1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. 15 Temmuz Darbesi ve Türkiye’nin Kıbrıs Savaşı (9)
15 Temmuz Darbesi ve Türkiye’nin Kıbrıs Savaşı (9)

15 Temmuz Darbesi ve Türkiye’nin Kıbrıs Savaşı (9)

15 Temmuz Darbesi ve Türkiye’nin Kıbrıs Savaşı (9)

A+A-

 

Niyazi Kızılyürek
niyazi@ucy.ac.cy

İkinci Cenevre Görüşmeleri: “Ayşe Tatile Çıkıyor”

İlginçtir, daha düne kadar Zürih ve Londra Anlaşmalarının “yeterli” ve “işler” olmadığını ileri süren ve bu yüzden “anayasada esaslı değişikliklerin” yapılması gerektiğini savunan Kıbrıs Rum tarafı Cenevre görüşmelerinde anlaşmalara geri dönülebileceğini ifade ediyordu. Hatta Kıbrıslı Türkler lehine bazı önemli değişikliklerin yapılabileceğinden (Kliridis Cenevre’de Kıbrıslı Türklerin özerk idare talebini kabul ederek, iki-toplumlu Kıbrıs devletinden söz etmişti) söz ediyordu. Ancak bu kez düne kadar Zürih ve Londra Anlaşmalarına dönmeyi savunan Türk tarafı artık anlaşmalarının “işe yaramadığını” ve köklü değişiklikler yapılarak coğrafi temele dayalı federal bir devlet düzeninin kurulması gerektiğini savunuyordu. Türkiye bu tavrıyla aslında Birinci Cenevre görüşmelerinde yayınlanan ortak açıklamadan uzaklaşıyordu. Rauf Denktaş Cenevre görüşmelerinde “Kıbrıs anayasasına geri dönülemeyeceğini”, “bunun için çok geç olduğunu”, bu anayasanın “Kıbrıslı Türkleri koruyamadığını”, bu yüzden Kıbrıs Cumhuriyeti’ni yeni bir yapıya kavuşturmak gerektiğini ileri sürerek toplumların kendi kendilerini yöneteceği ayrı bölgelerde toplanmasını savunuyordu. Türk heyeti de “ya coğrafi federasyonu dayatırız ya da savaşırız” havasındaydı. Nitekim dışişleri bakanı Turan Güneş her şeyden daha çok konferansı nasıl “yıkacağını” düşünüyordu. Ecmel Barutçu’nun da itiraf ettiği gibi, “edebince bu konferansı nasıl yıkacaktı, soru buydu.”

Türk tarafı ABD’nin teşviki ile son bir hamle yaparak coğrafi esasa dayalı federasyon temelinde iki ayrı öneri sundu. Rauf Denktaş’ın Glafkos Kliridis’e verdiği ve Kıbrıs Türk idaresinde kalacak olan toprak oranının %34 olarak belirlendiği “iki bölgeli, iki-uluslu” federal bir devlet şeklini öngören önerinin yanı sıra, Türk heyetinin sunduğu ve adını dışişleri bakanı Turan Güneş’ten aldığı ama aslında Kissinger’in Türk tarafına dayattığı “çok-kantonlu-federasyon” tezini içeren “Güneş Planı”... Bu planda öngörülen biri büyük beşi küçük olmak üzere, Kıbrıslı Türklerin idaresine girecek altı kantonun toplam toprak oranı da %34 olarak belirlenmişti.

İkinci Cenevre görüşmelerinde Turan Güneş 13 Ağustos 1974 tarihinde gece saat 10.20 ve 12.00 (gece yarısı) arasında uzun bir değerlendirme yaptı. Güneş şöyle diyordu: “Kıbrıs’ın yaşadığı tecrübelerden sonra yeni bir anayasal düzen kaçınılmazdır. Bu yeni anayasal düzende bağımsız Türk ve Rum idarelerinin kurulacağı ayrı coğrafi bölgeler olmalıdır”. Çözümün adının ne olacağının önemli olmadığını ileri süren Güneş, “konuyu kolaylaştırmak için” önerdiği düzene “federasyon” denilebileceğini söylüyordu. Turan Güneş “neden federasyon” sorusuna ise şu yanıtı veriyordu: “O tarihe kadar biriken bütün deneyimler, iyi niyetle denenen bütün modellerin başarısız olduğunu göstermiştir....” Güneş, devamla, federal düzenden söz ederken çeşitli sorunlarla karşı karşıya gelineceğini, her şeyden önce bölgelerin nerede ve hangi büyüklükte olacağı, bölge hükümetlerinin yetkileri gibi sorunları konuşmak gerekeceğini, bunu da uzmanların yapabileceğini ileri sürüyordu. Fakat “Temel İlkelerin” derhal şimdi kabul edilmesini istiyordu. Turan Güneş, “bir Kıbrıs ulusunun olmadığını, adada iki ulusun ve iki halkın bulunduğunu ve olayların coğrafi ayrılığı kaçınılmaz kıldığını” iddia ediyordu ve “coğrafi bölünmenin Enosis ile Taksimi imkansız kılacağını”, çünkü bir “korku ve özdenetim dengesinin” kurulacağını ileri sürüyordu.

Cenevre’de Kıbrıs Rum tarafını temsil eden Galfkos Kliridis ise başbakan Bülent Ecevit’in işgalden önce yaptığı açıklamalarda amacının coğrafi ayrılık değil, Kıbrıs Türk toplumunun özerkliğini güçlendirmek olduğunu açıkladığını, şimdi ise yepyeni bir durumla karşı karşıya kaldığını, bunun için konferansa ara verip Kıbrıs’a giderek istişarede bulunmak zorunda olduğunu söylüyordu. Türk tarafı Kliridis’in teklifini kabul etmiyordu. 14 Ağustos 1974 tarihinde saat 12.10’da yeniden başlayan görüşmeler Denktaş’ın önerdiği iki bölgeli federasyon önerisi üzerinde yoğunlaştı. Kliridis Denktaş’ın önerisine itiraz ediyordu. Binlerce Kıbrıslı Rum’un evinden kovulacağını, ayrıca, Türk bölgesinde kalacak olanların siyasi haklarını yitireceğini belirten Kliridis, böyle bir çözümü kabul edemeyeceğini söylüyordu. “Neden fonksiyonel federasyon görüşmeyelim” diyerek idari federasyona kapı açan Kliridis 36 saatlik erteleme talebini yineliyordu. Turan Güneş Kliridis’in öneri ve taleplerini geri çeviriyor, Yunanistan ile Kıbrıslı Rumları “iyi niyetli olmamakla” suçluyordu. Bunun üzerine, İngiltere dışişleri bakanı Callaghan Turan Güneşe sert bir dille yükleniyordu ve “askeri güçle çözüm bulamayacağını, çözümün masada bulunacağını ve müzakere etmekten kaçmakla kan akıtılmasına neden olacağını” söylüyordu. Konferansın başarısız olması durumunda ne olacağını soran Callaghan, pek çok sorunun çözümsüz kalacağını ve Türk tarafının şiddete başvuracağının kesin olduğunu vurguluyordu. Callaghan Kliridis’in tavrının olumlu olduğunu da belirterek, bunun kayıtlara geçmesini istiyordu. Kliridis’in son önerisi fonksiyonel federasyon anlayışına dayanıyordu. 1960 Anayasasının iyi işleyen bir anayasa olmadığını ve esaslı bir değişiklik için görüşmelerin yapılması gerektiğini ileri süren Kliridis, “iki topluma önemli oranda özerklik tanınmasını” dile getiriyor ve Kıbrıs devletinin “iki-toplumlu bir devlet” olduğunu vurguluyordu.

Gelgelelim Turan Güneş tavrında ısrar ediyordu. Kıbrıs Rum tarafının Türkiye’nin şartlarını “derhal” kabul etmesini istiyordu. Aksi halde “diplomatik yolların tıkandığı” varsayılacaktı. Bunun üzerine Glafkos Kliridis sözcüklerin üzerine basa basa ve yüksek bir ses tonuyla “köşeye sıkıştırılmayı reddediyorum, baskılara boyun eğmeyeceğim” dedi. Fakat Turan Güneş baskı uygulamaya devam ediyordu. Kliridis, “silah şakağımda müzakere etmeyi reddediyorum. Varsın orduları ilerlesin, savaşacağız” diyerek tepki gösteriyordu. Bu arada, James Callaghan ABD dışişleri bakanı Kissinger’den gelen önemli bir mesajı Kliridis’e iletmişti. ABD, Türk birliklerinin ilerlemesini durdurmak için Kıbrıs Rum tarafından Kıbrıs Cumhuriyeti topraklarının yaklaşık %30’unun Kıbrıs Türk bölgesi olmasını kabul etmesini istiyordu. Büyük bir çaresizlik içine yuvarlanan Kliridis, Callaghan’a İngiltere’nin yardım etmeye hazır olup olmadığını sordu. Callaghan, Birleşik Krallığın ancak ABD veya BM ile birlikte harekete geçme olanağı olursa bir şeyler yapabileceğini söylüyor fakat Kissinger ile BM Genel Sekreteri Kurt Waldheim’ın destek sözü vermediklerini belirtiyordu. Sovyetler Birliği ise tavrını Kıbrıs Rum tarafına önceden bildirmişti. Kliridis, Sovyetler Birliği’ne adada üs vermeyi teklif etmişti ama Sovyetler Birliği ancak ABD ile birlikte bir müdahale söz konusu olursa devreye girebileceğini söylemişti. Kliridis Atina’dan askeri destek gelmeyeceğini zaten biliyordu. Tam bir çaresizlik içindeydi. O günleri yıllar sonra şu sözcüklerle anlatacaktı: “Son yüzyılda Kıbrıs tarihinde hiç bir lider bilmiyorum ki, zamanın tükendiğini ve alacağı karar ne olursa olsun Kıbrıs’ın önemli bir kısmının Türk kuvvetlerinin eline geçeceğini biliyor olsun… İşte 13 Ağustos 1974 tarihinde kendimi böylesi bir acizlik ve iktidarsızlık içinde buldum.”

Artık Cenevre Konferansının son dakikalarına gelinmişti. Türk tarafı Callaghan’ın bütün ısrarlarına rağmen Glafkos Kliridis’e 36 saatlik bir süre tanımak istemiyordu. Callaghan, konferansı 36 saat erteleyecek bir öneri yaptığında saatler sabah 2.45’i gösteriyordu. İngiliz dışişleri bakanı masadakilere soruyordu: “Meslektaşlarım Perşembe sabahı konferansa dönüyorlar mı?”
Kliridis: “ben Perşembe sabahı konferansa dönemeye hazırım.”
Mavros: “dönmeye hazırım.”
Callaghan: “ben de dönmeye hazırım.”
Denktaş: “eğer Türkiye gelirse ben de gelirim.”

Turan Güneş, sessiz kalıyor, hiç bir şey söylemiyordu. Bunun üzerine söz alan Callaghan: “durum budur” diyordu, “üç kişi dönmeye hazırdır. Dördüncü, Türkiye gelirse gelecek. Türk tarafı ise gelecek gibi görünmüyor…”
Türk tarafı gerçekten de konferansa dönmeyecekti. Turan Güneş zaten konferansı çoktan  “bitmiş” ilan etmişti ve Ankara’dan gelecek “Ayşe Tatile Çıkabilir” mesajını bekliyordu. Bunun anlamı “askeri harekâta devam” demekti. Nitekim o günün sabahında, ateşkes boyunca adaya yığınak yapan Türkiye  silahlı kuvvetlerini adanın doğusu ile batısına doğru harekete geçirerek iki gün içinde adayı bölen Atilla Hattını çizecekti.

Görüleceği gibi, Türk tarafı 15 Temmuz darbesiyle “bozulan anayasal düzeni yeniden tesis etmek” bahanesiyle yola çıktı fakat Garanti Antlaşmasını çiğneyerek bambaşka bir düzen kurmaya yöneldi. Coğrafi ve demografik ayrılık esasına dayalı federal bir devletin kurulmasından söz ediyordu. Daha sonraları ise “iki devletli konfederasyon” diyecekti. Kısacası, adaya bir “kuvvet nizamı” dayatmak istiyordu. Fakat hem demokratik meşruiyetten hem de uluslararası meşruiyetten yoksun olan bu “nizam” bugüne kadar kabul görmedi...

Bu haber toplam 3294 defa okunmuştur
Gaile 291. Sayısı

Gaile 291. Sayısı