Asım Akansoy

Asım Akansoy

SİYASET MEYDANI

2016

A+A-

 

Kıbrıs sorunu ile ilgili yapılan çalışmalarda, her zaman gündemde olan ancak hiçbir zaman hayata geçiremediğimiz konu, Güven Artırıcı Önlemler konusudur. 1970’li yıllarda siyasi literatüre giren ve uluslararası ilişkilerde çok kullanılan bu yakınlaşma, silahsızlanma ve güven yaratma programı bizde ne yazık ki sürekli göz ardı edilegeldi. Kuzey’in ve Güney’in egemenleri, sürekli “masa”yı işaret etmeyi, kendi beklentilerini masada yükseltmeyi, toplumlar arası yakınlaşmaya tercih etti. Liderlerin kişisel girişimlerinden bağımsız olarak, Güney’deki hakim statüko, bu işin adını devletler arası, kurumlar arası ilişki olarak koyarak, Kuzey’deki devletin statüsünü yükseltmekten korktu. Kuzey’deki hakim statüko ise, ayrılıkçı zihniyetin etkisi ile onlarca yıl uzak durduktan sonra, özellikle 2003’ün ardından “mütekabiliyet”, devletten devlete temas istedi.

Her ikisi de korkusunun kurbanı oldu ve her ikisi de, güven yaratılması gereken unsurun insan olduğunu unuttu.

Güven Artırıcı Önlemlerden çok daha kapsamlı ve çok daha derinlikli bir süreç olan barış kültürü, federal kültür yaratma, hakikat ve yüzleşme süreçleri ise ne yazık ki dikkate alınmadı.

Çoğu kez şartların zorluğu gerekçe gösterilerek, her şey “bütünlüklü çözüm”e indirgendi ve çözümden sonraya bırakıldı. Ancak küçük adımlar atmadan, insani yakınlaşmalar, yüzleşmeler sağlamadan büyük resme ulaşmanın zorluğu düşünülemedi. Uyarılar işe yaramadı.

Ne Kuzey’de ne de Güney’de…

Her iki toplumun korkuları, endişeleri siyasetin aracı haline dönüştürüldü. Korku ve endişenin giderilmesi için çalışılmadı. Duygular, siyasi arzuların argümanı yapıldı. Hastalıklarımız iyileştirilmek, sağlıklı kılınmak yerine, müzakere masasında tarafların maksimalist siyasetine kurban edildi.

Bugün “masa”ya bakıyorum, müzakerelere bakıyorum, okuyorum ve barış kültürünün eksikliğini üzülerek algılıyorum. On yıllardır birbirlerinden bilinçli olarak uzak tutulmuş, birbirleri üzerinden kimlik oluşturmuş toplumların endişe ve korkuları üzerinden “iki evet”e yönelme çabası, gayreti, iradesi bana hep eksik bıraktıklarımızı hatırlatıyor.

Barış kültürü yaratmanın yolu açılmış olsaydı, bugün toplumlar birbirlerini çok daha iyi tanıyor, çok daha iyi anlıyor ve kabul ediyor olacaktı.

Kapıları açmak bu kültür için bir imkandır ancak yeterli değil. Her iki taraftaki siyasi kurumların açık desteği olmadan, bilimsel projeler üretilmeden, modeller geliştirmeden, yüzleşme süreçleri hayata geçemiyor. Temas etmekle diyalog kurmak; dinlemekle anlamak; bakmakla algılamak; görmekle fark etmek birbirinden çok farklı konular.

Toplumların yeni bir kültür yaratamamış olması, bu konuda öncü unsurların gelişmemiş olası müzakerelerde içeriği hem doğrudan etkiliyor, hem katılımı önlüyor hem de belirsizliği artırıyor.

Eğer barış kültürü için adımlar atılmış olsaydı, çok da açık, çok da rahat bir müzakere süreci yaratılır, toplumsal farklılık ve benzerlikler çok daha rahatlıkla algılanıp kabule dönüşürdü.

Toplumlar birbirini uzaktan gözlemlemez, saygı ile anlardı, çok daha kolay hassasiyetlerini kabul ederdi.

Gelin işin kolayına kaçmayalım ve iyi noktada olan müzakere sürecine katkı koyalım. Gerçekçi olalım.

Ne gelişmeleri görmezden gelelim ne de abartalım…

Barış kültürünün ortak üretim için yüzleşmeden geçtiğini, olduğunu asla unutmayalım.

Bahsettiğim eksikliğe rağmen 2016’da çözümün mümkün olduğundan hareketle, bu fırsatı iyi değerlendirelim.

 

Bu yazı toplam 2374 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar