1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. 1974’e dair yanlış olan her şey, aslında farklı dilde herkesin “kendi” tarihi
1974’e dair yanlış olan her şey, aslında farklı dilde herkesin “kendi” tarihi

1974’e dair yanlış olan her şey, aslında farklı dilde herkesin “kendi” tarihi

1974’e dair yanlış olan her şey, aslında farklı dilde herkesin “kendi” tarihi

A+A-

 

Murat Kanatlı
murat.kanatli@ykp.org.cy

1974 yılı Kıbrıs tarihi açısından birçok trajediyi içinde barındırmakta. Ama birçok konu gelip 15-20 Temmuz tarihlerinde düğümlenmekte, 14 Ağustos’ta ise son formunu almakta…

Ama Kıbrıs’ta olan birçok olay, yukarıdaki iki konu tarih dahil olmak üzere, geniş insan topluluklarına anlatılırken içinde bir sürü çelişik bilgiyi barındırarak aktarılmakta…

Çoğu kişi Kıbrıs sorununa bakarken, tek bir parçayı dikkate alarak, yani yalnız Kıbrıs’a bakarak sorunu analiz etmeye çalışılmaktadır. Ancak 55-74 arası dönem Sovyetler Birliği (SSCB) – Amerika Birleşik Devletleri (ABD) arasındaki ilişkiler, gerilimler, soğuk savaş faktörü olmaksızın hiçbir olay veya olgu değerlendirilemez. Örneğin 1964’te meşhur Johnson mektubunun sonuçları iyi analiz edilmeden, 1974’te ABD’nin tavrı, aldığı kararlar tam anlamı ile anlaşılamaz.

1964 sonrası, Türkiye, ABD ile olan tüm askeri antlaşmalarını askıya aldı, tüm gizli antlaşmaları iptal etti ve yeni askeri antlaşmalar yaptı. Filistin konusunda Türkiye net pozisyon aldı, bu Arap-İsrail savaşlarına yansıdı; Türkiye, kendi coğrafyasındaki üsleri ABD kullandırmadı. SSCB ile ekonomik ilişkilerini geliştirdi, Türkiye’deki birçok ağır sanayi yatırımı SSCB tarafından desteklendi, Sovyetlerden gelen ekonomik yardımlarla baraj, ağır sanayi tesisleri inşa edildi. 1965′te iktidara gelen Adalet Partisi hükümeti sırasında Sovyet yönetimi ile yapılan anlaşmalarla İskenderun Demir Çelik, İzmir Aliağa Rafinerisi, Seydişehir Alüminyum gibi tesislerin yapımına başlandı.1970’lerde Türkiye, Varşova Paktı dışında SSCB’den en fazla ekonomik yardımı alan ülke oldu. Böylesi bir noktada 10 yıl sonra Nixon, hele de Watergate skandalının en kritik safhasında Türkiye’yi SSCB kampına daha yaklaştıracak hareket yapması sanırım düşünülemezdi. Her kararını bu çerçevede de düşünmesi gerekiyordu.

Ancak iki NATO ülkesini savaşın eşiğine getirecek bir hareket de yapabilir miydi? Buna ihtiyaç var mıydı? Birçok kaynakta, ABD için Makarios tehditten çok sıkıntı olarak tanımlanmaktadır. Bu durumda gerçekten Makarios’un devrilmesi gerekli miydi?

Bu durumda gene dönüp büyük fotoğrafa bakmakta yarar var. Kissinger anılarında Makarios’un batı yanlısı diye nitelendirmekte, hatta anti-Amerikan olduğunun bile söylenemeyeceğini belirtmektedir.

1968 yılında Makarios’un imzaladığı güvenlik antlaşması ile ABD adada yeni dinleme tesisleri elde etmişti. Alayköy (Yerelokko), Karava (Alsancak) ve Trodos’taki askeri istihbarat tesisleri ve ayrıcalıkları bu antlaşma ile elde edilmişti. Türkiye’nin tersine Arap-İsrail savaşlarında ABD, Kıbrıs’ı İsrail’in lehine kullanmıştı. Ağustos 74 sonrası, ABD’nin Türkiye’ye silah ambargosu kararı sonrası hem Türkiye’deki üslerin önemli bir kısmı kullanım dışı kalmış ya da kısıtlı kullanılabilmiş, hem de Kıbrıs’taki Alayköy ve Alsancak’taki dinleme tesisleri devre dışı kalmıştı. Ayrıca, 1974 sonrası Yunanistan da, NATO’nun askeri kanadından çekildiği açıklamıştı. 1974, Amerikalılar için eğer hesaplanmış bir hareketseydi, faturası pek de hafif olmadı, ABD’nin üç ülkedeki Sovyetlere karşı istihbarat ve askeri etkinliği ciddi şekilde zarar gördü ya da kullanılamaz hale geldi…

Bu arada Makarios, Çin-Sovyetler Birliğinin en tartışmalı döneminde, Mayıs 1974’te Çin’i ziyaret ederek, pro-Sovyet yanlısı politikanın dışında olduğunu gösterdi.

