUZ…

A+A-

Feminist Atölye
info@feministatolye.org


Kıbrıs’ın kuzeyi dün yine ve yeniden bir kadın cinayetine sahne oldu. Gayriinsanî koşullarda, seks kölesi olarak “gece kulüplerinde” çalıştırılan kadınlar, şiddetin her çeşidini yaşamaktadır. Sıham Benchargui öldürülen ilk seks kölesi değildir ve muhtemelen son da olmayacaktır. Devlet yıllar öncesinde hazırlanan ve meselenin tarafı olan her kesimin üç maymunu oynamasına fırsat veren yasal düzenlemeleri en kısa zamanda değiştirmelidir. Mevcut yasa, herkesin malumu olan gerçeği inkâr etmekte ve insan hakları ihlâllerinin yaşanmasına göz yummaktadır. 7/2000 sayılı “Gece Kulüpleri ve Benzeri Eğlence Yerleri Yasası”nın, ilgili mekânları teknik olarak sınıflandıran, suya – sabuna dokunmayan hâli, kabul edilebilir değildir. Yasa içerisinde belirtilen suç ve cezalar da yine bahsi geçen teknik kurallara aykırı davranılması hâlinde uygulanmaktadır. Kısacası çalışanların yaşayacağı hak mağduriyetleri durumunda işletilebilecek bir cezalandırma mekanizması mevcut değildir.
İçişleri Bakanlığı Müsteşarı - Gece Kulüpleri ve Benzeri Eğlence Yerleri Komisyon Başkanı Hasan Alicik 15 Nisan 2014 tarihinde yazılı açıklama yaparak, kadınların, özellikle eğlence sektöründe sömürü ve istismara açık hâle gelmesini önlemek amacıyla 6 maddeden oluşan hareket planlarını açıklamıştı. Alicik “Çağımızda, gerek Dünya coğrafyası, gerekse ülkesel düzeyde sosyal, kültürel, ekonomik olanakların dağılımındaki eşitsizlikler, hizmet sunumlarına erişimdeki yetersizlikler, ayrıca ötekileştirmelerin yarattığı yoksulluk, büyük ölçüde ‘daha iyi bir yaşam’ isteğiyle birleşerek modern anlamda kölelik olarak nitelendirilebilecek ‘insan ticareti’ olgusunu sosyal bir gerçeklik olarak doğurmaktadır” ifadelerini kullanarak, bu alanda çalışma yapacaklarının müjdesini bizimle paylaşmıştı. Ne yazık ki aradan beş ay geçmesine rağmen, bu konuda somut bir gelişme yaşanmamıştır. İktidarı elinde bulunduranların bu konuda “boşa geçirdiği” her gün, kadınların fiziksel, cinsel, ekonomik ve psikolojik şiddete maruz kalmalarına neden olmaktadır.

Militarist – Eril Şiddet Yaşam Hakkını İhlâl Ediyor

Somut olay üzerinden değerlendirme yaptığımız zaman, önemli bir nokta daha ortaya çıkmaktadır. İki kişinin hayatına son veren zanlının, uzman çavuş Kubilay Güler olduğu iddia edilmektedir. Bu bizim için pek de şaşırtıcı değildir. Şiddetin meşru bir şekilde kullanılabildiği asker – polis gibi kurumların içerisinde barındırdığı militarist öğeler, eril nitelikte inşa edilmektedir. Devletin güvenliğini sağladığı dile getirilen kolluk güçleri, bu sebeple kendini “devletin sahibi – toplumun efendisi” konumunda tanımlamaktadır.  Emir – komuta sistematiği içerisinde hareket eden bireyler, iki eşit taraf arasında tesis edilebilecek iletişim aracılığıyla ilişki kurulabilme ihtimalini yok saymaktadır. Bu sebeple istediğini elde etmek için her türlü şiddeti kullanabilmekte, arzularının tatmin edilmeyip iktidarının sarsıldığı anlarda ise, insanların en temel hakları arasında sayılan yaşam hakkını ellerinden alabilmektedir. Tüm bunların temelinde, bireyler üzerinde uygulanan güç ve hayatlarını denetim – kontrol altında bulundurma saplantısı yer almaktadır. Militarist – eril kıstasların çizdiği sınır çizgilerinin aşılması ile sonuçlanan her karşı çıkış, her başkaldırı şiddet ile bastırılmaktadır. Uzman çavuş Kubilay Güler ve bugüne kadar erkek şiddetini icra eden her birey, ataerkil sistemin kendilerine bahşettiği güce dayalı iktidar koltuklarının sarsıldığı anlarda şiddete başvurmaktır.
Devlet ya yaşanan mağduriyete göz yummaya devam edip, şiddetin failleri arasında yer alacak ya da aylar öncesinde dile getirdiği icraatları hayata geçirmek için bugünden itibaren çalışmalarını hızlandıracaktır. Öldürülen, tecavüze uğrayan, ötekileştirilen ve yok sayılan her kız kardeşimiz için bunun takipçisi olacağız.

