1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. 1940’lı yıllarda evladını emziren annenin fotoğrafı…
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

1940’lı yıllarda evladını emziren annenin fotoğrafı…

A+A-

LURUCİNA’DAN HATIRALAR…

ff-084.jpg

Bu fotoğraf aslında tarihi bir fotoğraf: “Lurucinalıyık” grubunda Artun Gökşan Lurucinalı’nın paylaşmış olduğu bu fotoğraf 1940’lı yıllarda çekilmiş, İkinci Dünya Savaşı sonrası, tahminen 1948 veya 1949 yıllarında… Bebeciğini emzirirken çekilen bu resim bence çok önemli çünkü bunun o yıllarda son derece doğal bir şey olduğunu gösteriyor. Şimdi ne olduysa insanlar delirdi ve bu en doğal şeye dahi “ayıp” gözüyle bakarlar ve kadınlar da mecbur kalıp kampanya düzenleyerek “Biz bebeğimizi istediğimiz yerde emzirmek isteriz” demek zorunda bırakılıyorlar…

Artun Gökşan Lurucinalı, bu fotoğrafla ilgili şöyle yazıyor:

“Çocuğunu emziren kadın Emete Arif Yakula (Gocagaro), en solda duran, oğlu Kemal Arif Yakula, sonra kızı Şerife Arif Yakula ve önde oturan büyük ihtimalle Yusuf Arif Yakula, kucakta meme emen de Armağan Yakula olabilir; en sağda duran Dudu Arif Tsaera, yanındaki kızı Razge (Ahmet Ganulli’nin eşiydi) ve önde sağda oturan çocuklar da Dalili Süleyman İbrahim ile kardeşi Yusuf İbrahim. (Fotoğrafı Leyla Goodwin-Rose gönderdi)…”

1948 yılından bu yana 72 sene geçmiş ve biz ileriye gideceğimize, bu konuda gerilemişiz… Bu bakımdan, tarihi bir belge bu fotoğraf… Biz de okurlarımızla paylaşıyoruz… Belki geçmişten hep birlikte dersler çıkarıp geriye değil, ileriye doğru ilerlememiz gerektiğini kavrayabiliriz umuduyla…

Resimle ilgili olarak “LURUCİNALIYIK” sosyal medya grubunda Emete Toros, şöyle diyor: “Rahmetlik Emete nenemin sert bakışlarının ardında yatan şefkat dolu kalbinin resmi bu… Annemin bu yaşta çekilmiş resmi hiç yoktu bende… Sevgili Sultan Barbaros, iyi ki benimle paylaştın…”

Resimde emzirilen çocuk olan Armağan Yakula ise şöyle yazıyor:

“Bu resim nerede bulundu ise, çok güzel bir belge… Gönderenlerin eline sağlık. Ben Armağan Yakula, 1948 doğumluyum… Yusuf 1943, Şerife de 1940, Kemal 1938 doğumludur. Yani bu resim 1949 veya 1950 yılında çekildi. Bu resim benim bildiğim kadarı ile babamın o dönemde resim çeken fotoğrafçı bir Ermeni vardı, babamla devamlı istişarede bulunurlardı…” (Herhalde resmi bu Ermeni’nin çektiğini kastediyor Armağan Yakula).

Tutku Gazi Behzatoğlu ise şöyle yazıyor:

“Müthiş bir fotoğraf… Hangi yıl bilemedim ama bu fotoğraf çekilirken, annenin çocuğunu emzirmesi çok büyük bir olay o dönem için… Bu zamanda bile toplum içinde bir anne çocuğunu emzirirken ayıplanır… Cesareti çok duygulandırıcı…”

İkinci fotoğraf ise bir kadını bir eşeciğin üstünde evlatçıklarıyla gösteriyor ve orada da kadın bebeciğini emziriyor – bu fotoğraf ise “Eski Fotoğraflar” sosyal medya grubunda Anthia Lofitu tarafından paylaşıldı…

Hayır, bu fotoğraf Lurucina’da çekilmedi – nerede çekildiğini bilmiyoruz… Kıbrıs’ın herhangi bir yerinde çekilmiş olabilir… Geçmişten gelen bir belge bu da… Yine çok eski bir fotoğraf ve geçmişte kadınların evlatçıklarını emzirirken, utanılacak bir şey yapmadıklarının bilinciyle, fotoğrafçı kendilerini çekiyor olsa dahi, gayet doğal davrandıklarını yansıtıyor…


BİR ŞİİR…

 

Kızıl Masal

Bir gün
İçime bir ipekböceği düştü
Dut yaprağı olduğumu anladım

Dokundum da yelken oldum
Yelkenim rüzgara durdu
Pusulam yönünü buldu
Yüreğim dümeni kırdı
Doğruldum eski limana

Mavi, sıcak tuvalde
Beyaz martı sesleri
Gözlerimin pusunda
Eskimiş kan izleri

Bir kadın ve bir çocuk
Kadında çocuk telaşı,
Çocukta kadın
Kadın çocuğun peşinde,
Çocuk kadının