Elbette, bu noktada Makarios’un SSCB ile ilişkilerindeki kuşkuları artıran 1972 Ocak ayında Kıbrıs Hükümeti bir yıl önce Çekoslovakya’ya siparişini verdiği 287 ton silahı teslim almasıdır. Andreas Constandinos’unThe Cyprus Review’daki yazısında 1972 Grivas’ın da adaya Lübnan üzerinden $468,000 değerinde Sovyet yapımı silah getirdiğini aktarıyor. Yani Sovyet yapımı silah alımı tek başına kimin hangi kampta olduğunu anlamak için yeterli veri sunamamaktadır.

Elbette burada akılda tutulması gereken diğer konu, eğer ABD açısından Makarios tehlikeli sayılıyorsaydı, Kissenger, herhalde, 7 Mayıs 1974 tarihinde Sovyetler Birliği Dışilişkiler Bakanı Gromyko ile ABD-SSCB ilişkilerini ve Ortadoğu sorunu konuşmak için Lefkoşa’da buluşmazdı.

Ayrıca Jan Asmussen(2008) ve Andreas Constandinos(2009) kitapları son açılan Amerikan ve İngiliz belgelerine dayanıyor. Buradaki yazışmalara da bakıldığında ABD ve İngilizlerin süreci, süreç başladığında içinde yönetmeye çalıştığını gösteriyor. Zaten görünür bir müdahale olsa, Sovyetlerin anında tepki gösterecekleri ve müdahale edecekleri açıktır.

Bu nedenle ABD-SSCB ilişkileri içinde, soğuk savaş sürecinde ABD’nin Türkiye ve Yunanistan’ı savaş pozisyona getirerek NATO’nun güney kanadını felç edecek böylesi bir hareketi resmi olarak planlamış olduğunu düşünmek için henüz çok da yeterli veri yoktur. ABD’nin süreç başladıktan sonra Makarios’tan kurtulma, onsuz bir çözüm taraftarı olması, Klerides’i ön plana çıkartması, oluşan seçenekler içinde kendi çıkarına göre süreci yönetmesi olarak değerlendirmek şu aşamada daha mantıklıdır.

Hele de 15 Temmuz darbesini yapan Yunanistan’ın durumu düşünüldüğünde, durum daha da kuşkulu hale gelmektedir. Kasım 1973 tarihinde Yunanistan’daki darbecilerin başındaki ekibin devrilerek yeni daha şahin bir liderlik oluşmuştu. Bu süreçte Yunanistan, Avrupa ülkeleri tarafından izole edilmiş, Avrupa Konseyi ve AET tarafından yaptırımlara maruz kalmaktaydı. İç çelişkilerin keskinleştiği, dıştan baskıların arttığı Yunanistan’ın Kıbrıs’ta yapacağı darbeyi kimseye anlatamazdı, anlatamadı da… Ağustos 1974’te Cenevre’deki Yunanistan heyetinin çaresiz, çelişkili hali Mehmet Ali Birand’ın 30 Sıcak Gün kitabında çeşitli şekillerde dile getirilmekte… Daha cunta yönetiminin enkazını kaldırmaya fırsatı olmayan sivil hükümetin, bir ay sonra ikinci kez dıştan müdahale ederek Kıbrıslı Rumlara baskı yapıp antlaşma imzalatmaya çalışmayı göze alamazken, dışa karşı da kötü çocuk olmamaya çalışması, Birand’ın kitabında özellikle Cenevre görüşmelerinde net görünebiliyordu.

Peki, Kıbrıs’taki Sampson liderliğinde yapılan EOKA-B darbesini nasıl değerlendirmek gerek? Değerlendirmek mümkün değil, çünkü tam olarak böyle bir şey olmadı!
Her şeyin ötesinde Sampson’un EOKA-B ile ilişkisi kuşkuluydu, lider değil, sıradan bir üyesiydi. İkincisi ise darbeyi yapan EOKA-B değil, Kıbrıs’taki Yunan subayları, Atina’daki cuntanın emri ile RMMO’yu harekete geçirerek gerçekleştirdi.

MakariosDruşotis kitabında Yunanistan’daki parlamento kayıtlarına dayandırdığı alıntısında “ortalıkta cumhurbaşkanı olmayınca, Sampson’un bu koltuk için yanıp tutuştuğunu anlayan Kombokis ona, “git üzerine bir kravat geçir de Cumhurbaşkanı olarak ant iç” dedi.

Constandinos ve Asmussen kitaplarında neden Sampson sorusuna da cevap ararlar… 2 buçuk yıl İngiliz cezaevlerinde yatmış, İngiliz askeri öldürmekten 1 Ocak 1957’de idama mahkum olmuş ama 1959’da affa uğramış, Tourkofagos (Türk yeyici) lakabı ile bilinen, Kıbrıslı Türkler tarafından ‘Omorphita kasabı’ denen biri Cumhurbaşkanlığına niçin getirildi sorusunu sorarlar ve bunun bir fiyasko olduğunu belirtirler… Zaten böylesi bir ortamda Sampson’un uluslararası kamuoyundan hele de iki garantör ülke kamuoyunda herhangi olumluluk görmeyeceği açıktı ki görmedi… Constandinos kitabında bu durumu “Sampson Fiyaskosu” olarak adlandırmaktadır.

Eğer bu darbeyi gerçekten Amerikalılar planladığını düşünüyorsak ve bulabildikleri cumhurbaşkanı buysa, bu durumda Amerikalıların gücünü fazla küçümsediğimiz açıktır.

Darbe ile ilişkisi kurulan EOKA-B örgütü konusu da tartışmalıdır.

27 Ocak 1974, EOKA-B lideri Grivas öldü. Bu durumda örgüt içinde önemli bir liderlik boşluğu ortaya çıktı. 24 Nisan 1974 yapılan EOKA-B baskını sonrası örgüt resmen illegal ilan edildi… Bu karardan iki hafta sonra Kissenger, Sovyet mevkidaşı ile toplantı yapmak için adaya geldi. Ancak anlaşılıyor ki, EOKA-B operasyonları konusunda Kissenger’in Kıbrıs hükümetinden talebi olmadı. 18 Haziran’da, EOKA-B arşivi ele geçirildi. Arşivde Yunan cuntası ile ilişkileri, Makarios’u devirme planları, örgütün finansal bilgileri yer alıyordu. Arşivin ortaya çıkarılmasından sonra örgütten kopmalar başladı.11 Temmuz’da EOKA-B liderlerinden Lefteris Papadopulos tutuklandı. Makarios Druşotis’in kitabındaki yorumda Papadopulos’un tutuklanmasından sonra, EOKA-B liderliğini panik havası sardı. Aranan 125 kişinin dağlarda saklanmasına rağmen EOKA-B lidersiz kaldı ve gerçekten bölündü. Yani 15 Temmuz darbesine giderken EOKA-B fiili olarak etkisiz hale gelmişti. Darbeyi yalnız EOKA-B’ye fatura etmek bu nedenle doğru değildir. Ancak elbette darbe sırasında zaten silahlı olan EOKA-B unsurları sürece dahil oldular ve etkin olarak darbenin parçasıydılar ama bunun anlamı EOKA-B’nin darbenin lideri olduğunu tam olarak ifade etmiyor.

Doğru şekli ile yazarsak RMMO 3. Taktik Üs Komutanlığı Başkanı Tuğgenerali Mihail Georgitsis liderliğindeki darbe 15 Temmuz 1974’te saat 7.45’te oldu ve darbeciler bir anlamı ile başkan aramaya çıktılar. Önce Yüksek Mahkeme Başkanı Michael Triantafyllides denendi sonra Sağlık Bakanı Zenon Severis, Klerides’in de Cumhurbaşkanı olarak adı geçer ama Constandinos kitabında bunun için yeterli kanıt olmadığını düşünür. Bu süreçte, darbe olduğu saatlerde Mahi gazetesi önünde bayrak sallayan Sampson’a cumhurbaşkanı olması teklif edilir ve kabul eder…

Constandinos ve Asmussen kitaplarında, açılan İngiliz ve Amerikalıların dokümanlarına bakarak adada bir darbeyi iki ülkenin istihbarat servisleri 74 sonbaharı olarak öngördüklerini yazarlar… Yani Atina darbe yapmaya karar vermişti ama tarihi Temmuz değildi. Bu tarihi öne çeken unsurlardan bazılarının, Ionnades’in Kıbrıs’ta da görev yaptığı zamandan tanıdığı ve güvendiği kimi isimlerin tutuklanması, RMMO içindeki yeni düzenlemeler ve Makarios’un girişimleri olduğu anlaşılıyor… Gene açılan dokümanlarda Ionnades’in bazı CIA yetkilileri tarafından yönlendirildiğinin işaretleri olsa da, merkezi bir operasyon gözükmemektedir… Açığa çıkan gizli belgelere bakarak, Ionnades’in ve etrafındakilerin darbe için kendilerinin harekete geçtiğini göstermektedir. Harekete geçerken özellikle Amerikalılar belki resmi olarak doğrudan müdahil olmadılar ama sonrasında taraftılar… Sampson’un hükümetini kınamaktan ve Makarios’u seçilmiş cumhurbaşkanı kabul etmekten kaçınmaları herkes için bu darbede Amerikalıların bir şekilde parmağı olduğuna ikna etmiş durumda… Belgelere bakıldığında ABD resmi politikası, Sovyetlerin sürece dahil olmaması ve NATO ülkeleri arasında savaş çıkmaması çerçevesinde resmileşti. Önem sırası açısından ikinci durum ise 1964 gibi sürece sebep olmamak için de ve bölgedeki dengelerle gözetilince, Türkiye ile ilişkilerde daha dikkatli olunması, ABD’nin Türkiye yanlısı görünmesine neden oldu.

Peki, süreçte Kıbrıslı Türklerin durumu neydi? Gerçekten tehdit altında mıydılar? Denktaş anılarında 17 Temmuz 1974’te Dışişleri Bakanı Pilavakis ile görüşmesini anlatıyor ve “Nikos Sampson da selam göndermiş, beni cumhurbaşkanı muavini olarak tanıyormuş” diye yazıyor. Kimi kaynaklar, 20 Temmuz öncesi Denktaş-Klerides görüşmesinin de gerçekleştiği yazmakta… Yani belli oluyor ki Sampson, belki ileride tavrını değiştirecekti ama Temmuz 74’te cumhurbaşkanı olarak Denktaş’ı cumhurbaşkanı muavini kabul edecek pozisyondaydı yani hedefinde ilk etapta Kıbrıslı Türkler yoktu. Klerides ise 23 Temmuz’da Sampson istifa edip cumhurbaşkanı vekili olurkenden, ilk iş olarak Kıbrıslı Türklerin kontrolündeki bölgeye geçip Denktaş’ı ziyaret ettiğini anılarında yazar… Yani Temmuz’un sıcak günlerinde samimi veya değil, o an kim ki Kıbrıslı Rum liderliğini elinde bulundurursa, Kıbrıslı Türklerin liderliği ile diyalog kapısını açıkta tutmaya çalıştı…

Klerides’in anılarında çok konuşulmayan diğer detay, ABD ve İngilizlerden destek görmeyeceğini anlayan Klerides, Sovyet elçisini çağırıp, Kıbrıs’ta üs verilmesi karşılığı, Kıbrıs’a müdahale edilmesini talep etmesidir. 2-3 gün sonra elçi cevabı getirir, Amerikalılarla beraber ortak olacaksa kabul edeceklerini söyler. Yani Sovyet müdahalesini açık şekilde beklendiği gibi Makarios talep etmez, Klerides eder!

1974 yılı Kıbrıs için sıcak geçen bir yıldı ama şimdiye kadar yazılıp kitlelerce kabul gören şekliyle birçok yönüyle ciddi sorunları içinde barındırmaktadır.

Kıbrıs sorunu ve 1974, basitleştirdiğimiz kadar kolay çözümlenebilecek ve analiz edilecek bir konu değildir. Ama yıllardır, karikatürize ede ede anlaması zor hale getirdiğimiz sorunu hala daha ciddi ciddi anlama niyetinde olmadığımız tüm davranış biçimlerimizden anlaşılmakta…
Gerçekten Ocak 1974 başlayarak Aralık 1974’e kadar Kıbrıs’ta ne oldu?

--------------------------------------------------------------------------------


Referans
Andreas Constandinos, America, Britain and the Cyprus Crisis of 1974: Calculated Conspiracy or Foreign Policy Failure, 2009, Author House
Andreas Constandinos, US-British Policy on Cyprus, 1964-1974, The Cyprus Review (VOL. 23:1 SPRING 2011)
Andreas Constandinos, Britain andthe Cyprus Crisis of 1974: ‘ResponsibilitywithoutPower’, Paper
Jan Asmussen, DiplomacyandConflictduringthe 1974 Crises: Cyprus at War, 2008, I.B.Tauris
Glafkos Clerides, Cyprus: My Deposition, Volume 3-4Alithia Publishing, 1990-1991
Makarios Druşotis, Kıbrıs 1970-1974 Eoka B Yunan Dünyası, Galeri Kültür Yayınları,2006
Mehmet Ali Birand,30 sıcak gün, Milliyet Yayınları, 1976
Rauf Denktaş’ın Hatıraları, 1973-1974, 9. Cilt, Boğaziçi Yayınları, 1999

Bu haber toplam 3780 defa okunmuştur
Gaile 331. Sayısı

Gaile 331. Sayısı