İŞKENCEHANE GÖRMÜŞ KADINLAR

12 Eylül 1980’de insanlar ev, iş yeri, okul, dershane, hastane, toplu taşıma araçları, grev çadırları, sokaklar, aklınızın aldığı tüm yaşam alanlarından, arkadaşlarının, anne- babalarının, çocuklarının gözleri önünde sürüklenerek, kadın – erkek demeden öylece götürüldüler.
1980 Darbesi; cinsiyet gözetmeden, yıkarcasına kapılara vurularak, gece yarısı uykular bölünerek, hiçbir açıklama yapılmaksızın karanlıklara doğru yol aldıran baskınların yapıldığı, sorguya alındıktan sonra bir kez daha haber alınamayan kayıpların olduğu, idam kararlarının bir çırpıda alındığı, ordunun elinin her an ensede hissedildiği, işkence odalarında çığlıkların hiç susmadığı bir dönemi ifade eder. Askeri yönetim, o dönemde kadın – erkek ayrımı yapmadan 650 bin kişiyi gözaltına aldı. Gözaltına alınanların çoğu erkek olsa da,12 Eylül'de kadınlar da işkencenin her türünü yaşadılar. Ancak, 12 Eylül’ü dinlerken, ‘siyasete bulaşması pek de doğru görülmeyen’,‘ellerinin hamuru’ ile bildiri dağıtan, dönemin görünmez mağdurları olan kadınların sesini çok da fazla işittiğimiz söylenemez.
Aşağıda okuyacağınız cümleler, 12 Eylül döneminde, 19 yaşında işkenceyle tanışan Nimet Tanrıkulu’ya aittir.
“1981'in 4 Mayıs'ı, sabaha karşı geldiler, çok kalabalıklardı. Babam kapıyı açtı, beni sordular. Babam 'Evde yok' dedi. 'O zaman sen bizimle geleceksin' dediler. Babam hızlı hızlı giyindi, bütün konuşmaları duyuyordum. O arada polislerden biri odama girerek 'Adın ne?' dedi. 'Nimet' deyince hepsi birden içeri daldılar. Bana hakaret etmeye başladılar, evin içinde bir telaş vardı. Annem ve kız kardeşlerim ağlıyordu. Tipleri ve davranışları çok ürkütücüydü. Beni beşinci kattan merdivenden ite kaka indirdiler. Sonra bir polis merkezine götürdüler. Buranın Gayrettepe olduğunu sorgu anında öğrendim. Üzerimdeki kemer, ayakkabı bağı gibi şeyleri çıkarmamı söyleyip beni aynalı bir odaya aldılar. Babacan görünen polis beni sorguya çekmeye başladı. Randevularımı soruyordu. ‘Sabah 9'da dershaneye gidecektim' cevabıma çok tepki gösterdiler, itip kakmaya başladılar... Sonra başka bir yere götürüp gözlerimi bağladılar. Gözlerimi bağlamadan önce oradaki kalasları, ipleri, manyetoyu gördüm. Beni askıya bağlayıp yukarıya doğru çektiler. Bu filistin askısıymış. Hiç ilgimin olmadığı şeyleri soruyorlardı. Askıdayken elektrik verdiler.”
“Saatlerce meydan dayağından geçtik. Beş saat sürekli dayak yediğimi hatırlıyorum, artık baygın yatıyorsunuz… Sorgu seansları dışında da her geçen tekme atıp sürüklüyor. Ağza alınmayacak küfürler ediyorlardı.”
“Kaldığımız yerde siyasi davadan tutuklanmış çok sayıda kadın vardı. Herkes ağır işkencelerden geçmişti. Cezaevine gittiğimde ciddi sağlık sorunları yaşıyordum. Sorguda çenem çıkmış, sol kolumda kısmi bir güç kaybı vardı. Saçımın büyük bir kısmını kaybetmiştim. Daha sonra saçlarımın bir kısmı yerine gelmedi. Çenem ve kolum için doktor talebinde bulunduğumda beni askeri hastaneye götürdüler. Orada sadece bir ağrı kesici verdiler. İşkence kayıtlara geçmesin diye doktor raporu vermediler. 12 Eylül döneminde doktorların işkencelere bizzat katıldığı, işkence mağdurlarına rapor vermediği üzerinde hiç durulmadı. Gözaltında alındığım davadan beş yıl yargılandım, sonuçta beraat ettim. Eve gelince kendimi çok yalnız hissettim. 'Geride bıraktığım insanlar hâlâ işkence görüyorlar ve biz hiçbir şey yapamıyoruz' duygusunu çok ağır yaşadım. Bizi rejimi değiştirmek istemekle suçladılar. Oysa kendileri bir gece geldiler, terörü durduracağız bahanesiyle ülkeyi karanlığa boğdular. Rejimi kendileri değiştirdiler.”
“Kadınlar konuşmuyor, çünkü toplumsal değerlerin baskısı bunu engelliyor.
İçinde yaşadıkları aile ve sosyal çevre tarafından dışlanma endişesi yaşıyorlar. Ayrıca bazıları çocuklarını koruma duygusuyla geçmişte yaşadıklarını dile getirmiyorlar. Ama belki bundan da önemlisi, üstünden uzun süre geçmiş olmasına rağmen 12 Eylül'le ve yaşanmışlıklarıyla yüzleşmeye hazır değiliz. 12 Eylül'ü kadınlar çok ağır yaşadı. Bugün toplumda kadına uygulanan şiddetten söz ederken dönüp 12 Eylül'e bakmak gerekiyor. 
12 Eylül'le birlikte toplumda genel bir şiddet kültürü gelişti. Bu kültür kadınları çok daha fazla mağdur durumda bıraktı, diyebiliriz. Sorguda kadınlara yönelik korkunç taciz ve tecavüz olayları oldu. Bekâreti işkence kurbanına karşı kullandılar. Size dokunmaları korkunç bir şey, hiç atlatılamayacak bir travma... Şişeyle, copla yapılan tecavüz olayları yaşandı. Tanık olduğum çok olay var. Cinselliğinizle ilgili tehditte bulunuyorlar. Bir kadın arkadaşım anlatmıştı; eşine elektrik verdikleri manyeto kablosunun bir ucunu da onun bedenine bağlamışlardı. Böylesi korkunç şeyler yaşandı.”

 

-----------------------------------------------

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=198467
Radikal Gazetesi - Şule ÇİZMECİ - 12/9/2006 tarihli “ 12eylül’ün değiştirdiği hayatlar (3) ” adlı röportaj

Bu haber toplam 1797 defa okunmuştur
Gaile 284. Sayısı

Gaile 284. Sayısı