Gül beyazı, kelebek sarısı
Meltemle meşalenin dansı
Kelebekte benek,
Meşalede alev,
Kadın ve çocukta cıvıl cıvıl iki göz
Bana doğru uzanmış
Elinin altında mutluluk
Uzansa koparacak bir büyük parça
Elinin altında bir meçhul ateş
rengarenk, tanıdık, yabancı
Uzansa yanacak

Gözü, kulağı, yüreği yeni şeylerle dolu
Bıraksa bırakılmaz, kaça kaçılmaz
Cebine de koyamaz, yanan mumun heyecanı
Bana doğru akan serin cesaret pınarı

İçtim, tekrar içtim, yaklaştım kan izine
Sinmiş beş yüz yıllık kalenin taşlarına
Harc içinde dar geçit, sızar kırmızı

Baktım,
- Geçit derin, cesaret kifayetli-
Gittim boyunca
Uzadı yolculuğum
Ve bir tezat aleme vardım

Ellilerin Lefkoşa'sıyla, yetmişlerin Yozgat'ı
Oturmuş tavla oynar

Yaklaştım,
Şen şakrak Lefkoşa
Herkes şemsiye taşır yanında
O masmavi gökyüzü

Attı zarını, ve başladı
"Ben bıraktığımda kardeşti herkes
Açlıktı en büyük düşman
Ve sütü olan Hayriye
Hem Ali'yi emzirirdi
Hem de yazgısı tarhana suyu olan
Maria'nın Yorgi'yi"

Gözlerimi kapattım,
Ve Yorgi'yi de gördüm öğretmen haliyle
Kitapların yazdığını değil,
Yüreğindekileri öğrettiğini çocuklarına
Geceyi bölen yüzsüz, zorba ışıkların altında
Kardeşi Ali'nin de olduğunu

***

"Sen bana bak" der gibi başladı Yozgat
Avucunda vuruğu ama sesi yüksüz
Yaşlı, kısacık, dimdik, çevik
"Dedem anlatırdı bana
Çağrılmış İnceoğlu
Gelmiş temiz, yiğit insanlar gibi
Aklında hasat, ekmek parası,
Karısı, iki kızı
O önde, silahsız, yalnız
Dedemgil arkada
Girmiş karargaha
Girmesiyle de inmiş boynuna
Yeni bilenmiş balta

Yapışmış katilinin yakasına
İnceoğlu'nun şaşkın elleri
Ve yere düşen başı sormuş
- Ben sana ne yaptım? "

Dayanamaz çocuk ruhum
- Neden amca?
"O zaman öyleydi"
...
O - zaman - öyleydi
O - zaman
O

Zaman mı suçlu, şatafatlı zalim mi?
O zaman geçti mi sahi?
Gölgesi üstümüzde,
Zihnimizde tıkaç
Bizi bizden ayıran şer duvar hiç
göçtü mü?

Hırçın, kalleş dalgaların sesini
Acımasız uğultuya çeviren
Gaddar mağaradan
Gözlerimin uysalında kürek çekerek uzaklaştım
Diyarbekir'e vardım

Gözlerimin içine okurca,
Kardeşçe baktı
İnsan gözlü, insan yüzlü
İnsan yürekli Diyarbekir
Asırlık zulmün hayattan
kürek kürek götürdüğünü
Kaşık kaşık koymuş kendinden

Dizmiş özenle hazırladığı salataları
Pırıl pırıl camekana
Ve durmuş yanıbaşında
Önünde beyaz önlüğü,
Pazartesi tırnak temizlik teftişine hazır
Bir ilkokul çocuğu
Yüzünde alçak gönüllü bir tebessüm
Ve işini iyi yapmanın verdiği huzur

"Bizim oraların kıymeti bilinmez
Hiç de bilinmedi
Bir kadın gelmiş bir zaman
Uzun yoldan, yayan,
Pejmürde, perişan
Biri kucağında, biri eteğinde iki çocuk
Ölüyle canlı arası
Oturmuş ağacın altına

Gözlerindeki dehşet başka dünyalardan
Göz değil, iki kör kuyu
Işık düşse çıkmaz
Dedem sorunca - tarifsiz- dermiş babası
- Anlatsam dilim utanır
- Dinlesen kulağın
- Yazsam kalem, kağıt

Sonra çıkarmış cebinden
Bir avuç kuru üzüm
Ağzında ıslatmış
Ve yedirmiş çocuklarına
Ve kalkıp gittiği zaman, Üstad
Yanında bir çocuk varmış "

...

Aradan ne kadar zaman geçti bilmem
Kalkıp masama geldi
"O geride kalan çocuk" dedi
"benim nenemdir
yediğin çiğ köfte
onun tarifi
Dert etme, acısı
Adam olanı ağlatır."
 

Yalçın Oytam

 

Bu yazı toplam 3189 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar